Ben beş milyon dolarlık bir adam değilim!
Abone olTuncay Özkan, transfer ücreti, MİT ile ilişkileri Aydın Doğan ve Fatih Altaylı hakkındaki herşeyi Nuriye Akman'a anlattı
Çukurova Medya Grup Başkanı Tuncay Özkan, aldığı transfer ücreti, MİT ile ilişkileri, Aydın Doğan ve Fatih Altaylı hakkındaki düşünceleri konusunda Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman’a konuştu. Ben beş milyon dolarlık bir adam değilim! Tuncay Özkan’la söyleşinin çok gerilimli geçeceğini sanıyordum. Benim iğneli sorularıma ne kadar dayanabileceğinden emin değildim. Yanılmışım. Hiçbir soruyu yanıtsız bırakmadığı gibi, sesini bir an yükseltmedi, tam bir profesyonel olarak kontrolünü hiç kaybetmedi. Hoşgörüsü olmasaydı bu söyleşi yapılamazdı. Muhatabımın tek sitemi, onun gazetecilik ürünlerini konuşmak yerine, “dezenformasyon”, diye nitelendirdiği konulara ağırlık vermem oldu. Ama bana “halden anlayan” bir arkadaş gibi davrandı. Bu nedenle benim için kullandığı “ısırgan otu” tanımlamasını övgü olarak kabul ediyorum. Isırgan otunun bir şifa kaynağı olduğunu bilmeyen mi var? Geçenlerde kendisiyle bir tartışma yaşadığın Aydın Doğan, onun elini öpüp, “baba” dediğini açıkladı. Bir gazetecinin patronunun elini öpmesi sana yakışıksız gelmiyor mu? Yoo, gazeteci eğer patronu ile bütünleşip, onun talimatları doğrultusunda yazı yazarsa yakışıksız olur. Ben büyüklerimin elini öperim. Ben Anadolu terbiyesi almış, çocukluğunda Kur’an kursuna gitmiş bir adamım. Bir büyüğün elini öpmenin, şahsiyet bozukluğu olarak görülmesine şaşırıyorum. Patronun elini öpmeyi saygı ile açıklaman kalbime çok iyi gelmedi. Ben, özel günlerde, bayramlarda Aydın Bey’in elini öperdim. O da bana “Sen de benim evladımsın. Seni kızlarımdan ayırt etmiyorum” derdi. O bizim çok özel bir ilişkimiz, iş ilişkimizi etkileyen bir şey değil. Bu gruba geçtikten sonra, iki bayram gördün. Mehmet Emin Bey’in elini öptün mü? Öpmedim. Ama o da büyüğün, saygıda kusur ettin şimdi! Alakası yok. Onu baba gibi görmüyorum. Mehmet Emin Bey’le öyle bir ilişkimiz yok. Aydın Bey, bana demişti ki, “Tuncay’a milyon milyon dolarlar verdiler. Ona ‘kendini kullandırtmamaya dikkat et. Bunlar bu parayı seni kullanmak için veriyorlar dedim’ demişti. Madem bu kadar seviyordun, babanın sözünü dinledin mi? Ben gazeteciliğe Aydın Bey’in yanında başlamadım. Gazetecilik ilkeleri konusunda yirmi yıllık birikimim var. Bu noktada bir yanlışım olduğunu söyleyemeyeceğim. Bunun takdirini kamuoyuna bırakalım. Peki milyon milyon dolarlar verildiği için mi Aydın Bey’i terk ettin? Terk etmek değil bu. Bildiğim kadarıyla insanlar işlerini değiştirince dostlukları bitmez. Aradaki sevgi saygı devam eder. Yoksa insanlar her iş değiştirdiğinde arkalarında nefret dolu bir ilişki bırakırlarsa, hem ürettikleri açısından kötü sonuçlar doğurur, hem de yalnız kalırlar. Ama sen kendin söylemişsin, “Aydın Bey, asla reddedemeyeceğim büyük para veriyorlar. Ailemin geleceğini düşünmek zorundayım” diye. Aydın Bey’le biz hem ayrılırken, hem ayrılmadan önce o kadar çok konuşmalar yaptık ki. Bir kısmının böyle yansıtılmasını garipsedim. Basında insanlar oradan oraya gidebilirler. Çetin Altan der ki, “Babıali kırk odalı bir konaktır, bu odadan öteki odaya geçersiniz”. Her odadan odaya geçişte, para konuşulacaksa! Siz hiç Türk basınında, giden kişinin aldığı parayı açıklayan bir başka patron gördünüz mü? 15 bin dolar mı alıyordun? Yok öyle bir para. Ben geldikten sonra buraya, Doğan Grubu’ndan arkadaşlar beni Defterdara şikayet ettiler. Ben de oraya bütün belgeleri verdim. Buraya arkadaşlarımla beraber geldim. Elbette ki emeğimizin karşılığı bir parayı aldık, bunu kendi aramızda da paylaştık. Bu gizli saklı bir şey de değil. Telaffuz edilen bir 5 milyon dolar lafı var. Bunların hepsi yalan. Biz, transfer parası falan da almadık. Transfer değil, bizim yaptığımız şey, telif. Ha adını başka koydunuz! Adını başka koymanın ötesine geçtik. Ürünüm olan kitapların ve ürettiğim şeylerin, telif yayın haklarını bir başka şirkete devrettim. Yani siz birikiminizi, bir yere telif hakkı karşılığı olarak verdiğiniz zaman, bu transfer mi oluyor? Bence oluyor. Aldım para canım, almadım demiyorum. Bunun hesabını da verdim işte. O aldığını bize telaffuz edecek misin? Edemem. Çünkü bu sadece bana ait bir şey değil. Sadece sana söylemekle kalmadılar, bu ülkenin başbakanına, siyasi parti liderlerine, meclis başkanına da söylediler, o “milyon dolarları.” Ben de hepsine gidip mal beyanında bulundum, o paraların ne olduğunu anlattım. Mal varlığını bize de açıkla. 2 tane dairem var bir tane arabam var. Evleri de yeni aldım. Ne yani sen, beş milyon dolarlık adam değil misin şimdi? Değilim. Bana beş milyon dolar veren insanların, benden bir beklentisinin olması lazım. Benim ürettiğim iş, o paraya karşılık gelecek bir iş değil. Ben finansçı değilim. Ben sadece gazeteciyim. Peki sen kaç para edersin? Ben milyar dolar ederim! (Gülüyor). Ama bunun işletme açısından bir mantığı yok. Aydın Bey’in transfer ettiği insanlara kaç para verdiğini hiç duymadım. Ama benimle ilgili böyle bir demeç verdi. Bunun da aramızdaki sevgiye dayalı olarak verildiğini zannediyorum. Sen şimdi meseleyi “derici en sevdiği deriyi yerden yere vururmuş” hesabına getirdin ama, sen de kızdırdın onu yani... Ben niye kızdırayım, o beni kızdırdı durduk yerde. Ben işimi yapıyordum, onlar saldırdı . Bugün seni “kışkırtıcı” buluyor Aydın Bey. Aydın Bey eskiden de beni kışkırtıcı buluyordu. Hep bana, “Benim başımı derde sokuyorsun, bu niye öyle, senden başkası yazamaz mı kardeşim, niye sen yazıyorsun?” demiştir. Peki “Büyük” gazetecilerin kendi patronunu memnun etmek için, illa öteki patronu kışkırtmaları mı gerekiyor? Asla, ben hiç bu şekilde kışkırtıcı bir tavır içinde olmadım. Oldun oldun... Ben haber yaparken, içindeki adların ne olduğuna dikkat etmem. Cumhuriyet’teyken de çok kışkırtıcıydım o zaman. Terör örgütleri çok kışkırtıcı buluyorlar, öldürmek istiyorlar. Çıkarına bastığınız mafya grupları çok kışkırtıcı buluyorlar evimi bombalamak istiyorlar. Ne yapayım, birileri benim yazdıklarımı çok kışkırtıcı buluyorsa? Kışkırsın dursunlar. Aydın Bey’e cevap verirken, aslında onu çok sevdiğini söylemiştin... İnsan ilişkilerinde çok adam gibi bir adamdır Aydın Bey. Onda gördüğüm özellikler, bu toprağın insanına dair özelliklerdir. Ama bir yandan da onun ekmeğini yerken edindiğin sırları ifşa ediyorsun. Ve sonra da “Etikçiyim, var mı!” diye efeleniyorsun. Ben Aydın Bey’e söylemedim onu. Ertuğrul Özkök “etikçi” diye takıldı. 1996’da Kanal D’ye geldiğimde, RTÜK’e ben hangi kurallara uygun olarak habercilik yapacağıma dair “etik kurallar” bildirisi verdim. Evet ben etikçiyim. Asla tetikçi olmadım ve olmayacağım da. Ay dur daha sormadım tetikçi misin diye! Ben Aydın beyin bir sırrını da ifşa etmedim. Ettin. Yeni patronunun hoşuna gidecek tarzda, “aslında senin hakkında da böyle diyordu, bak bak beni nelere zorladı” gibisinden bir konuşmaydı. Ben Haziran’da ayrıldım. Temmuz’da seninle o röportaj oldu. Daha sonra grubun içerisinde, beni hedef alan pek çok yayın oldu. Bazı internet siteleri kiralandı, benim aleyhime kullanıldı. Senin de benzer şekilde kullandığın internet siteleri yok mu? Hangisi? Yok böyle bir şey. Superpoligon mesela? Beni sevmediklerini apaçık yazdılar. Benden önceki Show’un haber merkezindeki ekipmiş, ben onları işten çıkartmışım. Bakın ben bir meşru müdafaa durumundaydım. Aydın Bey’in sırrı yok bende. Beni seviyor diye, sırlarını benimle paylaşacak hali yok ki. Birlikte konuştuğunuz özel şeyler, sır kategorisine girmez mi? Hayır girmez. Çünkü Aydın Bey diyor ki, ben bunları zaten her yerde söyledim. Sır değil onlar. Bizim sadece anılarımız var. Ama “O anıları da anlatırım ha!” diye aba altından sopa gösteriyorsun. Hiç aba altından sopa göstermem ben. Anım falan da yok bundan sonra. Ben anılarımdan bir kısmını, “Onlarla benim bir ilgim yok, bunları hep Tuncay uyduruyor” dendiği için söyledim. Belki de Karamehmet’in hoşuna gitsin diye söylüyorsun. Hiç hoşuna gittiğini zannetmiyorum. Öyleyse neden onun hoşuna gitmeyecek bir şeyi yapıyorsun. Daha “yeni gelin” sayılırsın. Ben Anadolu çocuğuyum böyle benzetmeleri sevmiyorum. Hiç kimsenin hoşuna gitsin diye bir şey yapmadım ben. Hoşlanan hoşlanır, hoşlanmayan hoşlanmaz. Aydın Bey’le ilişkimde sır diye bir şey bilmiyorum. Senin bilmediğin, beş vakit namaz, onu da şeytan komaz! Ben beş vakit namazı da çok iyi bilirim. Kıldın mı ki? Kılmaz olur muyum? En son bayram namazını kıldım. Aydın Doğan’ın elini öperken, grubun yaptıklarını ileri sürdüğün “kirli” işleri bilmiyor muydun? Ben hiç kirli diye bir şey ileri sürmedim. Aydın Bey’in eli, temiz bir eldir. Benim yazdığım şeyler ortada. POAŞ haberlerini kastediyorsanız, burada gazetecilik faaliyeti yürütülüyor. Karamehmet nasıl bir insan? Çok iyi tanımıyorum. Gördüğüm kadarıyla, yenilikçi, özeleştiri yapmasını bilebilen, mütevazı bir insan. Konuşurken takındığı tutum, profesyonellerine gösterdiği üslup, sinemaya bile daha sakin saatlerde gidişi, kendi arabasını kendi kullanması, kimseye ceketini paltosunu tutturmaması.... İş anlayışları açısından Aydın Bey’le farkı ne? Aydın Bey daha merkezi örgütlenme modeli içinde çalışır. Mehmet Emin Bey, bireylerin performansını daha ileri doğru süren bir insan. Yetkiyi ve sorumluluğu dağıtışta, Aydın Bey kadar merkeziyetçi değil. Bunun haberlere yansıması nasıl oluyor? Birinde haberleri patronun duygu ve düşünceleri etkiliyor, diğerinde dolaylı bir etkisi gözleniyor. Mehmet Emin Bey, gün gelip seni hangi sebeple gözden çıkarır? Herhalde buraları verimli çalıştıramazsam. Medya grubunun reklam ve tiraj hedefi birinci yıl için, pazar payının yüzde 25’i. Türk medyasının yıllardır süregelen içinde barındırdığı bazı hastalıkları dışarıda bırakarak, yeni bir medya anlayışı yaratma üzerine de bir mutabakatımız oldu. Bazı hastalıkları dışarıda bırakırken yeni hastalıkları ortaya çıkarma da... Mesela? Sen ısırgan otu gibi bir kadınsın, insanı dalıyorsun. Teveccühün. Yeni patronun seni kovarsa, gideceğin bir grup kalmadı, kendini sıkışmış hissediyorsun sanki. O yüzden de, Karamehmet ile ilgili en ufacık bir imada bile, onu savunmaya girdiğini söylüyorlar. (Gülüyor). Buradan ayrılıp, Sabah Grubu’nda çalışmaya başlasam, o zaman ne diyecekler? Bunların hepsi kötü düşünmekten kaynaklanan şeyler. Benim Dinç Bilgin’le ilgili, Cem Uzan ile ilgili olarak, herhangi bir haberim yoktur. Olağanüstü rahatım. Eğer söyleyeceğim söz varsa, internette söylerim, gazete basar sokakta çıkar, bağırır söylerim. Gün gelip yeniden Doğan Grubu ile buluşman söz konusu olabilir mi? Niye Doğan Grubu bana ihtiyaç duysun ki? Duysaydı, ayrılmama mani olurdu. Bana “gitme kal” diyen kimse olmadı. Ben de çıktım geldim. Onların bana ihtiyaçları kalmadı. Burada bana bir ihtiyaç vardı. Niye orada işin bitti senin? Benim işim falan bitmedi. Çukurova Grubu’ndan medya organizasyonunu yeniden yapılandırmam üzerine bir teklif aldım. Doğan Grubu, yürüyen bir sistematikti, ben o dişlilerin bir parçasıydım. Diğer tarafta da yeni dişliler, çarklar dizini oluşturmak vardı. Bir farklılaşmayı yaratmak daha iyidir diye düşündüm. Çukurova Grubu’nun, özel dertleri olmasaydı, Reha Muhtar’a yol verirler miydi? Ben gelmeden önce de grupta, medyanın sadece bir reyting işi olmadığı, bir saygınlık ve toplam kaliteye katkı işi olduğu konusunda uzlaşmaya varılmış ve genel müdür değişikliği olmuş, Zeynep Karamehmet bir değişimi başlatmıştı. Grubun sıkıntılarının aşılmasına yardımcı olmak için gelmedin mi? Ben bir girişimde mi bulunmuşum? Birisi çıksın, bulundu desin! Çukurova Grubu ile ilgili kimsenin kapısını çalmadım ben. Grubun biraz ferahlanmasında payın sıfır mı yani? Benim bu uzlaşmada, şahsi olarak en küçük bir katkım yoktur. Eğer medya grubunun saygınlığı ve başarısı artmış ve bu da Çukurova Grubu’nun bu anlaşmayı yapmasında etkili olduysa, onu takdir etmek bana düşmez. Sen de yazılarında hep değindin, Türkiye’de bir soygun düzeni var. Bu düzende kurtarılmış bir ada mı, Çukurova Grubu? Tamamen pir–u pak mı? Ben soygun düzeninin bir yerinde görmedim Çukurova Grubu’nu. Ayrıca diğer grupları da, soygun düzeninin bir dişlisi olarak görmedim. Suç çok bireysel bir şeydir. Yapma! Suçun örgütlü bir şey olduğunu en çok sen bilirsin. Bütün medyayı savunmak üstüme vazife değil ama Türk medyası da söylediğin kadar kirli değil. Çukurova Grubu’nda hiç kimse bana, “Bizim böyle bir problemimiz var. Bugün şu kişiyle görüşeceğiz, şunun aleyhine haber yapın” demediler. Demelerine gerek yok. Sen sezgilerinle ne yapacağını bilirsin. BDDK Başkanı Engin Akçakoca Basın Konseyi’ne şikayet etti. Konsey beni haklı buldu. Bunlar beni karalamak için atılan dezenformasyonlar. Meyveli ağacı taşlayıp kurutmaya çalışıyorlar. Aydın Bey “Hadi git, Ankara’daki tanıdıklarına söyle, şöyle olsun” dediğine göre, siyasetçilerle iş bitirme yeteneğin olduğunu ihsas ettirmişsin ona. Aydın Bey’le o konuştuklarımız hep habere dayalıdır. “Bunların haber yapılması lazım” istekleridir. “Ankara’ya git” demek, Aydın Bey’in kendi üslubu içerisinde söylediği şeyler. “Tuncay Özkan gitti, Mesut Yılmaz’dan, Tansu Çiller’den, Devlet Bahçeli’den, Recai Kutan’dan, Necmettin Erbakan’dan veya onların altındaki insanlardan, haber dışında şunu istedi” diyecek bir Allah’ın kulu çıksın ortaya. Hodri meydan.