Beyaz ve yoksul müslümanlar neden çatışmaz?
Abone olTayfun Atay, Zaman gazetesine verdiği röportajda dindar-muhafazakar kesimlerin yaşadığı ayrışmayı değerlendirdi.
İNTERNETHABER.COM
Radikal sindeki sosyoloji ve medya analizleriyle
dikkat çeken Okan Üniversitesi sosyoloji bölüm
başkanı Prof. Dr. Tayfun Atay,
Zaman gazetesine verdiği röportajda
dindar-muhafazakar kesimlerin yaşadığı ayrışmayı
değerlendirdi. "Yeni Türkiye" söylemi ve
Başbakan Erdoğan'ın siyasi söyleminin toplumsal
karşığını sorgulayan Atay "beyaz müslümanlık" kavramını masaya
yatırdı.
Atay, dindar–muhafazakâr kesimin zenginler ve yoksullar olarak ayrıldığını vurguladığı röportajda
BEYAZ MÜSLÜMANLIK NEYİN NESİDİR?
Yerel seçimlerin yapıldığı akşam çekilen balkon
fotoğrafını “Balkonda el ele tutuşup yükselen kollar ‘Beyaz
Müslümanlar'ın kolları'dır” diye yorumluyorsunuz. Nedir Beyaz
Müslümanlık?
Kabul etmem gerekir ki burada Beyaz Müslümanlığı her şeyden önce
yerel seçim sürecinde dillere dolanmış ‘Beyaz Türkler'
kavramına tepkisel bir çağrışımla kullandım. Beyaz Müslümanlar,
daha önce başkaları tarafından da telaffuz edilmişti. Bu,
Türkiye'de 1980'lerden itibaren yaşanan sosyo- ekonomik dönüşümün
sonucu olarak türetilmesi kaçınılmaz olmuş bir kavram. Bu kavramı
karşılayan toplumsal bir gerçeklik, bir insan dinamiği var.
Kastettiğimiz, bir Müslüman burjuvazinin ortaya çıkması. Türkiye'de
Özal döneminden başlayarak kapitalizm Anadolu'ya yayıldı.
Girişimciliğin gelişmesiyle karşımıza laik burjuvaziden farklı
olarak dindar – muhafazakâr alt yapıya sahip yeni bir girişimci
sınıf ortaya çıktı. Müslüman burjuvazi bu. ‘Anadolu
Kaplanları' tabir edilenlerin de önemli bir kısmını içerdiği
söylenebilir. 2000'li yıllara gelindiğinde bu burjuva sınıf,
iktisadi, toplumsal ve politik olarak daha güçlü ve iddialı hale
geldi. Yani Türkiye'de Müslümanlar zenginleşti. Sermaye,
İslâmileşti.
Türkiye zaten Müslüman bir toplum değil mi?
Kastettiğimiz dindar-muhafazakâr kesimin zenginleşmesi. Kırsal
temelli bir yaşam biçiminden çıkıp girişimci endüstriyel bir atılım
içine girildi. Ve Türkiye'de iktisadi olarak hâkim sınıf,
yani burjuvazi, kültürel temelli olarak ayrıştı. Seküler/laik bir
burjuvazimiz vardı. Artık Müslüman burjuvazimiz de var.
Dindar- muhafazakâr kesimin içinde bir tabakalaşma,
sınıflaşma ortaya çıktı. Dindar- muhafazakâr zenginler ve yoksullar
olarak…
AK PARTİ "BEYAZ MSÜLÜMANLIK"IN
NERESİNDE?
Bugün ‘Beyaz Müslüman'lığın ortaya çıkışında AK Parti'nin
payı nedir?
Türkiye'de dindar -muhafazakâr burjuvazinin siyasi temsilini tam
anlamıyla AK parti oluşturdu. Ama burada bir ittifaka da değinmek
gerekir, Gülen Hareketi ile Milli Görüş çizgisinden gelen AK
Parti'nin ittifakı. AK Parti daha çok ekonomi-politik
dinamikten beslendi. Ancak AK Parti iktidarının toplumsal ve
kültürel dinamiğinin Gülen Hareketi dolayısıyla olduğunu göz ardı
edemeyiz. Fethullah Gülen'in Türkiye'de kültürel mobilizasyon
sağlama açısından çok eskiye dayanan bir pratiği var. O pratik,
2000'lerden itibaren bir kitle desteği olarak AK Parti iktidarıyla
buluştu. Ve bugün, bu iktidarın kitlesinin kendi içinde de sosyo
-ekonomik temelli bir ayrışma olduğu ortada. İşte
zenginleşmiş Müslümanların ve Müslümanlığın siyasi hayattaki
karşılıkları, 2014 yerel seçimleri sonrası balkonda gördüğümüz o
tablo. Başbakan ve yakınlarının o görüntüsü, aynı zamanda bu
zenginliği temsil eden bir tabloydu. Aşağıdaki kitle ise hareketi
destekleyen ama bu zenginliğin dışında kalan insanlar.
BEYAZ TÜRKLER İKTİDARDAN DÜŞÜP DEMODE
OLDU
Peki, Beyaz Müslümanlık Beyaz Türklüğün yerini mi
alıyor?
Beyaz Türkler demode oldu. İktidardan düştü. Beyaz Türkler'de
sorun, Batılılaşmış bir zengin ve elit-entelektüel tabakanın
kendini aynı yaşam biçimini benimsemiş seküler-laik yoksul
kesimlerden de ayrıştırmış olmasıydı. Burada sınıfsal/ekonomik
çelişki kendini çok bariz gösteriyordu. Dindar muhafazakâr kesim
içerisinde böyle bir çelişki henüz çok görünmüyor. On yılların
vesayet rejimi, mağduriyeti nedeniyle sınıflar-arası ayrışma
dindar-muhafazakâr kesimde kendisini çok fazla dışa vurmuyor.
Dindar yoksul ile Beyaz Müslüman arasındaki çatışma işaretleri
kendini göstermiyor. Hiç yok değil tabii ve bunu
sorunsallaştıranlar var. Antikapitalist Müslümanlar gibi… Ama
bunun henüz çok güçlü olmadığını, güdük olduğunu
görüyoruz.
ZENGİN MÜSLÜMAN İLE YOKSUL MÜSLÜMAN
NEDEN ÇATIŞMIYOR?
Zengin Beyaz Müslüman ve yoksul Müslümanlar arasında bir
çatışma olmamasının sebebi nedir?
Dinsel söylem ve pratikten çıkış bulan bir ortak kültür var.
Seküler burjuvazi ve Beyaz Türklerin yaşantısıyla, seküler
yoksul kesimlerin yaşantısı kültürel anlamda da birbirinden
çok kopuktu. Ama burada bir takım ortak kültürel kodlar var, dini
hayatın gereklerini yerine getirmek gibi. Bu kodlar sınıfsal ve
iktisadi çelişkinin bir şekilde şimdilik üzerini örtüyor.
Ortaya çıktığında ne olur?
Ortaya çıkacak şüphesiz, böyle devam etmez. Bu gruplar arasında
çatışma kendini gösterecek. Şimdilik seküler kesime karşı pozisyon
alınıyor. Ana rakip seküler- laik kesim gibi görünüyor. Zaman
içinde dindar- muhafazakâr kesimin kendi içinde birtakım iktisadi
ayrışmalar daha da belirecek. O zaman ‘ Yapmayın din kardeşiyiz'
demek çok fazla karşılık bulmayacak. Çünkü kapitalizmin dini imanı
yoktur. Yahut kapitalizmin dini imanı paradır.
YOLSUZLUK MUHAFAZAKARLARIN UMURUNDA
DEĞİL Mİ?
Yolsuzluk toplumun önemli ve özellikle inançlı bir
kesiminin neden umurunda değil?
Çünkü büyük bir kültürel kazanım var. Bu kesim açısından iktidar
olma duygusu çok önemli. Bir de öncesi var. Askeri vesayet rejimi,
onun 1990'larda yaşananlara dair bıraktığı izler var. İkna
odaları mesela… Ama şimdi iktidar duygusu ve tutkusu hâkim. Böylesi
bir önceki dönemle farklılık halinin mevcudiyeti sebebiyle, bu
kazanımları sunduğu düşünülen iktidarla ilgili ahlaki açıdan
sorgulanabilecek iddiaları değerlendirmemeyi tercih etti insanlar.
Bu, ‘Kazandığım zemini kaybetmek istemiyorum. Kazanımlarım elimden
gitmesin. Bunu korumak uğruna da gözümü başka rahatsızlıklara
kapayabilirim' demek oluyor. Bir grubun, topluluğun kendi içinde
söz konusu edilebilecek yolsuzluk ve rüşvet sorunu, bu grubun
karşıtlık içinde olduğu, hasım sayılan bir ‘öteki'nin hâlâ var
olduğu algısı karşısında görünmüyor, görmezden geliniyor.
Bu, Türkiye'de insanların istikrara oy verdiği anlamına mı
geliyor?
Bir kesim, kendi ekonomik ve kültürel istikrarları sebebiyle, bazı
ahlaki istikrarsızlıkları göz ardı etti diyelim.
"YENİ TÜRKİYE" TÜM ÜLKEYİ KAPSIYOR
MU?
Mağduriyet tezi ve kutuplaştırmadan AKP'nin hep kazançlı
çıktığı yorumları yapılıyor. Mağduriyet ve kutuplaştırmanın seçmen
nezdinde bir önemi var mı?
Var. Mağduriyet tezi, AK Parti'yle birlikte önümüze konulmuş ‘Yeni
Türkiye'nin kendisine tarih inşa girişiminin bir parçası…
Mağduriyet tezini iktidar çevreleri, ‘Yeni Türkiye'nin kuruluş
sürecinin öncesindeki bir takım olaylara referansla kendilerine
tarih inşa etme yolunda işlevselleştiriyor. Yani ‘O günleri unutma.
Bak nerden nereye geldin' mesajı veriliyor halka. Bugünkü
durumda AK Parti'yle ortaya çıkan yeni bir statüko var. Bu
statükoyu sürekli kılma yolunda daha önce yaşanmış mağduriyetlere
sürekli vurgu yaparak, aslında ‘Yeni Türkiye'nin tarihi inşa
ediliyor. Geçmişteki mağduriyetleri insanlara hatırlattığınızda
kendi sürekliliğinizi sağlama yolunda büyük bir imkân elde
edersiniz. Bunun yanı sıra mevcut sorunları, eşitsizlikleri,
çıkar çatışmalarını, yolsuzluğu, rüşvet iddialarını kamufle
etme yolunda da büyük bir avantaj elde edersiniz. Pek çok ulusun
tarihine baktığımızda hep bu türden mağduriyetlere ve bunların
nasıl aşıldığına vurgu yapıldığını bol bol görürüz. ‘Yeni Türkiye',
aslında alttan alta bir yeni ulus inşası, o yüzden de kendi
tarihini yazıyor bu mağduriyetler üzerinden…
BAŞBAKAN NE YAPMAYA
ÇALIŞIYOR?
10 yıllık AK Parti iktidarıyla bir Erdoğan Türkiye'si
oluştuğu ve Başbakan'ın kendi ülkesini kurmaya çalıştığı
yorumlarına katılıyor musunuz?
Bu bir otoriteryan, hatta daha da öte totaliteryan gidiş
belirtisi. Demokrasiyi araçsallaştırarak, otoriter, ‘tek
adam' Türkiye'sine doğru bir gidiş. Çoğunluk desteğini vurgulayarak
hatta onun arkasına sığınarak totaliter bir rejime
ilerleniyor. Demokratik bir iktidar, bir çoğunluğa hâkimse
demokratikliğini ancak azınlıkta kalanları gözeterek ispatlar.
Demokratik olma sınavından geçiş, kendisine oy veren çoğunluğa
değil, kendisine oy vermeyen azınlığa dönük uyguladıkları ve onlara
yönelik politikalarına verilecek nottan çıkar.
"YENİ TÜRKİYE" ERDOĞAN'IN TÜRKİYE'Sİ
Mİ?
Bahsedilen ‘Yeni Türkiye' Başbakan'ın Türkiye'si
mi?
Yeni bir Türkiye'den söz ediliyor. Bunun dindar-muhafazakâr yaşam
biçimini homojenleştirmeye çalışmak olduğu açık. Bunu ortaya
atanlar, esas olarak askeri vesayetin olmadığı, özgürlüklerin
rahatça kullanıldığı bir Türkiye'yi kastediyoruz diyecekler
muhtemelen. Eski Türkiye, vesayetçi, laisist rejim olarak
gösterilecektir. Fakat Türkiye toplumunda o kadar farklı segmentler
var ki, Türkiye'yi yönetenlerin biraz da bu grupların gözünden
bakması gerekiyor. Başka yerlerden bakıldığında ‘Yeni Türkiye',
dindar-muhafazakâr hayatın dışında olanlar için bir baskı, kendi
yaşam biçimlerinin, özgürlüklerinin yok edilmesi, toplumu belli bir
yönde homojenleştirme, türdeşleştirme girişimi olarak algılanıyor.
Oysa bugün ‘Yeni Türkiye' inşa edilirken onu kendileri için tehdit
olarak algılayıp tedirgin olanların, demografik ve ekonomik olarak
çok önemli bir ağırlık oluşturduğunu görmeliyiz. Yeni Türkiye
içerisinde seküler yaşam biçimini sürdürmek isteyen milyonlarca
insan, en mütevazı deyişle bu ülkenin yüzde 25'i... Peki ‘Yeni
Türkiye', ülkenin yarısını mı, yüzde 45,5'ini mi, yoksa yüzde
100'ü mü kapsıyor? ‘Yeni Türkiye' kavramını ortaya atanlar iç
rahatlığıyla yüzde 100'ü kapsadığından söz edebilir mi? ‘Yeni
Türkiye'nin ne olduğunu anlatmaya çalışırken, kendi zaviyelerinin
dışında, karşı zaviyelerden de görmeye, bakmaya, karşıda olanların
dünyasıyla duygudaş biçimde değerlendirme yapmaya çalışmalılar.
Yeni Türkiye acaba tüm ülke mi? Değilse çok ciddi bir
birlik-beraberlik sorunumuz var demektir.
RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN