Ben artık büyüdüm Reha Bey!
Abone olSabah Gazetesi yazarı Reha Muhtar, 10 yıl önceki 10 Kasım yazısını yeniymiş gibi sununca, yazının sahibi ses verdi: Üniversite ve askerlik bitti! İşte haberin ayrıntısı...
Kerem Türkman, 1994'ün 10 Kasım'ında Atatürk için bir yazı
yazdı. Mizahi bir dille yazılan yazı, çeşitli gazetelerdeki köşe
yazarlarının '10 Kasım anımsatmasına' döndü, internette efsane
oldu. Efsaneye göre, bu yazı bir ortaokul öğrencisi tarafından
okulunun duvar gazetesi için yazılmıştı. Yazıyı son olarak Reha
Muhtar, Sabah gazetesindeki köşesinde bu yıl 'Minik bir yüreğin
sesi' diye verince, Türkman ses verdi: "Ben artık büyüdüm." Saat
dokuzu beş geçe... Kerem Türkman, 1994'te liseyi bitirmiş, aynı
yılın 10 Kasım'ını üniversite öğrencisi olarak, ilk kez okuldaki
törene katılmadan anmıştı. O gün, babasının Haznedar' daki
işyerindeydi. 'Saat dokuzu beş geçe' saygı duruşu için ayağa
kalktı. Büronun penceresi caddeye bakıyordu. Dışarıda hayat
durmamıştı. Türkman, şaşkındı: "Bizi yıllarca okulda topladılar,
tam o saatte İstiklal Marşı'nı okuttular, şiirler söylettiler, O'nu
andık. Demek, tüm bunlar yalandı." Türkman, aldatıldığını düşündü.
Oturdu ve yazdı. Yazısında, Atatürk'ün kurtuluş mücadelesi verirken
sahip olduğu koşullarla bugünü mizahi bir dille karşılaştırdı. Yazı
büyük ilgi çekti Türkman, o tarihte yayın hayatını sürdüren, 'Avni'
adlı mizah dergisinde mizah yazıları yazıyordu. İş başvurusu için
Hürriyet gazetesi dergi grubuna başvurmuş, 10 Kasım'da görüşmeye
çağrılmıştı. Yazısını bitirince gazetedeki görüşmeye gitti. Görüşme
sonucunda, o tarihte yayımlanan 'Top Pop' adlı dergiye kabul
edildi. Gazeteden ayrılırken, yazısını bir muhabire vererek, 'Belki
değerlendirirsiniz' deyip uzaklaştı. Altına, yalnızca adını yazdığı
yazı, aynı yıl Hürriyet'te Yalçın Bayer'in köşesinde, 13 Kasım'da
yayımlandı. Yazı öyle ilgi çekti ki, dönemin ANAP Milletvekili
Bülent Akarcalı, Bayer'e, yazının sahibiyle görüşmek istediğini
iletti. Yazara ulaşamayan Bayer, bu isteğe köşesinde yer verdi.
Meçhul yazar, bunun üzerine ortaya çıktı. Türkman, çok uzakta
değil, Bayer'le aynı binada, altıncı kattaydı. Bayer, yazıyı
1995'in 10 Kasım'ında da yayımladı. 1996'da Gözcü gazetesinin köşe
yazarı Necmi Tanyolaç yazıya yer verdi. Bayer, 1997 ve 1998
yıllarının 10 Kasım' ında da Türkman'ın yeni yazılarını
yayımlarken, yazı artık internette dolaşıyordu. Yazı, sanal ortamda
'anonimleşirken', Türkman da sanal efsaneye dönüştü. İnternetteki
efsaneye göre, Türkman, bir ortaokul öğrencisiydi ve yazıyı
okulunun duvar gazetesi için yazmıştı. Elden ele dolaşırken
orijinali de bozulan yazının 'sanal versiyonu' ilk olarak Melih
Aşık'ın Milliyet gazetesindeki köşesinde yayımlandı. Reha Muhtar
klasiği... Beş yıl geçti. 2004'ün 10 Kasım'ı, Atatürk'ün ölümünün
66. Türkman'ın yazısının 10. yıldönümüydü. Reha Muhtar, Sabah
gazetesindeki 11 Kasım tarihli köşesini, 'Minik bir yüreğin sesi'ne
ayırdı. Reha Muhtar, köşesinde, 'bir ortaokul öğrencisinin okulunun
duvar gazetesine yazdığı' bir yazıya yer verdiğini belirterek,
"Belki tek başına yazmadı bu satırları, annesi babası yardım etti"
diye de eklemişti. Türkman, yazıdan iki gün sonra ortaya çıktı.
Bayer'in köşesine bir açıklama göndererek, hâlâ 'o minik yürek'
olmadığını belirtti: "Yıllardır internet sitelerinde dolaşır bu
yazı. Yazdığımda liseyi yeni bitirmiştim. Şimdi üniversiteyi ve
askerliğimi bitirdim. Muhtar'ın sandığı gibi, annem babam yardım
etmedi, ben yazdım." 'Atatürk yazısı vardı ya' Yaşananlar, ancak
dün düzeltilebildi. Türkman'ın yanıtını öğrenen Reha Muhtar, "Hani
önceki gün yayımladığım müthiş bir Atatürk yazısı vardı ya. İşte o
yazının sahibi beni aradı" diye başlayan dünkü yazısını, Türkman'ın
şu cümleleriyle bitirdi: "Eğer bizim yaşadığımızın adı hayatsa,
Atatürk hiç yaşamadan ölmüş demektir..." Kerem Türkman, şu an tam
29 yaşında. Bir halkla ilişkiler şirketinin Ankara temsilcisi
olarak görev yapıyor. Mizah yazarlığını ve yazı yazmayı bıraktığı
için üzgün. Sanal efsaneye dönüşerek, anonimleşen 'minik yürek'
yazısından da büyük gurur duyuyor. Türkman, o günden beri hiç
eksilmeyen Atatürk sevgisi ve hâlâ mizah dergileri okuyarak
giderdiği mizaha olan bağlılığıyla yaşamına devam ediyor.
Türkman'ın 10 Kasım yazısının orijinali "Bu ülkede yaşayan herkesin
bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: Atatürk.
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. Sevgilisinin elinden tutup,
hasılat rekorları kıran bir filme gidememiş... Trablusgarp
Cephesi'ne, lüks uçak şirketinin 'First class' koltuğunda viskisini
yudumlayarak gidememiş. Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek
için, kortej eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu... 19
Mayıs'ta Samsun'a basan ayağında, ışıklı spor ayakkabısı yokmuş.
Kazandığı her savaştan sonra, savaş sahasına fırlayıp moral veren,
mini etekli ponpon kızları da yokmuş. Tarihi kayıtlara bakılırsa,
Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de
yapmamışlar... Ülkesinde yapacağı devrimleri, inkılapları unutmamak
için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine
suikast girişiminde bulunacaklarını da cep telefonundan
öğrenememiş. Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo
programına faks çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla'dan bir
istek parçası isteyemeden gitti... Vatanın bağımsızlığını
müjdelediği Meclis kürsüsünde şöyle ağzına layık bir mercimek
çorbası içip, kuru fasulyenin suyuna ekmek bandıramadı... 20.
yüzyılın bu dehasının, çerçeveletip duvarına asacak bir ihalesi
bile yoktu. Yazık ki, hayatta bir reposu veya hisse senedi de
olmadı. Lozan zaferi veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya
atlayıp, sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda
tur atamadı... Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya
sıkamadı. Deşarj olamadan gitti Ulu Önder!.. Atatürk'e acıyorum...
Sen, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel. Sonra
değerini bilemeyip, tek kadınla evlilik sistemini getir. Sen kalk,
bugün yine kapanmaya başlayan Türk kadınına sosyal haklarını ver,
çağdaş yaşama kavuştur... Çılgın fasıllara katılmak, sabahlara
kadar içki içip, vals yapmak, babasının faytonunu alıp şöyle bir
Emirgan yapmak varken... Bunları yapamazdı Atatürk... Ne korna
çalıp dolaşacak bir arabası vardı, ne balkonuna çıkıp silah atacak
bir evi. Cumhuriyet'i ilan ettikten sonra, hayatını yaşayabilirdi
değil mi? Bizim bu yaşadığımız hayatsa, Atatürk yaşamadan ölmüş
demektir." Haber: Radikal