Hepimize olmuştur. Market raflarının arasında dururken kendimizi içinde bulduğumuz ikilem: Organik sertifikalı ürünü mü tercih etmeliyim yoksa sertifikası olmayan daha uygun fiyatlı ürünü mü? Bu soru bir çok anlama gelebilir. Mesela sağlıklı olan mı yoksa böcek ilacı sıkılmış olan mı? Lezzetli mi, yoksa tatsız mı? Süslü mü, yoksa sade mi? Temiz mi, kirli mi? İyi mi, kötü mü? Ama tüm tüketiciler için en önemlisi: Buna fazladan ödemeye değer mi? Araştırmalar değmediğini işaret ediyor. Yüksek fiyat mutlaka yüksek kalite getirmiyor. Tüketicilere organik ürünün diğer seçeneklere göre daha pahalı olması doğal gelecektir. Tüketici raporlarının sonuçlarına göre, ortalama organik bir ürünün tezgahtaki fiyatı, standart ürün fiyatının bir buçuk katı. Organik bir ürünün toptancıdaki satış fiyatı ise normal ürünün üç katından daha fazla. Fiyat farkı sadece kullanılan organik üretim tekniklerinden kaynaklanmıyor. Tüketici aynı zamanda organik ürünü üreten ‘marka’ya da para ödüyor. Sonuç olarak ‘organik’ aynı zamanda ‘lüks’ demenin sadece başka bir yolu. ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin araştırma sonuçlarına göre sadece %5-7 fiyat farkı olması gereken ürünlerde %30 oranında “premium” bir fark söz konusu. Bu durum organik üretim yapan çiftliklerin geleneksel üretim yapanlardan fazla kazanmasını sağlıyor. Kullanılan sentetik zirai ilaçların doğal su yollarını kirlettiği ve çevreye zarar verdiği yönünde hiç şüphe yok. Ancak birçok organik çiftlik de (özellikle de büyük olanlar) da tarım ilacı kullanmaktan çekinmiyor. Bu da organik ürünleri ‘organik’ yapan şeyin ne olduğunu sorgulatıyor. 2010’da yapılan bir araştırmaya göre, organik gübre kullanımının çevreye yönelik negatif etkileri sentetik gübreden daha fazla. Buna ek olarak, organik tarıma bağlı olarak daha az ürün üretilmesi ve büyük şirketlerin de organik üretime başlaması, verimliliğin düşmesi ve atmosfere daha fazla sera gazı salınmasına da neden oluyor. Bilimin söylediklerine bakılırsa organik ürünlerin besin değerleri de standart ürünlerin besin değerlerine göre daha yüksek değil. Ek olarak, 2012 ve 2014’te yapılan araştırmalar organik ürünlerin fosfor ve antioksidan değerlerinin yüksek, kadmiyum değerinin düşük olduğunu gösteriyor. Tufts Üniversitesi’nde beslenme profesörü olan Jeffrey Blumberg durumu şöyle özetliyor: “Organik ve standart tarım metotları kendi aralarında da o kadar değişkenlik gösteriyor ki, tümünü kapsayıcı bir yargıya varmak mümkün değil. Eğer daha iyi beslenmek istiyorsanız daha çok sebze tüketin. Organik ya da organik olmaması bir şey değiştirmiyor.” Ancak Kaliforniya Üniversitesi’nin 2011’de yayınladığı rapora göre, ÇÇG raporunda ‘kirli’ olarak nitelenen tarım ürünlerinin taşıdığı ilaç kalıntıları, güvenli olarak kabul edilen limitleri zaten aşmıyor. Kaliforniya Üniversitesi, ÇÇG’nin çalışma metodolojisini eleştirdi ve standart şekilde üretilen gıdaların organiklerden çok da farkı olmadığını belirtti. Üniversitenin raporuna göre “tüketici için ortada herhangi bir sağlık riski yok”. Çiftliklerdeki çalışma şartları zorlayıcı ve tarım işçilerinin emeği genellikle sömürülüyor. Maalesef bu durum organik tarım sektöründe çalışan işçiler için de geçerli. Organik tarım sertifikaları, çalışma etiği ile ilgili kurallardan yoksun. Doğa dostu yayınlarıyla tanınan haber sitesi Grist’in 2006’da yayınladığı bir haber, organik tarım işçilerinin kötü muamele gördüğünü, çiftliklerin asgari ücret yasalarını çiğnediğini ve işçilerin cinsiyetçiliğe maruz kaldıklarını ortaya koyuyor. Eğer ne yediğinizi daha iyi bilmek istiyorsanız, tarım ürünlerini semt pazarlarında, oranın yerlisi olan çiftçilerden alın. Organik ya da değil. Fiyatlar süpermarkettekilerden daha yüksek olmayacaktır. Ayrıca mevsim sebze ve meyveleri süpermarketteki gibi uzak yoldan gelmediğinden daha taze olacaktır. Eğer pazara çıkamıyorsanız dahi, kendini organik olarak nitelendiren tarım ürünlerine para harcamayarak tasarrufta bulunmanız mümkün.