Beş vakitte terapi
Abone olReha Erdem, son filminde ezan vakitlerine göre hayatını düzene koyan üç çocuğu perdeye yansıtıyor.
Reha Erdem, son filmi ‘Beş Vakit’te ezan vakitlerine göre
hayatını düzene koyan bir köydeki üç çocuğu perdeye yansıtıyor.
‘Toprakla deniz, kayayla gök arasında asılı bir köyde büyümeye
çalışan üç çocuğun zamanın akışında yuvarlanmalarının filmi. Orada
zamanın tek sarkacı, kimi zaman gümüşi bir bıçak gibi parlayan
minare ve onun güneş saatiyle dönen beş vakti…” Reha Erdem, son
filmi ‘Beş Vakit’i bu cümlelerle özetliyor. Yeni deneyiminde
‘zaman’a dair zihnindeki soruları görüntülerle buluşturuyor.
Filmlerinde genel yaklaşımı yanıt vermekten çok soru
sormak. “Cevap vermek kolay, önemli olan hakiki anlamda soru
sorabilmek.” diyen Erdem’in ‘İnsan nedir ki?’ cümlesinden yola
çıkarak şekillendirdiği ‘Korkuyorum Anne’ vizyonda. Var olma
sorunları etrafında örülen bir konusu var. Son filminde ise üç
çocuğun ergenlik dönemindeki sancılı büyümelerinin öyküsü, beşe
bölünen zaman fonunda aktarılıyor. Büyüme, çocukluğun bitmesi, bu
süreç içinde yüklenen sorumluluklar, onlardan kurtulamama hali,
aile ilişkileri; özetle çocukluktan çıkma hikâyesi anlatılıyor.
Reha Erdem’in filmlerinin geneli için yapılabilecek bir tespit;
zamanın ve mekânın belirsizliği. Yönetmenin bu bilinçli tavrı
tamamen filmin kendine has zaman ve mekânını oluşturmaya yönelik.
‘Beş Vakit’te de bu yaklaşımı görmek mümkün. “Her filmin kendi
dünyası, yeri, zamanı ve coğrafyası vardır. Ben ‘Beş Vakit’i gidip
Kozlu Köyü’nde çektim ama perdeye yansıyan tamamen filmin köyü.
Tabii ki o ortamın bana verdiği duygulardan besleniyor.” diyor.
Filmde, köydeki çocukların öykülerine klasik müzik eşlik ediyor. Müziğin de desteğiyle filmin genelinde köy hayatı ile ilişkilendirilmesi güç olan bunalımlı bir hava hâkim. Bu ise akıllara “Yönetmen bilinçli olarak dışarıdan bakan bir gözle mi sorunlara yaklaşmayı denedi?” sorusunu getiriyor.
Yazları çekimlerin yapıldığı Çanakkale’nin Kozlu köyünde yaşayan Erdem, oradaki hayatı uzun süre izleme ortamı bulmuş. “Olayları kendi gözümden aktarıyorum ama bu çocukların yanından bir tanıklık. Belki de benim çocukluğumun bakış açısı.” diyor. Bu yaklaşım sonucu çocukların sorunları büyüklerin gözündekinden daha ağır anlamlara bürünüyor, mesela dayaklar abartılı bir şekilde aktarılmış.
Müzik tercihi ise tamamen filmin kendi zamanı ve coğrafyası ile
alakalı. Erdem, diğer çalışmalarında da müzik ve diğer öğelerin
günlük hayata dair olmadığının altını çiziyor. Filmin kasvetli
olduğu fikrine ise katılmıyor. ‘Korkuyorum Anne’nin daha kötümser
olmasına rağmen ‘Beş Vakit’in iyimser olduğunu düşünüyor.
Çocuk karakterlerin önünde uzun bir hayatın olması bunun göstergelerinden. “Kasvet, çocuk karakterlerden değil benden kaynaklanıyor.” diyen Erdem’e göre; her iç kararması aydınlık demek aynı zamanda. “Bu nedenle filmi izlediğinizde size hatırlattıkları içinizi açıyor.” Akışın yatsıdan sabaha doğru ilerlemesi de çocukların ana karakterler olması gibi umuda, hayata işaret etmek amacıyla kurgulanmış. ‘Beş Vakit’te hiç kötü karaktere yer verilmemesine dikkat çekiyor yönetmen. Bu da filmin hiç kara olmayan bir yönü; sadece sevgisizler ya da sevgisini gösteremeyenler var.
Erdem, büyümenin üzücü de bir şey olduğu kanaatinde. Öykünün
sonunda Ömer’in ağlamasını sadece suçluluk duygusundan değil, bütün
hayata karşı bir tavır olarak açıklıyor. Yönetmenin, büyümeyi
trajik olarak görmesi, şüphesiz filmin atmosferinde de belirleyici
oluyor.
Filmde beş defa ezan okunuyor. Ezanın vurgusu kadar tercih edilen
müzik de belirgin bir unsur. Yönetmen başka bir dine ait olmasına
rağmen dindar bir müzisyenin bestelediği ‘ilahi’ niteliğindeki
parçaları tercih etmiş.
Böylece farklı renklere sahip olmasına rağmen müziklerin birbirini tamamladığını düşünüyor: “Hissedilen ilahi duygu, köyden, ezandan ve o müziğin karışımından ortaya çıkıyor benim için.” Filmde ezanın duruşu sadece bir saat gibi değil, minare de gündelik olmayan bir şeye işaret ediyor. Bunu herkes farklı algılayabilir, fakat yönetmen için zamanın ötesinde bir anlamı var. İslam kültürünün hayatımıza bir şekilde etki ettiğine, en azından çocuk yaştayken dualar öğrendiğimize ve ezanı günde beş vakit duyduğumuza dikkat çekiyor.
Erdem, filmde ezanın dışında hayata sinmiş bir ‘İslami kültür’ün
var olduğuna değiniyor: “Bu, yetmiş milyonluk Türkiye’de olması
gereken ama yitirdiğimiz bir değer.” Kozlu köyünde bu değerlerin
hâlâ korunuyor olması belli ki yönetmeni etkilemiş: “Orada ezan
okunduğunda sadece vakti değil birçok şeyi söylüyor fakat ne yazık
ki büyük şehirlerde durum artık çok farklı.”
“MONTAJ SİNEMASINA İNANIYORUM”
İmamın oğlu Ömer, babası ile bir türlü iletişim kuramayan bir
karakter. Bu nedenle onu öldürmeyi planlıyor. Yakup’un da Ömer
kadar olmasa da babasıyla sorunları var, ilgisini dağıtan tek unsur
köy okulundaki öğretmenine duyduğu aşkı. Yıldız ise çocukluktan
ablalığa terfi ettiği dönemde kendini oyundan çekip eve gelemediği
için annesiyle problemler yaşıyor. Dışarıdan küçük görülebilecek
ergenlik dönemindeki bu sıkıntılar çocukların dünyasından, büyük
boyutlarda ekrana taşınıyor.
Ergenlik, Reha Erdem’in önemsediği bir dönem. Nedeni hayata dair birçok güçlüğün o yaşlarda düğümlenmesi. Okuldaki sahnede öğrencilerin ‘Uyan çocuk uyan artık’ şiirini okumaları da doğanın içinde ölü gibi yatan çocukların gözlerini her açtığında değişen dünyaya uyanmaları da aslında aynı noktaya işaret ediyor: “Her defasında bir şeyleri bırakıp uyanıyorlar. Büyümek böyle bir şey olsa gerek.” yorumunu yapıyor Erdem. Filmlerini ise kendisi için adeta bir psikanaliz olarak görüyor.
Çünkü sorularının zeminini çoğu zaman orada buluyor.
“Belki bunlar beni daha çok sanata yöneltiyor. Zaten bütün sanatlar
bunlardan yola çıkarak ortaya konulmuyor mu? Ben ruhuma girdiğimde
bunları çıkarabiliyorum.” diyor. Yönetmenin bu yaklaşımından
beslenen ve bilinçaltı okumalarına dönük ‘Beş Vakit’deki Freud’un
psikanalizini hatırlatan yaklaşımını diğer filmlerinde de görmek
mümkün.
Reha Erdem’in daha öncekiler gibi son çalışmasında da teknik,
içerik ve kurgu kadar ön plana çıkıyor. Özellikle görüntülerdeki
özen ile ‘Beş Vakit’ son dönemlerde vizyona giren filmlerden açık
ara önde. Erdem ise “Ben montaj sinemasına inanıyorum” diyor. Ona
göre sinemanın anlamı montaj ile yakalanıyor. Hep aynı ritimde film
yapmanın sıkıcı olduğunu düşünüyor. Sürekli aynı ritimde film
yapanların bunu tarzları olarak açıklamasını ise gerçekçi
bulmuyor.
Bu tamamen işi bilmemelerinden kaynaklanıyor. Sinemanın son
kertesi montaj olsa da birçok öğeyi de içinde barındırıyor;
senaryo, diyaloglar, ses ve filmin renkleri. Erdem, filmlerinde bu
öğelerle bir yapbozun parçaları gibi oynuyor, montajı ise harç gibi
birleştirici unsur olarak kullanıyor: “Bazı filmlerde diyaloglar,
ses, görüntü ön plana çıkıyor, bazılarında ise senaryo. Hangi film
neye ihtiyaç duyuyorsa ona göre bu öğelerle oynayıp adeta bir müzik
ortaya çıkarıyorum.”
Sinemanın sunduğu sonsuz alan yönetmenin heyecanını bir kat daha
artırıyor. Sinema onun için çok zor ama bir o kadar da çekici bir
sanat. Filmlerinde Fransız sinemasının izleri olduğu düşüncesine
ise katılmıyor. Bu etkinin varlığına dair sorumuza “Fransız
sineması diye bir şey var mı ki filmlerim de ondan etkilenmiş
olsun?” sualiyle cevap veriyor. Genel yaklaşımını; araştıran,
orijinali üretmeye dönük, yeni şekilde anlatmak iddiasında değil de
hevesinde olarak özetliyor.
Reha Erdem’e göre film yapmak ile filmci, sinemacı yönetmen
olmak başka şeyler. Kendisinin ‘film yapmak’ derdinde olduğunun
altını çiziyor. Bunun zorluklarını sadece filmlerini çekerken değil
sunarken de yaşıyor. Bir önceki filmi ‘Korkuyorum Anne’ birçok
festivalden ödülle dönmesine rağmen yapımcı ile ilgili yaşanan
sorunlar nedeniyle ancak iki yıl sonra vizyona girebildi. ‘Beş
Vakit’ ise perdeye aktarıldıktan birkaç gün sonra İstanbul Film
Festivali’nde ilk ödülünü aldı. Gösterimi bir öncekinin akıbetine
uğramayacağı umut edilen filmin galası, önümüzdeki aylarda ilham
kaynağı Kozluk köyünde gerçekleştirilecek.
Aksiyon