Berktay: Erivan'da da konferans şart
Abone olNATO Parlamenterler Asamblesi semineri için gittiği Erivan'da yoğun ilgi gören Prof. Halil Berktay, "Erivan'da bir konferans şart" dedi.
NATO Parlamenterler Asamblesi'nin (NATO PA) Ermenistan'ın
Başkenti Erivan'da düzenlediği Rose&Roth seminerine katılan
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Halil Berktay, 24
Eylül'de İstanbul'da düzenlenen Ermeni konferansının en katı
fikirli Ermeni milliyetçilerinin bile üzerinde olumlu etki
yarattığını gözlemlediğini söyledi. Berktay, "Erivan'daki NATO PA
seminerindeki konuşmam büyük bir ilgi ve destek gördü. Konuşmamın
sadece yüzde 15'i soykırım meselesine ilişkindi. Benim tarihsel
vicdanımda bunları söylemek, üstelik Ermeni tarihçiler ve
gazetecilerin önünde söylemek çok önemliydi. Öte yandan böylesi
kapsamlı bir Ermeni tarihçiliği ve milliyetçiliği eleştirisini de
kendi payıma ilk kez Erivan'daki bu toplantıda dile getirdim"
dedi.
24 Eylül'de İstanbul'da 'İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı
Ermenileri' başlıklı konferansın düzenleyicileri arasında yer alan
Berktay, 6-8 Ekim'de Ermenistan'ın başkenti Erivan'da düzenlenen
NATO Parlamenterler Asamblesi'nin 61. Rose&Roth seminerine
davetli olarak gitti.
Seminere çeşitli ülkelerden parlamento heyetleri ile uzmanların ve
az sayıda sivil toplum örgütünün katıldığını söyleyen Berktay
şunları söyledi:
"Benim tebliğ sunduğum oturumun üst başlığı 'Güney Kafkasya'da
bölgesel işbirliği' olarak belirlenmişti. Bunun diplomatik dildeki
manası, Türkiye-Ermenistan ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri ile
bu ilişkilerin arkasında birikmiş tarihsel gerilimler, düşmanlıklar
oluyor. Üzerinden henüz çok az bir süre geçen İstanbul'daki Ermeni
konferansının etkilerini Erivan'da çok net bir biçimde gözlemledim.
Ermenistan Parlamentosu Başkan Yardımcısı Daşnak Partisi
milletvekili tarihçi Vahan Hovhannesyan bile Türkiye'de yıllardır
hiçbir şey değişmediğini savunmasına karşın bir yandan da
İstanbul'da böyle bir konferansın yapılmasını demokratikleşme
bakımından önemli bir işaret olarak gördüğünü söyledi. Öte yandan
oturumun ardından bana yöneltilen sorulardan net olarak anladım ki,
Ermeni kamuoyu İstanbul'daki konferansın ve konferansın tarihi
öneminin farkında. Gazeteciler de o konferansta konuşulanları
ayrıntılı olarak biliyorlardı."
Halil Berktay, Erivan'daki NATO PA seminerinde yaşananları şöyle
anlattı:
'Daşnak perspektifi dar'
Katıldığım oturumda moderatör Fransız delegasyonundan Jerome
Riviere idi. Oturuma katılan konuşmacılar ise Daşnak Partisi'nden
Vahan Hovhannesyan, Londra'dan uluslararası uzman Dennis Sammut ve
bendim. Hovhannesyan'ın bildirisi çok kötüydü. Bizdeki resmi
milliyetçi görüş sahipleri ağızlarını açtıklarında ne kadar
ufuksuz, ne kadar düşmanca, ne kadar dar görüşler öne sürüyorlarsa,
aynı şey ve hatta daha fazlası Hovhannesyan'ın konuşmasında vardı.
Siyasal ufku, Türkiye'ye dogmatikçe eleştiri yöneltmekten ibaretti.
Daşnak milliyetçiliğinin Ermenistan'ın tamamını kapsadığı
düşünülmesin. Daşnak Partisi'nin Ermenistan'da aldığı oy oranı
sadece yüzde yedi ile sınırlı. Hovhannesyan'ın konuşmasından sonra
İngiliz Sammut'un tebliği geldi. Sammut konuşmasına nazik bir
eleştirel havada kendi değineceği bütün konuları somutladığı için
Hovhannesyan'a teşekkür ederek başladı. Konuşmasının çeşitli
yerlerinde de Hovhannesyan'ı dar perspektifle baktığı ve tarihin
ağırlığını sırtında taşıdığı için eleştirdi.
Kafkaslardaki hayalet
Sammut'un konuşmasından sonra bana söz verildi. Ben de konuşmama
Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'daki 'Avrupa'da komünizm
hayaleti dolaşıyor' şeklindeki o ünlü cümleyi biraz bükerek
başladım: Kafkasya'da bir hayalet dolaşıyor. 1915'in hayaleti. Türk
milliyetçiliği ile Ermeni milliyetçiliğinin çeşitli varyantları bu
hayaletten kurtulacakları yerde adeta bu hayaleti ete ve kemiğe
büründürmeye çalışıyorlar. Öyle taraflar var ki, bugünü geçmişin
ağırlığından, tarihten özgürleştirme peşinde değil, tam tersine
uzak geçmişe tutsaklığımızın devam etmesi peşinde koşuyorlar. Yani
bizleri 1915'in Talat ve Enver Paşalara, onların emirlerine tutsak
bırakmak isteyenler var, Daşnak komitacılarının perspektifine
tutsak etmek isteyenler de var. Benim tarihçi olarak sorunum bu
hayaletle nasıl baş edebiliriz ve onu nihai uykusuna nasıl
yatırabiliriz ki, geçmişten özgürleşerek bugünü adam gibi
yaşayabilelim.
'Türkiye'de değişim var'
Sayın Hovhannesyan, Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğini söyledi.
Aksine büyük değişimler var. 1990'lı yıllar boyunca 1915'te neler
olduğuna ilişkin resmi söylem dışında yazıp çizenler Taner Akçam ve
Fikret Adanır gibi isimlerle sınırlıydı ve bunlar
yurtdışındaydılar. 2000 Ekim'inden itibaren de Türkiye içinden tek
tük tarihçiler ve sosyal bilimciler resmi söylemin dışında, 1915'in
gerçek yüzü dışında konuşmaya başladılar. Ben Radikal'e konuştum,
Mete Tuncay, Murat Belge, Selim Deringil gibi isimler de
görüşlerini ortaya koydu. Ama bu tür konuşmalar sonucunda linç
atmosferi yaratan milliyetçi tepkilerle karşılaştık. İşte beş yıl
sonra 60'dan fazla saygın tarihçi, sosyal bilimci ve gazetecinin
tebliğ verdiği İstanbul konferansının yapılmış olmasını belki de
ileride Ermeni sorununda Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi
hatırlayacağız.
Mağdurlar ve mazlumlar
Ne oldu sorusu kadar olayların nasıl bu noktaya geldiği de
önemlidir. 1915'in tarihsel bir arka planı var. Türk resmi
tezlerine göre, emperyalist devletlerle işbirliğine giren ve
Osmanlı'dan toprak kopartmaya çalışan Ermeniler ciddi bir güvenlik
sorununun doğmasına neden olmuşlardı ve alınan tedbirler son derece
meşruydu. Yine bu tezlere göre, alınan tedbirler güvenlik sorununun
ortaya çıkmasına neden olan Ermeni çetecilere karşıydı. Ermeni
milliyetçi tarihçileri ise o zamanın Daşnak ve Hınçak örgütlerinin
varlığından, taleplerinden, eylemlerinden, arazide ne
yaptıklarından hiç söz etmek istemiyorlar. Ermeni ders kitaplarına
baktığımızda ya da Ermeni edebiyatına baktığımızda muazzam bir
Ermeni devrimciliği öyküsü görüyoruz. Ama o kahramanca yürütülen
savaşın Osmanlı'da yaşayanlara bedelinin ne olduğundan hiç söz
edilmiyor. Öte yandan soykırım tartışmalarına geldiğimizde bu
kahramanca savaştığı söylenen Ermeni devrimci milliyetçi örgütleri
hiç yok. Çünkü Ermeni milliyetçi tarihçileri, konu soykırım
tartışmalarına geldiğinde yüzde yüz mağdur ve mazlumu oynamak
istiyorlar. Çünkü bu iki kavram, örneğin kahve gibi halklar
arasında paylaşılması imkânsız olan miraslardandır.
Ermeni tarihçilere çağrı
Ben resmi tarihçi değilim. Ermeni milliyetçilerin yerel katliamlara
girişmiş olması benim gözümde 1915'te İttihatçıların verdikleri
emirleri haklı ve meşru kılmıyor. O nedenle yaşananları Ermeniler
saldırdı, her şey de o nedenle oldu basitliğine indirgeyecek
değilim. Ama 1915 yılının öncesinde Ermeni komitacıların
gerçekleştirdiği eylemler de vardı. Bu etnik savaş sırasında da
korkunç şeyler oldu. İnsanlar öldürüldü, kadınların ırzına geçildi.
Bu olayları unutarak hiçbir yere varamayız. Biz resmi söylemin
dışındaki Türk tarihçi ve sosyal bilimcileri olarak kendi
milliyetçi tarihçiliğimizi eleştirmeye giriştik. Şimdi Ermeni
tarihçileri arasından da buna denk düşen seslerin çıkması gerekir.
İstanbul'dakine benzer bir konferans da Ermenistan'da düzenlense
çok önemli bir adım atılmış olur. Çünkü Ermenilerin de Daşnak
milliyetçiliğinden kurtulmaya ihtiyacı var.
'ASALA çıkmaza soktu'
Türkiye'de çok geniş kesimlerin bu olayı kabul etmesinin neden bu
kadar zor olduğunu anlamak gerekir. Çünkü her milliyetçilik kendini
pürüpak görür ve Türk milliyetçiliği bu konuda tek örnek değildir.
Ermeni milliyetçiliği de her bakımdan kendini haklı görüyor.
Çeşitli milliyetçilikler, kurmuş oldukları ulusdevletlerin tertemiz
ve günahsız bir şekilde doğmuş olduklarına inanmak isterler.
İkincisi 1915'te yaşananlardan sonra araya uzun unutuş onyılları
girdi. Hiç konuşulmayan, yazılmayan bu konu sisler-bulutlar içine
gömüldü. Ondan sonra da uyanış çok kaba ve hoyrat bir biçimde oldu.
Uyanış, 1960, 1970'li yıllarda ASALA eylemleri ile birlikte geldi.
70'e yakın Türk diplomatı saldırıya uğradı, bazı olaylarda aileleri
ile birlikte öldürüldü. Üstelik bu terörist eylemler sonucu yaşanan
uyanış, askeri rejim sırasında oldu. Türkiye'nin katı resmi söylemi
de bu dönemde inşa edildi. Şimdi bundan kurtulamıyoruz. Türkiye,
savunma siperi kazıyoruz derken kendisini derin kuyunun dibine
hapsetti.
Üçüncü ülkelere eleştiri
Şimdi dünyanın o derin kuyudan çıkışta Türkiye'ye yardım etmesi
lazım. Buna yardımcı olmak mı istiyorsunuz, Türkiye'yi gagalamak mı
istiyorsunuz? Ermenistan'ın üçüncü ülke parlamentolarından ve
AB'den 'soykırım kararı' çıkarma çabası Türkiye'yi içine girdiği bu
çukurun içinde tutmaktan ve milliyetçi tepkilerin artmasından başka
bir sonuç yaratmıyor. Bu tavrı son derece yanlış buluyorum.
Diyalog için Berktay formülü
Ermeni ve Türk tarihçilerden oluşturulacak bir komisyon kurulması
önerisi var. Her iki tarafın avukat tarihçilerinden oluşacak
komisyon ile ilerleme kaydedilemez. Halbuki bu komisyona bazı
değişiklikler getirilebilir. Türk hükümeti 10, Ermeni hükümeti de
10 tarihçi atasın. Ama ikinci olarak Türk hükümeti Ermenistan ve
diaspora içindeki tarihçilerden beş kişiyi kendisi seçsin. Ermeni
hükümeti de Türkiye tarihçileri içinden beş kişiyi seçsin.
Ermenistan'da ve ABD'deki diasporada resmi Ermeni tezleri dışında
konuşabilecek çok sayıda tarihçi var. Bunun dışında 10 tane de
uluslararası tarihçi atansın. İşte bu şartlar altında ciddi
tartışmalar yapılabilir. Ermeni meselesinin nihai çözümünün ne
olabileceğini bilmiyorum. Ben şunu yapmaya çalışıyorum: Türkiye
içinde Ermeni sorununun tartışılması bir fizik kongresinde
termodinamik yasalarının ya da Einstein'ın relativite teorisinin
tartışılması kadar özgür olsun. Bana göre bu sağlandığı zaman zaten
çözüme de ulaşılmış olur.
'BM normu: Soykırım'
Konferansa katılan çok sayıda bilim adamının tebliğini özetleyecek
olursak, o zamanki İttihat ve Terakki yönetimi sadece doğudaki
isyancı Ermenileri değil, ideoloji, siyasi çizgi veya coğrafi ayrım
yapmaksızın tüm Osmanlı Ermenilerini, sırf Ermeni oldukları için
tehcire tabi tutmuştur. İttihat ve Terakki'nin paramiliter örgütü
olan Teşkilatı Mahsusa kanalıyla uyguladığı özel ve gizli katliam
emirleri de söz konusudur. Bu emirler sonucu bütün nüfus
guruplarına Ermenilerin birer av oldukları ve av mevsiminin
açıldığı mesajı verilmiş oluyordu. Bana göre 1948 Birleşmiş
Milletler Soykırım ve Soykırımı Önleme Konvansiyonu'nun getirdiği
kıstasları 33 yıl önce cereyan etmiş 1915 olaylarına
uyarlayabilirsek, evet bu bir soykırımdır, soykırımın bütün
unsurlarını içermektedir.
'1915 normu farklı'
Öte yandan 1948'in normlarıyla 1915'in tanımlanmaya çalışılmasının
çok ciddi bir vicdan ve metodoloji problemini doğurduğunu da
eklemeliyiz. Çünkü BM'nin bu konvansiyonu 1915'te mevcut değildi.
Yani sadece böyle tanımlanmış bir uluslararası hukuk olmaması da
mesele değil, aynı zamanda 1948'in soykırıma karşı etik birikimi de
o dönemde yoktu. Tersine 1910-1915'in insanları oldukça vahşi ve
saldırgan milliyetçi tutumlara çok fazla inanmakta ve meşru
görmekteydiler. Bu nedenle Ermeni milliyetçi tarihçilerinin
'soykırım soykırımdır, soykırım tartışılamaz' diye özetlenebilecek
tezlerine sempati duyamam.
Haber: Ertuğrul Mavioğlu
Kaynak: