Bir AKP'liden inanılmaz itiraflar
Abone olBu inanılmaz sözler, AK Parti'nin teorisyenlerinden Mehmet Metiner'e ait. İtiraflar bununla sınırlı değil..
Radikal Gazetesi'nden Neşe Düzel'e konuşan Metiner'in sözleri
gündemi sarsacak gibi görünüyor. Bakın Metiner Düzel'in sorularına
ne cevaplar veriyor:
Müslümanlarla ilgili henüz yayımla-madığınız bir
araştırma kitabı yazdınız. Ayrıca siz kendiniz de inançlı bir
insansınız. Sizce bir Müslüman inancını aynen korurken, dinle
ilgili görüşleri-ni değiştirebilir mi?
Tabii ki değiştirebilir. Din evrenseldir. Dinin her coğrafyaya, her
asra ve hatta her yeni güne bakan bir yüzü vardır. Zaman ve mekân
farklılaştıkça, insanların dine bakışları da farklılaşabilir.
İslam'ı, Peygamber dönemine indirgerseniz, o mekânın geleneklerini,
örflerini aynen bugüne taşımak gerektiğine inanırsınız ki... Bu da,
dinin özünü yanlış okuyorsunuz, dini statikleştiriyorsunuz ve dini
tek bir yorumdan ibaret sanıyorsunuz demektir.
Türkiye'de Müslümanlar dinle ilgili görüşlerini değiştirdiler
mi?
Önemli ölçüde değiştirdiler. Biz, 1980 öncesinde kadın eli sıkmanın
günah olduğuna inanırdık. Tıpkı Taliban gibi düşünürdük. İslam
devlet haline gelecekti ve toplum bu devlet eliyle gerekirse zorla
Müslümanlaştırılacaktı. Biz de böylece toplumu devlet üzerinden
fethedecektik.
Taliban gibi başka daha neler düşünüyordunuz?
16, 17 yaşındayız. Adıyaman'ın Kâhta ilçesinde İslamcı bir
mücadelenin
içindeyiz. Kendimizi Hz. İbrahim'in yerine koyuyoruz. Peygamberimiz
Mekke'yi fethettiğinde nasıl putları yıkmışsa... Hz. İbrahim
putları nasıl yıkmışsa... Biz de put düzenine karşı İbrahimi bir
isyan hareketi başlatmayı ve gidip Nemrut Dağı'ndaki heykelleri
yıkmayı düşünüyorduk.
İmkân olsaydı bombayla mı, dinamitle mi.... Biz, Taliban gibi
düşünüyorduk. Dünyanın harikası olan bu heykelleri put kabul
ediyorduk.
'Biz' diye konuşuyorsunuz. Siz o dönemde kimsiniz?
Biz, Erbakan'ın önderliğindeki Milli Nizam/Milli Selamet Partisi
çizgisinde faaliyet gösteren gençlerdik. Görüşümüzü, 'Şeriat
gelecek, vahşet bitecek. Dinsiz devlet yıkılacak' sloganlarıyla
özetlerdik. Ben 15 yaşından beri bu İslami hareketin içindeyim.
Bize göre Cumhuriyet rejimi, laiklik adına toplumu dinsizleştirmeye
çalışıyordu. Zaten laikliğin kendisi de dinsizlikti.
Demokrasi de küfürdü, değil mi?
Demokrasi bir küfür rejimiydi. Türkiye'deki Müslümanlar esaret
altındaydı. İslami devlet oluşturulmalı ve toplum bu devlet eliyle
yeniden Müslümanlaştırılmalıydı. 1980'den önce Müslümanların
tamamına yakını, Erbakan liderliğindeki siyasi hareket yoluyla
iktidarı ele geçirip, toplumu yeniden işte böyle Müslümanlaştırmayı
düşünürdü. Mevcut cebberrut devlet tüm mekanizmalarıyla bu kez
İslamileştirilecekti. Aslında bu Peygamber dönemindeki devlet
modeli değildir. Çünkü Peygamber hiçbir zaman devlet vaat
etmemiştir.
Peki devlet kurmamış mıdır?
Bu devlet, Mekke'den Medine'ye hicret edildiğinde, bir sosyal
düzene ihtiyaçtan ötürü kendiliğinden ortaya çıktı. Yoksa Kuran'da,
Müslümanların mutlaka İslami bir devlet kurmaları gerektiğine dair
bir ayet yok. Devletin farz olduğuna dair tek bir sözcük yok. Ama
siyasal İslam, İslami bir devlet kurmayı farzmış gibi anlıyor.
'Halkının tamamına yakını Müslüman olan ülkelerde, devlet
Müslümanların elinde olmalı ve İslam'ın hükümlerine uygun
davranmalı' diyor. Modern zamanların İslamcılık anlayışı bu. Çünkü
bu anlayışa göre din, bir devlet ideolojisidir.
Siz, değiştiğinizi ve siyasal İslam'dan vazgeçtiğinizi
söylüyorsunuz. Neden değişti bu görüşler?
Ben ve arkadaşlarım 1980'lerin sonunda değişmeye başladık. Bazı
arkadaşlarımız ise son yıllarda değişti. Demokrasiyi ve demokratik
laikliği savunmaya başladığım için ben İslamcı arkadaşlarım
tarafından siyasi olarak recmedilmek istendim. Çünkü İslamcılara
göre, demokrasiyi savunmak dinden çıkmak demekti. Demokrasiyi
savunduğum için, onlara göre ben artık Müslüman değildim.
Peki onlar ne zaman siyasal İslam'dan vazgeçmeye başladılar? İslami
bir devleti hedeflemeyen hareket ne zaman ortaya çıktı?
28 Şubat'tan sonra ortaya çıktı. Siyasal İslam'ın Türkiye'de
geçerli olamayacağı 28 Şubat sürecinde görüldü. Hiçbir demokrat
kişi , askeri müdahaleyi tasvip etmez ama 28 Şubat süreci, siyasal
islamcılarımızın demokrasiyi keşfetme sürecini de beraberinde
getirdi. İslamcıların demokrasiyi keşfi ne yazık ki böyle olabildi.
28 Şubat'ın bu olumlu neticesini kimse göz ardı etmemeli. Çünkü 28
Şubat'ta İslamcılar da mağdur oldu. Daha önce mağdurların tepkisini
bilmiyorlardı.
Dinciler, mağduriyetin ne olduğunu bilmiyor muydu o güne dek?
Bilmezlerdi. 12 Eylül 1980'de askeri darbe sol kesimin üzerinden
buldozer gibi geçtiğinde, insanlar hapishanelerde işkencelerde
öldürüldüğünde
İslamcılar hiçbir tepki göstermedi. Hatta işkence iddialarını
soruşturmak için Avrupa'dan gelen heyetlere, zamanın İslamcı
önderleri, 'Avrupalılara da ne oluyor? Bizim içişlerimize ne hakla
karışıyorlar' diye milli bir damarla siyaset yaptı. Ne zamanki
İslamcıların kendileri mağdur olmaya başladı, o zaman demokrasinin
gerekli olduğuna inandılar. Ben, Fazilet Partisi'nin programını
yazdım. Orada 'Demokrasi mağdurluklarınız üzerinden siyaset
yapacağınız, size kalkan oluşturacak bir silah değildir. Demokrasi,
ötekinin özgürlüğünü savunmaktır. Ötekinin özgürlüğü için mücadele
vermediğiniz sürece demokrat olamazsınız' dedim.
Siz, 1990'lı yıllarda Tayyip Erdoğan'ın da çok yakınındaydınız.
Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve ardından İstanbul Belediye
Başkanı'yken, Erdoğan'ın danışmanıydınız. Erdoğan o yıllarda
değişmemişti. Erdoğan'a danışmanlık yaparken güçlük çekmediniz
mi?
Tayyip Erdoğan çok sistemli bir biçimde değişti. Çünkü değişmeye
çok
açık bir insandı. Tabii ki o da geçmişi itibarıyla siyasal İslamcı
bir anlayışa sahipti. İslam devlet olmak için, politik hayatın
egemeni olmak için vardı. Kutsal kitap politik bir metin gibi
okunuyordu. Kuran bir politika kitabıydı. Peygamber bir siyasal
önderdi. İslam'la devlet arasında işte bu tür bir özdeşlik Tayyip
Erdoğan'ın da kafasında vardı. Çünkü 1980 öncesinde böyle bir
kültür edinerek gelmişti. Ama Erdoğan 1990'ların ortalarından
itibaren çok ciddi bir zihinsel değişim içine girdi.
Ama Erdoğan 1990'ların ortalarında hâlâ, demokrasiyi tramvay gibi
görüyordu, bu tramvay kendisini istediği durağa getirdiğinde bu
tramvaydan inecekti.
Tayyip Erdoğan 1990'ların ortalarına kadar demokrasiye ve laikliğe
kuşkuyla yaklaşan bir insandı. Dolayısıyla Refah Partisi İstanbul
İl Başkanlığı döneminde yaptığı pek çok konuşmada, laikliği
dinsizlikle özdeşleştiren Milli Görüş anlayışına yaslandığı zaten
görülebilir. Milli Görüş'a göre laiklik dinsizlikti, demokrasi de
küfürdü. İslam mutlaka devlet olmalıydı. Bugün ise Tayyip Erdoğan
ve AK Parti'yi kuranların tamamına yakını kökten değişti.
Demokrasinin ve laikliğin gerekli olduğuna inanıyorlar. 'Din
temelinde siyaset yapmak yanlıştır' diyorlar. Bu önemli bir
zihinsel ve siyasal değişimdir. Onlar, siyaset etme tarzlarını
Fazilet Partisi dönemindeyken değiştirdiler. Demokrasinin olmazsa
olmaz bir öneme sahip olduğunu ve 'demokratik laiklik' anlayışının
herkesi bir arada barış içinde yaşatacak yegâne çözüm olduğunu
anladılar.
İslamcıların büyük bölümünün bugün siyasal İslam'dan vazgeçtiğini
söylüyorsunuz. Bunda, başka ülkelerlerde kurulan din devletlerinin
yaptıkları etkili oldu mu?
Biz, İslami devlet kurulursa bütün problemlerin çözüleceğini
varsayıyorduk.
Ama 1979'da İran'da İslam devleti kuruldu. Orada problemler çözüldü
mü? Afganistan'da Sovyet işgali bitirildi, İslamcılar iktidara
geldi. Peki orada sorunlar çözüldü mü? Çözülmedi. İslamcılar,
iktidar kavgasına tutuştu, birbirini öldürdü. Biz, İslam'ın devlet
düzeni haline gelmesiyle sorunların çözülmeyeceğini görmeye
başladık.
Bir din, devlet haline geldiği zaman bizatihi kendisi mi sorun
olmaya başlıyor?
Devletleşen dinin bizatihi kendisi bir zulüm cihazı olarak
karşımıza çıktı. İran'da mollalar insanlara özgürlük vermek için
şahlık rejimini devirdiler ama devrimin tankları o devrimi yapan
insanların üzerine sürülüyor. Devrimin kendi çocukları devrimin
silahlı güçleri tarafından yok edilmek isteniyor. İran derin
devleti İslam'ın politik yorumunu müthiş bir baskı aracı olarak
dayatıyor. Bizler bunu gördük. Türkiye'de başörtüsü mücadelesi
veren arkadaşlarımız, laiklerin şu sorusuyla da karşılaştı.
'Siz, laik devletin başörtüsüne karıştığını söylüyorsunuz.
İran'daki İslami devletiniz kıyafete karışmıyor mu peki? Onlar da,
'Başı açıklar üniversitelerimizde okuyamaz, sokaklarımızda gezemez'
diyor.
İran'a giden gazetecilerin bile başlarını kapatıyorlar. Biz İslami
devletinizden çok daha özgürlükçüyüz' demeye başladı. Zaten önemli
olan iktidarın değişmesi değildir.
Önemli olan nedir?
Önemli olan zorba politikalar ve ideoloji dayatan devlet
anlayışının değişmesidir. Devlet eliyle laikliği dayatmakla devlet
eliyle İslam'ı dayatmak arasında hiçbir fark yok. İnsanlar
bırakalım neye inanıyorlarsa öyle yaşasınlar. Günah işleme,
cehenneme gitme özgürlükleri olsun. Siz, insanlara cehenneme niçin
gitmemeleri gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ama yeryüzünde
cehennemin zebanileri gibi bekleyip, 'Ben sizi cehenneme
göndertmem' diyemezsiniz. Çünkü Allah zaten cennet ve cehennemi
hiçbirimizin bilmediği bir yerde saklı tutuyor. Ama modern
İslamcılık,
İslam'ı devletleştirmekle, aslında Allah'ın bir yerlerde saklı
tuttuğu cenneti ve cehennemi yeryüzüne indiriyor. Daha çok da
cehennemi... Çünkü İslam'ın egemen olduğu her ülkede bir de
bakıyorsunuz ki, toplum yasaklar, baskılar ve korkular ve
kuşkularla, cehennemi bir hayat yaşıyor.
Türkiye'de insanlar siyasi İslam'ın dayatılmasından hâlâ
korkuyorlar. Haklı sayılmazlar mı?
Bu kuşkuyu çok samimi taşıyanlar var. Ama bizler değiştik. Bülent
Arınç, Abdullah Gül, Mehmet Ali Şahin... Onlar değişti. Bugün biz
değiştiğimizi davranışlarımızla kanıtlıyoruz. Ama Erdoğan ve
arkadaşlarının değişmediğini iddia eden bazıları var ki, onlar
'statükonun muhafızlığını' yapıyor. Sürekli başkalarının değişip
değişmediğini sorguluyorlar. Aslında değişmesi gerekenler onlar.
Bizlerin değiştiği kadar onlar da değişmiş olsaydı, Türkiye bugün
demokratik cumhuriyetiyle bölgesinde örnek ülke olurdu.
Eskiden İslamcılar, dinle demokrasi arasındaki ilişkiyi çok katı
değerlendirip, İslam'da demokrasi olmayacağını söylüyorlardı. Neye
dayanarak söylüyorlardı bunu? Dini bir temeli var mıydı bu
görüşün?
Bu görüşün hiçbir dini temeli yok. Dinle demokrasi arasında
düşmanlık
ilişkisi kuran İslamcılarımız, demokrasiyi, tıpkı İslam gibi bir
din sanıyordu. Dolayısıyla insanların demokrasi üzerinden yeni bir
din tercihine zorlanacağını düşünüyorlardı. Halbuki demokrasi
ideolojisizdir. Demokratik devlet, vatandaşlarına din, inanç,
mezhep empoze etmez. Demokratik devletin vatandaşları neyi
seçeceklerine kendileri karar verir ve onu yaşarlar.
İslamcılar, İslam'la demokrasiyi nasıl bağdaştırıyor şimdi?
Dinin farklı bir okuması ortaya çıktı. Dinin, bir devlet düzeni
olmadığı anlayışı hâkim olmaya başladı. Gerçi dini hâlâ bir politik
ideoloji olarak algılayan İslamcılar bunu kabul etmiyor. Dinin,
hayatın her alanına mutlaka müdahale etmesi gerektiğine inanıyorlar
ama, din bir ideoloji değildir. Din bir inançlar manzumesidir.
Dinin sabiteleri vardır. Siz, Peygamber'e inanmamazlık edemezsiniz.
Ötede bir yerde bir başka âlemin varolduğunu inkâr edemezsiniz. Bu
sizin sabitelerinizdir. Ama mirasın bölüştürülmesi konusunda zaman
ve ilişkiler değişmiştir. Dinin ilgili ayetini farklı
okuyabilirsiniz. Kadınların sosyal, ticari hayata katıldığı modern
dünyada siz kadınların mirasını Kuran'daki gibi bölüştüremezsiniz.
Böyle bir okuma Kuran'ın özüne aykırı değildir. Siz, dini, total
bir anlayışla her yere birden indirgeyemezsiniz.
Anlamadım...
Öyle olsaydı, Allah Kuran'ı bir anda toptan indirirdi. Parça parça
23 yılda indirmesine gerek yoktu ki... Allah içkinin haram olduğunu
bilmiyor muydu, hâşâ... Niye ilk anda yasaklamadı? Niye başörtüsü
ayeti Medine'ye hicretten sonra indi? O zamana kadar mümin kadınlar
başları açık dolaşıyordu. Başörtüsüyle ilgili ayette
'Başörtülerinizi göğüslerinizin üzerine salın' denildi. Erkekleri
fitneye sevk edebilecek dış görünüşün biraz daha normalleştirilmesi
istendi.
Saçın gözükmediği bir örtünme şekli değil mi bu?
Hayır. Saçın kendisi zaten cinsel tahrik nedeni değildir. Olsaydı,
başörtü yasağından dolayı okula gidemeyen kızlar peruk takmazdı.
Hatta giyimin kendisi de tahrik edici olabilir. Siz öyle bir
pardesü giyersiniz ki, dışarıdan bakan sizi cinsel bir obje gibi
görebilir.
İslam'da kadının başını kapatması farz değil mi?
Kuran'da örtünme var. 'Başörtülerinizi göğüslerinizin üzerine
salıverin' diyor. Bu ayeti, çarşaf giyin diye yorumlayanlar çıktığı
gibi, son zamanlarda bazı din bilginleri başörtüsü farz değildir
diye de yorumlayabiliyorlar. Burada şu nokta önemli. Bir insan
başını örtmediği için Müslümanlık'tan çıkmaz. Ama yakın zamanlara
kadar biz örtmeyen bir kadına Müslüman gözüyle bakmazdık. Halbuki
başını örtmeyen bir kadın pekâlâ Müslüman'dır ve belki de başını
örtenden çok daha fazla yüreğinden hissederek Müslüman'dır. Kimse
insanın yüreğindeki imanın ölçüsünü kendisi koyamaz.