Bebekleri diri diri yaktılar
Abone olHiç konuşmadık ancak Türkiye, cesur adımlarla bunu da tartışmalı. Evet bir dönemin rejimi Dersim'de cinayet mi işledi;
1937-1938'de Dersim'de neler oldu? Yaşananlar gerçekten
birkaç kişinin idamı ve binlerce insanın sürgünü ile mi sınırlıydı?
İşte Dersim'de yaşananlar ve o günlerin tüyler ürperten
dramı;
Soğuk gecenin sessizliğini yaşlı adamın dudağından dökülen sesler
bozdu. Metin gözlerle getirildiği meydanı süzen yaşlı adam meçhul
varlıklara hitap ediyor gibiydi; "Evladı Kerbelayıh.
Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir." Sonra yüzünü
alelacele kurulmuş darağaçlarına döndü. Görevlilerin arasında
geldiği idam sehpasının altında büyük bir soğukkanlılıkla yağlı
ilmiğin boynuna geçirilmesini bekledi. Cellâdına fırsat vermeden
ayaklarının altındaki alçak iskemleyi tekmeledi. Artık çektiği tüm
sıkıntılar sona ermiş, ruhu huzura kavuşmuştu.
TARİH 15 KASIM 1937
Şimdi bile okuduğumuz tanıklıklarda içimizi acıtan bu manzara
Elazığ'da yaşandı. Takvim yaprakları 15 Kasım 1937'yi gösteriyordu.
İdam edilen kişi Dersim İsyanı'nın liderlerinden Seyid Rıza'ydı.
Seyid Rıza ile birlikte içlerinde oğlunun da bulunduğu pek çok kişi
idam edilmişti. 347 aileye mensup 3 bin 470 kişi Tekirdağ,
Edirne, Kırklareli, Balıkesir, Manisa, İzmir gibi illere
sürülmüştü. Dersim bu yaşananlardan sonra sessizliğe
bürünmüştü. Adı da çıkartılan bir kanunla zaten çoktan Tunceli
olmuştu.
NURSİ'NİN TALEBESİ ALBAY!
Resmi kaynaklara göre öyle. Ancak tanıklar hiç de öyle söylemiyor.
Bu tanıklar içerisinde hiç şüphesiz en ilgi çekici olanı Hulusi
Yahyagil. Yahyagil, emekli albaydı ve Said-i Nursi'nin en yakın
öğrencisiydi. Yahyagil, yarbaylığı döneminde Dersim'de
isyanı bastırmakla görevli bir birlikte komutanlık
yapıyordu. Yaşadıklarını "Son Şahidler-Bediüzzaman Said-i
Nursi'yi Anlatıyor" serisinin ilk cildinde araştırmacı Necmeddin
Şahiner'e anlattı. Önce Yahyagil'in Şahiner'e anlattıklarına
bakalım, ardından da Nursi'nin Yahyagil'e yazdıklarına...
İMHA EDİN DEDİLER
Necmeddin Şahiner, Hulusi Yahyagil'e Said-i Nursi ile ilgili
hatıralarını dinlemek üzere gitmişti. Yahyagil, Nursi ile
ilişkisini anlatırken söz dönüp dolaşıp Dersim'e, Dersim İsyanı'na
gelmişti...
Nursi'nin Kastamonu'ya sürgün edildiği dönemde Yahyagil de
Elazığ'da görev yapıyordu. Gelen emre göre de taburuyla birlikte
Dersim İsyanı'nı bastıracak birliklerin arasında yer alacaktı; "Ben
Elaziz (Elazığ)'de tabur komutanlığı yapıyordum. 1938 Dersim
İsyanı'nın sebep olduğu facia hadisesi neticelenmek üzere idi.
Bizi de Dersim İsyanı'nı önlemeye ve bastırmaya memur
ettiler, isyan dedikleri şey de, bazı dağ köylerinin o yıl vergi
vermeme meselesi idi. Aslında hadise basitti. Fakat
nedense onu büyüttüler ve umumileştirdiler." Çok basit önlemlerle,
belki hiç can kaybı yaşanmadan çözülecek bir olay kısa sürede
bölgeyi etkisi altına aldı. Dersim yani Tunceli ve çevresi
alev alev yanıyordu. Yahyagil'e göre bu sırada gelen emir
netti: "Bize verilen emir: Dersim ahalisini külliyen imha
emri idi. Canlı tek bir insan bırakılmayacak...
genç-ihtiyar, suçlu-suçsuz, çoluk-çocuk, kadın-erkek ne varsa
hepsini imha...
"SEN PİYADESİN SANA TOP LAZIM"
Ben kıta komutanı idim. En çetin ve zor vazifeyi de bize
vermişlerdi. 'Sen piyadesin, seni topla da takviye etmek gerekir'
dediler. Çok mahzun ve mustarip idim. Neticede vuku bulacak haksız
zulüm ve gadirleri düşünüyordum. Aynı zamanda iki tane çıkılmaz
hissin ortasında kalmıştım: Birincisi: Askerlikte emre mutlaka
itaat, ikincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden
kaçmak, o ortamda istifa etmek, belki başka manalar verilmek
endişesi..."
DİRİ DİRİ YAKTILAR
Bir başka biyografik araştırma ise Dersim'de yaşananlar şu
şekilde anlatılıyor;
"Dersim İsyanı'nda isyan eden bazı insanlarla askerler harp
ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru
gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey
yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince,
Hulusi Bey'e de verilen emir gibi, geri dönüp masum
çoluk-çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta
hınçlarını alamayarak, bazı taburlar topladıkları çoluk-çocuk,
kadın ihtiyar, bigünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine
doldurmuşlar ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe
vermişlerdi. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar
ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için
surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği
süngüleyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına
atmıştı. Gözümle gördüm."
(Aktüel dergisi-Tuncay Opçin)