Takıntının böylesine duymadınız! Obsesif Kompulsif Bozukluk (psikolojik takıntı) rahatsızlığı olan kadın eşini aldatmaktan korktuğu için bekaret kemeri yaptırdı. Dahası da var... Tarih boyunca gözlemlenmiş olan bu hastalık temelde "ileri seviyede, tekrar eden takıntılardan" oluşur. Herkesin bir takım takıntıları vardır, fakat OKB'li kişilerde tekrarlayan takıntılar, garip günlük ritüeller, rahatsız edici derecede endişeler kişinin günlük hayatını sıkıntıya sokacak derecede fazladır. Örneğin sürekli kendini pis hissetme, mikroplardan korkma, aşırı derece temizlik ve titizlik takıntısı bir çeşit OKB göstergesidir. OKB tamamen tedavi edilebilecek ciddi bir rahatsızlık değildir. Kişinin kendi motivasyonu, bir kaç sakinleştirici ilaç ve terapiyle en aza indirgenebilir. Eğer bu rahatsızlığı delilik olarak görüyorsanız bir düşünün, delilik ile dahilik arasında ince bir çizgi vardır. Tarihte bazı OKB hastaları dahi olduklarını kanıtlamışlar. İşte tarihten en ilginç OKB örnekleri: Nikola Tesla Tesla 20. yüzyılın en büyük mucitlerinden biridir. Elektrikli makineler, x-ray, radar, radyo gibi bir çok önemli icat ona aittir. Tesla'nın bunları başarmasında büyük etken olan madde ise onun OKB hastalığıydı. Tesla mikroplardan korkuyordu ve temizlik hastalığı vardı. Ayrıca kendisi 3 rakamına takıntılıydı. Öyle ki Tesla bir binaya girmeden önce binanın etrafında 3 kere dolanırdı. Her OKB hastası gibi belli ritüellerine sadık kalmadığı zaman endişe duyuyordu. Yemek yemeden önce bütün yiyeceği yemeği inceler, yediği her lokmada çenesinin hareketlerini sayardı. Her zaman yemek yerken yanında 18 adet peçete bulundururdu. Yuvarlak şeylere asla dokunamazdı, özellikle kadınların taktığı küpelere ve kolyelere dokunmazdı. Kimseyle tokalaşmaz, asla ama asla kimsenin saçına dokunmazdı. Jean adlı 30 yaşındaki adam Fransız psikologlar tarafından tanısı konulmuş ve kayıtlara geçmiş bir OKB hastası. Jean'in takıntıları genelde sağlık ve kendi ölümüyle ilgiliydi. Jane sürekli kalp atışlarını ölçer, en minik bir değişiklikte bile anında endişe duymaya başlardı. Ölümle kafayı bozmuş bu adam ne zaman bir cenaze görse hemen katılırdı. Cinsel organının temizliğine çok fazla takıntılı olan bu adam, kayıtlara göre bazen günlerce ovmaktan her yerini tahriş eder yine de hala temizleme gereği duyardı. Amerikalı psikologların William Hamond vakası olarak adlandırdıkları başka bir vaka da ise, OKB'li hasta temizlik takıntılı, etrafındaki her şey tarafından mikroplara maruz kaldığını kafasına takmış bir kadınla alakalıydı. 18 yaşındaki kızın durumu o kadar ciddiydi ki ellerini yıkamadan hiç bir şeye dokunmuyordu. Annesinin dediğine göre günde yaklaşık 200 kere ellerini yıkıyordu. 19. yüzyılda kaydedilen bu olay sırasında, dünyada temizlik kültürü bugünkü kadar gelişmemişti bile. Sokakta yürürken kıyafetlerini, kollarını, ayaklarını hiç bir yere değdirmemeye çalışan genç kız, etrafındaki her şeyin mikrop dolu olduğunu düşünerek insanlardan kaçarak, dokunmadan yürüyordu. Kendisine sorulduğunda bu huyunun hiç mantıklı olmadığının farkında olduğunu, ama yapmadan, düşünmeden duramadığını söyleyen genç kız kendini sürekli kirli hissettiğini ve kirli hissettiğinde çok mutsuz olduğunu söylüyordu. Martin Luther'in OKB hastası olduğu çok az kişi tarafından biliniyordu. Sonralardan psikologlar davranışlarını incelediğinde, bugün OKB dediğimiz hastalığın Luther'de de olduğu görülüyor. Martin Luther kendi açıklamasına göre, kafasında sürekli kardeşlerine karşı şehvet, kıskançlık, nefret duyguları geçiyordu ve bu düşünceler onu ne kadar üzse de asla karşı koyamıyordu. Ayrıca kafasında sürekli dine aykırı düşünceler, resimler geçen Luther OKB'nin yaygın bir belirtisini gösteriyordu: kontrol edilemeyen duygulara ait hayali görüntülerin istenmeden akla getirilmesi, düşünmeden duramama durumu. Dürtü gereği yapılan, durdurulamayan "toplayıcılık" da OKB'nin bir çeşidi. Evde atılması gereken, kullanılmayan eski eşyaları atmadan biriktirmek diyebiliriz bu duruma. İngiltere'de yaşayan Richard Wallace bu durumun en güzel örneklerinden biri. Wallace'ın atmadığı, evinden taşarak bahçesinde biriktirdiği şeylerin kapladığı alan kendi evinden bile büyüktü ve hatta Google Earth'ten görünüyordu. Atmadığı şeyler arasında 3 eski arabası ve tam 34 yıla ait her günün gazetesi bulunuyordu. 2009 yılında polis zoruyla bahçesinin temizlenmesi istendiğinde ise "toplayıcılık" yapmanın insanı hakkı olduğunu savundu. Sonunda ikna olan Wallace'ın evinden 30 ton birikmiş eşya çıktı. Bu olaydan sonra ise Wallace bir psikoloğa başvurdu. Ernst Lanzer 1907 yılında takıntıları dolayısıyla Sigmun Freud'a başvurdu ve psikoanalizin temellerini attı diyebiliriz. Onun takıntısı büyük bir korkuydu: Babasının ve (sonradan evlendiği) çok yakın bir kız arkadaşının Çin usulü bir işkence aletiyle işkence görme ihtimali. Askerde bir arkadaşı tarafından anlatılan bu işkence methodunda fare kullanılıyordu. Lanzer'in diğer bir takıntısı ise kendi boğazını bir jilet yardımıyla kesme düşüncesinin sürekli aklına ve gözünün önüne gelmesiydi. Freud, Lanzer'in kendisini fareyle özdeşleştirdiğini, bu yüzden babası ve yakın kız arkadaşıyla ilgili fantezileri olduğunu iddia etti. Johanna H, Budapeşte Üniversitesi'nde, 1895 yılında bir hastaydı. Bir senedir evli olan kadının en büyük korkusu, kendisinin kocasını aldatma ihtimaliydi. Mutlu bir evliliği olmasına rağmen ve kocasını aldatmayı asla düşünmemesine rağmen Johanna'nın en büyük korkusu "Ya bir gün kocamı aldatırsam?"dı. Hatta kendisine "Sen kocanı aldattın." derseniz, bunu gerçekten yaptığına inanırdı. Johanna sonunda kendine ipekten bir "bekaret kemeri" yaptırdı ve anahtarını sadece kocasına verdi. Psikolojik yardım almaya başlayan Johanna, hipnoz terapisi görüyordu fakat 4 seanstan sonra bir daha hiç gitmedi. Amerikan İç Savaşı sırasında en başarılı komutanlardan biri olan ve hatta Amerikan Askeri tarihinde en başarılı taktikler geliştiren komutan olarak lanse edilen Thomas Jackson da bir OKB hastasıydı. Orduya katılmadan önce bir askeri okulda görev yapan Jackson disiplin konusunda takıntılıydı. Antisosyal biri olarak da bilinirdi çünkü asla kimseyle arkadaşlık kurmaz, muhabbet içerisine girmez, öğrencileriyle iletişim kuramazdı. İki kolunun simetrik olmadığına dair inancı çok büyük olan komutan Jackson, birinin diğerinden daha uzun olduğuna inanıyordu. Bu yüzden uzun olduğunu düşündüğü kolunu sürekli omzundan yukarı kaldırarak eşitlemeye çalışıyordu. 34 yaşındaki Mad'lle F'nin vakası Fransa'da kaydedilen ve OKB olarak geçen ilk vakalardan biri. Mad'lle'nin takıntısı 18 yaşında başladı. Bir gün teyzesinin evinden çıkarken, farkında olmadan teyzesine ait bir eşyayı yanına almış olma ihtimaliyle genç kız kendini aradı. Bu belirti sonrası olaylar artık onun için bir ritüel haline geldi. Bir yere giderken cebi olan şeyler giymiyordu. Sonradan OKB'si gittikçe takıntılar serisi haline geldi. Sabah kalkar kalkmaz ilk iş 10 dakika boyunca ayaklarını ovalıyordu, parmaklarının ya da tırnaklarının arasına bir şeyler girmiş olmasından korkuyordu. Daha sonra terliklerinin içinde değerli bir şey olup olmadığını görmek için bir başkasına terliklerini silkeletiyordu. Daha sonra defalarca saçını tarayarak, saçlarının arasında herhangi bir şey olmadığını kontrol ediyordu. Son olarak ellerini birbirine vurarak, sürterek, parmak aralarını ovarak ellerinde bir şey olup olmadığını kontrol ediyordu. Bunların her birini her gün sabah uyanır uyanmaz yapan kadının ritüelleri neredeyse toplamda 1 saati geçiyordu. Bütün OKB hastaları gibi Mad'lle'de yaptığı hareketlerin ve rütellerin saçma olduğunun farkındaydı fakat kendini durduramıyordu ve bunları yapmadığı zaman endişe ve üzüntü duyuyordu. Kendisini tedavi eden psikolog OKB hastalığı hakkında "kısmi delilik" gibi bir tanımlama yaptı. Howard Hughes 20. yüzyılın başlarında çok başarılı ve ünlü bir film yapımcısı/iş adamı. Onun en büyük takıntısı aletleri, eşyaları yeniden inşa etmekti. Örneğin bir gün kaldığı bir otelde rahat uyuyabilmek için odasındaki yatağı söküp yeniden yaptı. Aynı zamanda temizlik takıntısı da olan Hughes bezelyeler konusundan da takıntılıydı ve onları yerken boyutlarına göre dizerdi. Hayatının erken dönemlerinde duygu değişimleri ve takıntıları vardı fakat geçirdiği uçak kazasından sonra durumu iyice kötüleşti. Bir keresinde 4 ay boyunca stüdyoda yaşadı. Sadece süt, çikolata ve tavuk yedi. Kimsenin kendisiyle konuşmasına izin vermedi, kendisi de çok önemli olmadıkça kimseyle konuşmadı. Hayatının sonlarına doğru kendisine dokunulmasından da hoşlanmayan Hughes traş olmadı ve tırnaklarını kesmedi, böbrek yetmezliğinden yatağa düştüğü sırada tanınmaz haldeydi.