Bedel ödemeye hazır mısınız?
Abone olSavaşın da bedeli var. Ödemeye hazır mıyız? Hesap eden var mı?..
Gerçekten hazır mısınız? bedel ödemeye.. Akşam yazarı Engin
Ardıç savaş isteyenlere 1. Dünya savaşı yıllarını
hatırlatıyor..
Karaborsa, sefalet, ve açlığın kol gezdiği Osmanlı'nın son
döneminden örnekler veriyor..
Savaşa kimlerin gideceğini kimlerin kaçacağını, bedel ödeyeceklerin
gerçekte kimler olduğunu bir bir sıraladı..
Savaşın acımasız yüzünü çarpıcı biçimde yazan Ardıç'ın yazısına
virgülüne dokunmadan veriyoruz:
-Kordi Miloviç’i duymuşluğunuz var mıdır, pembe tombul bir operet
yıldızıydı, Avusturyalı... Yoksa Cordy Milowitz mi yazmalıyım?
Birinci savaş yıllarında İstanbul’a gelmişti, İstanbul’u kasıp
kavurmuştu...
Haspa bir yandan Tepebaşı Tiyatrosu’nda Çingene Baron ve Çardaş
Prensesi gibi eserlerde bülbül gibi şakıyordu, bir yandan da,
temsilden sonra, Tokatlıyan Oteli’nde yatak çalışmalarına ağırlık
vermişti...
İaşe Nazırı Kara Kemal ve levazımcı Topal İsmail Hakkı’nın zengin
ettiği İttihatçı bulgur kralları, mercimek kralları, vagon
tacirleri de, Miloviç’in kapısında kuyruğa girmişler, karının
cıgarasını bin liralık Osmanlı Bankası banknotlarıyla yakar
olmuşlardı... Yatağına banknot da döşüyorlar, binlerce lirayı
karıya çarşaf yapıyorlardı... Yol yakındı, hemen köşedeki Cercle
d’Orient kulübünün kumar masasından kalkacaksın, Galatasaray
yönünde elli adım yürüyüp otele dalacaksın. İstersen çıkınca otelin
lokantasında yemek de yiyebilirsin, şampanya dahil yüz kuruş.
Aynı günlerde Laleli yangın yerinde ve de Sarayburnu sur dibinde
otuz kuruşa erkek çocuk satıyorlardı, açlıktan.
Çocuk satıyorlardı dediysek, evlat edinmek için değil tabii... O
çocukların anaları da sokağa düşmüşlerdi, içinden süpürge sapı
çıkan yarım okkalık kara tayına... Bunlar genellikle şehit
eşleriydi.
(Yaa... Yoksa siz, halkın İttihat ve Terakki’ye gösterdiği derin
tepki 2007 yılının işidir mi sanmıştınız?)
Son günlerde çalınan savaş tamtamlarının gürültüsü içinde, Miloviç
aklıma geldi, bir kostaklanma da dikkatimi çekti.
Hemen herkes “bedeli neyse ödemeye hazırız” diyor. Kiminin kanı
kaynadığı için, kimisi hükümeti batırmak amacıyla.
Futbolda denemeyi pek sevdiğimiz “doldur boşalt” yöntemi gibi,
bunun da bir “Irak’a gir, vur, çık” işi olduğunu sanıyorlar.
Uzun soluklu bir serüvene gerçekten hazır mısınız?
Arabanızın deposunu bin liraya dolduracağınız bir serüvene?
Doların beş lira, avronun on lira olduğu, Migros’ta hiçbir ithal
tüketim malını bulamayacağınız, gene Amasya’nın elmasına, Anamur’un
muzuna kalacağınız bir Türkiye’ye hazırlığınız gerçekten tamam mı?
(İşin kötüsü, o durumda Diyarbakır’dan karpuz da gelmeyebilir.)
Karaborsa yapmayacaksınız ama, söz mü? İstifçilik de
yapmayacaksınız, tezgâh altından mal satmayacaksınız!
Televizyon orospularına para yedirmeyeceğinizi garanti ediyorsanız,
ben varım.
Çünkü, misliyle artarak gelecek olan şehit tabutlarının hiçbirinin
içinde, Kuruçeşme gecelerini kasıp kavuran zengin piçleri
olmayacak.
Gene köylü çocuklarıdır ölecek olanlar... Aç kalacak olan da işçi
ve memur. Sokaklarda sürünecek olanlar, emekliler.
Var mıdır aranızda güneydoğu cephesine gönüllü gidecek, yok canım,
vuruşmaya değil, geri hizmette çalışmaya?
“Hayatını küçültmek” deyimiyle küçümsenip geçilen o darlığa
gerçekten düşünce yaygarayı basmayacaksınız, söz mü?
Örneğin ücretiniz yarıya inince şarlamayacaksınız, okey?
Var mısınız Tekalif-i Milliye’ye, her evden iki kat don fanila,
çorap vermeye? (Kağnıyla mermi taşıtmazlar, korkmayın, o
eskidendi.)
“Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda zaten
mevcuttur” demişsiniz, demek ki uçak, helikopter, tank, top
gerekmiyor...
Ama sıkıntıya girmek şart. Kaçınılmaz.
Kaçmayacaksınız, kaytarmayacaksınız. Yemiyorsa, bedeli her neyse
ödemeye hazırız diye efelenmeyiniz. Kostak değilseniz, boşa
kostaklanmayınız.
Çünkü o bedeli kendiniz ödemeyecek, gene başkalarına
ödeteceksiniz... Bugüne kadar öyle olmamış mıydı?