Bir devrimcinin aşk mektubu
Abone ol2. meşrutiyetin hemen öncesi Osmanlı kaynıyor. Ateşli ihtilalci Resneli Niyazi'nin eşine yazdığı mektup yeni ortaya çıktı.
3 Temmuz 1908 Cuma günü, Makedonya kaynıyordu. Resne garnizon komutanı Kıdemli Yüzbaşı Ahmed Niyazi Bey, tabur kasasını kırıyor, ‘ödünç’ aldığı parayla başına geçtiği ihtilali finanse etmeyi planlıyordu.
Öbür yanda 200 kadar gönüllüsü silah depolarına girmiş, mavzerleri topluyorlardı. Tam cuma vaktiydi, subaylar ve erat namazdaydı. Fırsat bu fırsattı.
Niyazi Bey emri verdi, sessiz sedasız “balkan”a, yani dağa çıkıldı. Devrimcilerimiz sonradan yakın tarihimizdeki en köklü kırılmalarından birisini teşkil edecek olan Meşrutiyet ihtilaline yahut o zamanki deyimle “İlan-ı Hürriyet”e öncülük yapıyorlardı.
Yakınlarda bir sahaftan satın aldığım dosyada Niyazi Bey’in ailesinden intikal eden mektup ve fotoğraflara rastlayınca şaşırmadım desem yalan olur. Çünkü bu veda mektubu ve ailesine ait fotoğraflarla Meşrutiyet’in ilk iki “hürriyet kahramanı”ndan birisinin (öbür kahramanın Enver Bey olduğunu söylemeye gerek var mı?) hayatına dair bilinmeyen noktaları ortaya çıkarma fırsatı elime geçmiş oluyordu.
İşte Resneli Niyazi’nin dağa çıkmadan önce eşi Feride Hanım’a yazdığı o dokunaklı mektup da bunlardan biri.
“İki gözüm!
Sana pek kıymetli bir yadigârım olmak üzere gönderdiğim şu vedâ mektubumu gayet soğukkanlılıkla sevine sevine oku! Ve okudukça sevincini ilan et!
Sakın ağlama! Hatta hiç sıkılma! Beni Allah’a emanet et, bilakis iftihar et! Sen bahtiyarsın! Zira dünyanın en muhterem bir kadını sen olacaksın! Bunun için gayet serinkanlılıkla oku.
Ruhum, sakın asla vicdanen müteessir olma ki, benim zevcem olduğunu cihana bildiresin! Ve bir fevkalade gayret göstermeyi herhalde arzu ederseniz hakkımı helal ederim.
Sakın hatırına başka bir şey getirme! Bildiğinden ziyade seni severim. Ve senin ismet ve namusunu düşünerek şu fedakârlığı göze aldım.
Ecdadımızın mübarek kanlarıyla yoğrulup zapt edilmiş olan mukaddes vatanımız, vatan hissinden mahrum olan alçakların […] hıyaneti eseri [olarak] bugün yaralı bir arslan gibi çırpınıyor. Eğer yarası sarılmazsa elden de gidiyor. Vatan elden gidince namuslarımızı […] ve şimdi Girit’te gözümüz önünde olduğu gibi onlar […] özerklik için çalıştıkça kıymetli namusumuz da yabancıların saldırısına ve zulme uğrayacaktır. Şu fani dünyada ölüme mahkûm olan insanların mukaddes vatanımızın uğradığı şu felakete herkes gibi seyirci olarak yaşamayı pek hakir gördüm.
Bizi bu vatan besledi, büyüttü. Vatan olmasa biz de yokuz demektir. “Hubbu’l-vatan mine’l-iman” [Vatan sevgisi imandandır] buyrulmuştur.
Gerçi seni çok severim [fakat] toprak ve vatanımızı dünyada her şeyden ziyade severim. Ne yarar, her bir şey yine onların varlığıyla kâimdir. Bunlar için istibdad hükümeti idaresi kötülükleriyle zaten uyuşmuş olan vicdan sahiplerini gayrete getirmek, bu güzel sebeple gayrete getirerek kurbanlık hale gelmiş olan vatanımızı düşmanların saldırısından kurtarmak üzere mavzer tüfekleriyle silahlı iki yüz fedaiyle dağa çıktım (işte şimdi telaş etme).
On günden beri gördüğün telaş buydu. Sen! Sakın ümidini kesme, elveda bile etmem. Çünkü ben Rabbimin yardımına ve Hazret-i Peygamber’in ruhaniyetine dayanarak vatan için fedai çıktım. Merak etme! Dediğim gibi inşaallah yakında İstanbul’da seni kucaklayacağım.
Sana şimdilik daha otuz lira gönderiyorum.
Ben senin ismet ve namusundan her suretle eminim, ve vicdanen rahatım. Sakın ha beni üzme. Seni Cenab-ı Hakk’a emanet ederim gözüm.
Bâki: Ya ölüm ya vatanın kurtuluşu.
Vatan fedaisi Kolağası zevceniz
20 Haziran 324 (3 Temmuz 1908)
Valide Hanım’ın muhterem ellerinden öper ve umum akrabaya arz-ı hürmet eylerim. Bana kimse lanet okumasın. Niyazi vatana gidiyor”
Resneli Niyazi’nin veda mektubu burada bitiyordu.
Ölmedi, yaşadı Resneli Niyazi; feleğin parlak ışıklarını da gördü, giderek bir kenara itilmenin kahredici yalnızlığını da. II. Abdülhamid ile Sultan Reşad’ın karşısında bıyıklarını burduğunu da biliyoruz, Bursa’ya muzaffer bir komutan gibi gidip de İttihatçılar tarafından konuşturulmayınca süklüm püklüm geri dönüşünü de.
Ve nihayet Avlonya limanında üç el silah patladı ve Vatan Fedaimiz yere yığıldı. Oğlunun söylediğine göre ceketinden “Beni bu menhus topraklarda bırakmayın!” yazılı bir vasiyet çıkmış. “Menhus topraklar”, öyle mi? Daha 4 yıl önce o topraklarda ıslahat yapılacak diye “Vatan elden gidiyor” telaşıyla ayaklanan siz değil miydiniz? Ne zamandır “menhus” oldu o topraklar? Ne zamandır?.
Kaynak: Mustafa Armağan/Zaman