BDP'den öneri : Kürt-Türk ittifakı
Abone olBDP Grup Başkanvekili İdris Baluken gündemi İnternethaber'e değerlendirdi.
NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Çözüm Komisyonu'nun raporunu neden beğenmediklerini, BDP tarafından hazırlanan ve komisyona sunulan raporlarını, KCK'nın son açıklamasını değerlendiren İdris Baluken, Barzani'nin Diyarbakır ziyaretini de değerlendirdi.
Kürt meselesinde bütün sorunları çözecek alanın Rojova olduğunu belirten Baluken çarpıcı açıklamalarda bulundu...
Çözüm Komisyonu'nun raporunu neden beğenmediniz, sizin hazırladığınız alternatif raporun en dikkat çeken yanı nedir?
ÇÖZÜM KOMİSYONU'NUN HAZIRLAMASI GEREKEN RAPORU BİZ HAZIRLADIK
"Bu rapora alternatif bir rapor demek doğru değil. Çözüm Komisyonu'nun hazırlaması gereken raporu aslında biz hazırladık. Çözüm Komisyonu'nda, komisyonun işleyişiyle ilgili doğru bir yöntem ve metod işletilmiş olsaydı bu rapor parlamento çalışmalarına ciddi katkı sağlayacaktı. Ancak komisyondaki AKP'li üyelerin normal meclis komisyonunun işleyişinden farklı bir yol ve yöntem izlemesi, raporu tartışmaya açıp karşılıklı görüşleri o raporda ortaklaştırma gibi bir arayışa girmemesi nedeniyle biz onların hazırladığı raporun sadece kendi görüşlerini yansıttığını ifade ettik ve o nedenle de raporda ortaklaştırmak için hazırladığımız önerileri ayrı bir muhalefet şerhi haline getirerek Meclis Başkanlığına, komisyona ve kamuoyuna sunduk."
SÜREÇ HENÜZ TÜKETİLMİŞ DEĞİL
"Üç ayı aşkın bir süredir yoğun tartışmalar yapıldı, akademisyenler, bu savaştan zarar görenler, direk bu meseleden kaynaklı mağduriyet yaşayanlar dinlendi, alanda önemli çalışmalar yapıldı. Bu çalışmaların ardından, bütün komisyonun fikrini yansıtacak bir rapor ortaya çıkması gerekirdi. Böyle olmadığı için biz AKP'li vekillerin sadece kendi fikirlerini yansıtan bir raporu kabul eder bir pozisyonda olamazdık. Bu nedenle de mevcut hazırlamış olduğumuz raporu bir muhalefet şerhi olarak sunduk ama hala komisyonda bunu ortaklaştırmanın çabası içinde olacağız. Yani süreç tüketilmiş değil. AKP'li üyeler isterlerse bugün de yarın da komisyon üyeleri bir araya gelip her iki raporun ortaklaştırılabilecek yanlarını tek bir rapor haline getirerek, parlamento genel kuruluna o şekilde sunabilirler, doğru olan da budur."
KLASİK DEVLET ZİHNİYETİNİ AŞMAYAN BİR RAPOR
"İçerik olarak baktığımız zaman bu raporun bugüne kadar hazırlanmış klasik devletçi refleksleri içinde barındıran raporların ötesine geçmediğini görüyoruz. Bir tarafı, hâla deyim yerindeyse terör üreten bir merkez olarak konumlandıran, sorunun adını koyma noktasında tarihi perspektiflerden uzak olarak, sadece güncel bazı klasik tanımlamalarla yaklaşan bir anlayışı biz son derece yetersiz bulduk. Kürt meselesinin çözümü ile ilgili bir komisyon kurulmuşsa, her şeyden önce bu sorunun adını doğru koymalı. Bu soruna Kürt sorunu demediğiniz zaman altına koyacağınız bütün unsurlar zaten başındaki başlıkla boşa çıkacak bir riski barındırıyor. Bu yönüyle daha başından beri sorunun adını koyma noktasında klasik devlet zihniyetini aşmayan bir anlayışla hareket edildiği için bunu son derece yanlış bulduk."
RAPORUN GENELİNDE ÇÖZÜM SÜRECİ YOKMUŞ GİBİ BİR ANLAYIŞ VAR
"Raporun genel içeriğine baktığımız zaman da çözüme daha çok bireysel haklar üzerinden yaklaşan, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı haklarını gündemleştirmeyen, bu yönüyle çözümden uzaklaşan bir çerçeve gördük. Özellikle değerlendirme ve sonuç kısmında daha çok Komisyon Başkanının entelektüel fikir jimnastiği yaptığı bir metinle karşılaştık. Dışarıda devasa bir sorun yokmuş, yüzyıllık bir sorunun çözümüyle ilgili çok kritik bir aşamada değilmişiz gibi yaklaşan, sanki bir yazarın meseleyle ilgili bir kitabındaki değerlendirmelermiş gibi bakan bir anlayışla karşılaştık. Tabi mevcut durumda bunu sürece katkı sağlayan bir yaklaşım olarak değerlendirmiyoruz. Raporun genelinde, sanki çözüm süreci yokmuş gibi bir algı var. Çözüm sürecini güçlendiren, temel olarak bugüne kadar hükümetin ya da devletin yetersiz yaklaşımlarını aşma noktasında yardımcı olabilecek hiçbir somut öneri yok. Böyle olduğu için, biz bu raporun bu haliyle, gerek yürüyen çözüm sürecine, gerekse de devasa Kürt meselesine katkı sunmayacağına kanaat getirdik ve o nedenle de kendi önerilerimizi, kendi raporumuzu hazırlayıp hem Meclis Başkanlığına, hem de Komisyon Başkanına sunduk."
Çözüm sürecinin neresindeyiz şimdi? Süreç nasıl ilerliyor sizce?
KALICI BARIŞI GETİRECEK AŞAMAYA BU AYLARDA GEÇEBİLİRDİK
"Çözüm süreci aslında dönemsel kesitlere ayrılmış, siyasi konjonktüre göre yürüyen bir süreç değil. Stratejik olarak, silahların bırakılmasını ve demokratik siyasetin bir hak ve özgürlük mücadelesi olarak ön plana çıkmasını, bu yönüyle de bugüne kadar silahlı mücadele yürüten güçlerin demokratik siyasete katılmasını, öngörmüş bir süreçten söz ediyoruz. Dolayısıyla, bu süreci seçimlere endeksli belli bir zaman dilimine hapsetmenin, konjonktürel bir yaklaşım içerisinde görmenin çok doğru olmayacağı kanaatindeyim. Bugüne kadar çözüm sürecinin gerekleri yapılmış olsaydı önemli oranda kalıcı bir barışı getirecek bir aşamaya bu aylarda geçilebileceğini öngörüyorduk. Ancak, özellikle hükümetin daha çok konjonktürel ve seçim endeksli yaklaşımı nedeniyle gerekli olan adımları atma noktasında yeterli siyasi cesareti göstermemesi üzerine hâla çözüm sürecinin olması gereken aşamasının çok uzağındayız. Yani kalıcı barışla ilgili nihai hedef ve silahlı güçlerin silahını bırakarak demokratik siyasete katılmalarıyla ilgili hedefin çok uzağındayız."
DEVLET HALA İTTİFAK RUHUNU İÇSELLEŞTİREMEDİ
"Bu süreç, tarihi bir Kürt Türk ittifakını öngören bir süreçtir. Yüzlerce yıldır süren bir kavgayı bitirerek binlerce yıllık bir Türk-Kürt barışını öngören bir süreçtir. Dolayısıyla bu kadar büyük iddiası olan, bu kadar uzun vadeli bir planlamayı içeren bir stratejiyi çok küçük bir konjonktürel seçim gündemi içerisine hapsetmek doğru bir tutum olmaz. Çözüm süreciyle ilgili gelişmeleri değerlendirdiğimiz zaman şu yetersizliği görüyoruz; devlet, hala sürecin ortaya koyduğu bu ittifak ruhunu içselleştiremedi, özümseyemedi. Kürtlerle birlikte hareket etme, tarihi bir Türk-Kürt ittifakını ortaya koyma noktasında devlet hala klasik cumhuriyetten bugüne kadarki 90 yıllık reflekslerin ötesine geçemedi."
AKP KÜRT HAREKETİ İLE OLAN DÜŞMAN HUKUKUNU KENARA BIRAKMALI
"Türk-Kürt ittifakının kurulması bağlamında Devletin, uzun vadeli politikalarında Kürt siyasi özgürlük hareketiyle de stratejik bir ittifakı öngörmesi lazım. Bunun için de, düşman hukukunu artık bir kenara bırakması gerekiyor. Bir taraftan ‘ben çözüm süreci işleteceğim, kalıcı barış için arayış içerisindeyim’ deyip, diğer taraftan hala muhataplardan birine düşman hukukuyla bakarsanız orada yol alamazsınız. AKP Hükümeti’nin Kürt hareketi ile olan düşman hukukunu bir kenara bırakması gerektiği inancındayız. Türkiye Cumhuriyeti'nin stratejik planlarını yaparken Kürt hareketiyle birlikte stratejik bir birlikteliği içerecek şekilde bütün ezberlerini bozması gerektiği kanaatindeyiz. Bu başarılırsa dört parça Kürtlerle birlikte Ortadoğu siyasetinde temel politikaları belirleyen bir konuma gelme noktasında Türkiye cesur bazı yaklaşımlar ortaya çıkarabilir."
KCK bir açıklama yaptı ve Mart sonuna kadar süre verdi. Bu açıklama ne anlama geliyor, çözüm sürecinin kaderini seçimler mi belirleyecek?
KÜRT SORUNU YAKICI VARLIĞINI HALA DEVAM ETTİRİYOR
"Kürt meselesi siyasi partiler olmadan önce de yakıcı bir sorun şeklinde ülkenin gündemindeydi, legal siyasetten sonra da ülkenin en önemli sorunu konumunda. Sayısız seçimler atlatıldı, sayısız seçim sonuçları ortaya çıktı, bütün bu seçim sonuçları üzerinde yine Kürt sorunu varlığını devam ettiriyor. Önümüzdeki yerel seçimler de Kürt meselesi açısından bir bitiş ya da yeni bir başlangıç şeklinde bir misyona sahip değil bence. Zaten yıllardır legal siyasetin demokratik mücadelesi devam ediyor, yıllarca girilen seçimler var, seçim sonuçları üzerinden Türkiye'nin değişen siyasi dengeleri var ama Kürt sorunu hala varlığını aynı yakıcılıkta ülke gündeminde tutmaya devam ediyor."
KCK'NIN AÇIKLAMASINDA DEVLETE UYARI VAR
"Dolayısıyla burada seçime endeksli bir değerlendirme yapmak çok doğru değil. Belki bu açıklamada kastedilen AKP'nin çözüm sürecine yaklaşımı eğer seçim endeksli bir kazanç elde etme üzerinden şekilleniyorsa bunun ortaya çıkaracağı risklere dikkat çekmek olabilir. Yoksa seçimden sonra ortaya çıkacak sonuca göre Kürt hareketinin farklı bir siyasi pozisyon alacağı, kendi stratejik belirlemesi ile ilgili farklı bir tutum içerisinde olacağı kanaatinde değilim. Burada devlete ve hükümete bir uyarı var. Bu kadar tarihi bir sorunun belki de çözümle ilgili tarihi bir kavşakta ‘seçime endeksli dar yaklaşım içerisine girmeyin’ uyarısı var. Atılması gereken adımlar, hükümetin yasal, Anayasal düzenlemeler ya da müzakere aşaması ile ilgili seçim süreçlerini aşacak bir perspektif üzerinde yaklaşması gerektiği ile ilgili bir tespit var."
Barzani'nin gelişi BDP'de farklı tepkilere yol açtı sanki. Bazı milletvekilleri tepki verirken bazıları ziyarete eşlik ettiler. Siz nasıl değerlendirdiniz bu durumu ve ziyareti? Ve sanki Barzani ve Öcalan'ın Kürtleri ortak değilmiş gibi bir algı yaratılıyor, bu sizi rahatsız ediyor mu?
BARZANİ'NİN DİYARBAKIR PLANLARINDAN SON DAKİKA HABERDAR OLDUK
"AKP ya da devlet, ‘Barzani Kürtleri’, ‘Öcalan Kürtleri’ gibi bir algı yaratmak istiyor olabilir ama BDP içerisinde böyle bir algının karşılığı yok. Sayın Barzani'nin gelişi ile ilgili BDP'nin ortaya koyduğu parçalı bir duruş da yok aslında. Gerek hükümetin gerekse de Sayın Barzani'nin Diyarbakır'da yapacağı planlamalarla ilgili direk BDP ile kurumsal bir muhatabiyet söz konusu olmadı. Bu kurumsal muhatabiyet önceden olmuş olsaydı, BDP tabii ki bir kurumsal cevap ortaya koyacak ve ona göre kendi planlamasını yapacaktı. Ama son geceye kadar hem Sayın Başbakan'ın hem de Sayın Barzani'nin Diyarbakır'daki planlamalarının ne olacağına dair bir bilgi sahibi değildik. Gelen bilgiler, "BDP İl Başkanlığı'nı ,DTK binasını ve Belediyeyi ziyaret edecekler" şeklindeydi. Bütün bunların doğruluğunu kurumsal olarak bizimle paylaşan bir taraf olmadı. Dolayısıyla BDP'yi ve DTK'yı ziyaret etme durumunda, tabii ki biz böylesine önemli bir siyasi ziyareti önemserdik. Bunun kurumsal muhatabiyetini de ortaya koyma noktasında kurumsal bir karar alırdık. Böyle bir yaklaşımın olmadığını öğrendik ve sadece Belediye ziyaretinin olacağı bize iletildi. Son dakikaya kadar bu şekilde bir planlamadan haberimiz olmadığı için de kurumsal bir karar alıp, o kararı hayata geçirme noktasında bir tutum ortaya koymadık. Bazı milletvekili arkadaşlarımız da kurumsal bir karar olmadığı için kendi bireysel inisiyatifleriyle bizim kurumumuz sayılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye’sine ziyareti sırasında o karşılama programında bulundular. Bunu BDP'nin genel tavrından çok farklı bir tutum olarak değerlendirmemek lazım."
Abdullah Öcalan nasıl bir yorum yapar bu ziyarete sizce?
SAYIN ÖCALAN DETAYLARA DEĞİL RESMİN BÜTÜNÜNE BAKAR
"Sayın Öcalan'ın nasıl bir yorum yapacağı hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün değil. Sayın Öcalan, uzun vadeli stratejiler üzerine siyasi analizler ve çözümlemeler yapan bir liderdir. Türkiye'deki genel siyasetin salt bir parçasına bütün enerjisini yoğunlaştırarak, bir yoğunlaşma ve o doğrultuda politika üretme perspektifinden çok daha uzakta hareket eden bir lider. Onun zihninde büyük bir resim var, bu büyük resim içerisinde küçük siyasi olaylar, küçük detaylar var. Türkiye'deki siyasi yapının tamamı bu detaylar üzerine bütün enerjisini yoğunlaştırırken, Sayın Öcalan detaylar yerine büyük resim üzerinden bir değerlendirme yapıyor. Dolayısıyla böylesi bir perspektife sahip bir liderin bu olayla ilgili neler ortaya koyabileceğini öngörmek mümkün değil."
Peki, BDP cephesi nasıl değerlendirdi bu ziyareti?
BİZ BU ZİYARETTEN RAHATSIZLIK DUYDUK
"BDP cephesinden ya da Türkiye'deki Kürtlerin büyük alanda örgütlü olduğu Kürt siyasi hareketi cephesinden bu ziyaretle ilgili birkaç rahatsızlık duyduk. Birincisi; az önce de söylediğim gibi, böylesi bir planlamanın hiçbir yerinde Kürt siyasi hareketinin muhatap alınarak ortaklaştırılmamış olmasıdır. İkincisi; bu yapılan planlamanın seçim dönemine denk gelmiş olmasıdır. AKP'nin bölgede gerçekten seçime endeksli bir hamle arayışı içerisinde olduğu ve buna da Kürtler'in bir kısmını dâhil etmek istediği gibi bir algı oluştu. Üçüncüsü; ziyaretten hemen önce Sayın Barzani'nin özellikle Rojava'daki gelişmelere ilişkin yapmış olduğu bir açıklama vardı; orada bir devrim sürecinin yaşanmadığını, Rojava'daki gelişmelerin devrim olarak nitelendirilemeyeceğini ileri süren, dolayısıyla Rojava'da Kürt halkının yaşadığı bütün sıkıntıları, bütün bedelleri, yaşanan bütün acıları görmezden gelen bir değerlendirme üzerinden Türkiye ziyaretini gerçekleştirdi ve bu durum bizi ve Rojava halkını ciddi anlamda rahatsız etti."
BÜTÜN SORUNLARI ÇÖZECEK ALANIN ROJAVA OLDUĞUNA İNANIYORUZ
"Neticede biz hem dört parça Kürdistan'da, hem de Ortadoğu'da barışla ilgili yaşanan bütün sorunları çözecek alanın Rojova olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla, Rojava'daki kazanımların bu düzeyde boşa çıkarılarak onun üzerine bir Türkiye ziyareti yapılmış olması, bu konuda ortak hareket edildiğine dair bizde bir şüphe uyandırdı ve bu ciddi bir rahatsızlık nedeni oldu. Dördüncüsü ise; ziyaretten sonra basına da yansıdığı üzere Barzani Erdoğan görüşmesinde dört maddelik bir anlaşmanın yapılmış olmasıdır. Bu maddelerden biri de Rojova'da PYD'ye karşı ortak hareket edilmesiyle ilgiliydi. Bu da ciddi düzeyde bizi rahatsız eden, içerideki çözüm süreci, Ortadoğu'daki gelişmeler ve Kürt halkının dört parçadaki özgürlük mücadelesi açısından da kaygılarımızı arttıran bir yaklaşım oldu. Dolayısıyla bu ziyarete bu bahsettiğim dört temel başlıkta mesafeli ve eleştirel yaklaştık."
MÜMKÜN OLDUĞUNCA YAPICI OLMAYA ÇALIŞTIK
"Bu eleştirileri dile getirirken de iki noktada hassasiyet göstererek, mümkün olduğunca yapıcı olmaya çalıştık. Bu hassasiyetlerimizden birincisi, Kürtlerin demokratik ulusal birliğidir. Buna zarar gelmeyecek bir perspektifi öngörerek muhalefet etmeye çalıştık. İkinci hassasiyetimiz ise; tarihi Türk-Kürt barışıdır. Bu ittifakı zedelemeyecek şekilde bir muhalif duruşu ortaya koymanın hassasiyeti içerisinde olduk. BDP'nin gösterdiği bu hassasiyet belki kamuoyunda farklı bazı değerlendirmelerin ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir, ama bizim açımızdan hem ziyaretin öncesi, hem ziyaretin kendisi, hem de sonrası çok net olarak değerlendirdiğimiz bir tablo şeklinde önümüzde duruyor."
Özellikle MHP çözüm sürecinin ülkeyi böleceğini düşünüyor. Siz ayrı bir devlet mi istiyorsunuz, siz bu ülkeyi bölecek misiniz? Bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? Kürdistan ismi de çok fazla rahatsızlık veriyor, ne düşünüyorsunuz?
GERÇEĞE UYMAYAN ŞEY 90 YILLIK ASİMİLASYON SÜRECİYDİ
"Tarihi bir coğrafyanın adından bahsediyoruz. Son 90 yıldır inkâr edilen, bu yönüyle de bu topraklarda çok büyük acıların yaşanmasına neden olan bir realiteyle de karşı karşıyayız. Kürdistan isminin tarihi köklerine baktığımız zaman Selçuklu döneminden, Sultan Sencer döneminden Yavuz Sultan Selim'in yazdığı mektuplara, Kanuni'nin yazdığı fermanlara ve ilk Meclisin kuruluş tutanaklarına kadar bütün tarihi belgelerde bu isme rastlayabiliriz. Böylesi bir tarihsel gerçeklikle, böylesi bir politik realiteyle karşı karşıyayız. Gerçekliğe uymayan şey; son 90 yıllık inkâr süreciydi, Kürdistan'ın ya da Kürtlerin yok sayılması ve asimilasyon süreciydi. Bizim mücadelemiz bu yönüyle, bir hakikati ortaya çıkarma mücadelesidir. Kürdistan ismi kullanıldığı dönemde de Kürdistan ayrı bir devlet olarak orada bulunmuyordu, bir coğrafi ve idari bölgenin ismini temsil ediyordu. Bugün de BDP'nin önermiş olduğu demokratik özerklik modelinde yine bu şekilde idari sistemi yeniden düzenleyerek, burada yaşayan halkların kendi kendini yönetebileceği bir statüyü öngörüyoruz."
BİZ SADECE KÜRTLER İÇİN MODEL OLUŞTURMUŞ DEĞİLİZ
"Biz sadece Kürtler için bir model oluşturmuş değiliz, sadece demokratik özerk Kürdistan olsun, Türkiye'nin geri kalan coğrafyasında yaşayan halkaların ne hali varsa görsün gibi bir anlayış ve yaklaşım içerisinde asla olmadık. Bizim öngördüğümüz ve Türkiye'nin mevcut sorunlarını çözecek model, demokratik özerklik ve demokratik Cumhuriyet projesidir. Bu yönüyle aslında Türkiye'yi 20-25 özerk bölgeye ayıracak, bunun içerisinde de Kürtler'in yoğunlukla yaşadığı yerlerde siyasi talebi ön plana çıkaracak bir özerklik modelini öngörüyoruz. Türkiye'nin genelinde böylesi bir siyasi talep olmuş olsa onu da savunacağız, ama şu anda Kürt Coğrafyası dışında kalan yerlerde halklarımızın bu yönlü bir siyasi talebi yok. Yani, kendi kendini yönetme, statü talebiyle ilgili bir siyasi talep şekillenmemiş durumda."
MEVCUT SİSTEMİN DEĞİŞMESİ KONUSUNDA ÇOK KARARLIYIZ
"Ama biz modelimizi, tüm Türkiye'de bir idari reform yapacak şekilde formüle ettik, bu idare reform içerisinde İstanbul da var, Ege de var, Karadeniz de var. Burada şu ayrımı yapmak gerekiyor; mevcut idari sistemin değişmesi konusunda çok netiz ve kararlıyız. Artık bu katı merkeziyetçi, herkesi tekleştirmeye çalışan ulus devlet yapısının mutlaka değişmesi gerektiğine inanıyoruz. Yetkiyi merkezden alıp yerele verecek, bu yönüyle yerelde halkın karar verme ve yönetime katılma süreçlerinin önünü açacak âdemi merkeziyetçi bir yapıyı bütün ülke geneli için savunuyoruz. Burada, idari reformun yanısıra Kürtlerin aynı zamanda siyasi talepleri de var. Bu siyasi taleplerin dikkate alınması gerekir. Bu asla sınırları bölme, bir başka devlet oluşturma projesi değildir. Eğer böyle bir şey savunmuş olsaydık, bunu çok açık bir şekilde ifade edebilirdik. Nitekim bizim siyasetimiz bugüne kadar savunduğu doğruların bedelini ödeyen, bu şekilde değerler yaratarak kazanımlar ortaya çıkartan bir siyasi mücadeledir. Bedel ödemekten hiçbir zaman çekinmemiş bir siyasi hareket, bağımsız devlet talebinde bulunuyor olsaydı bunu da savunup bedelini ödeyecek bir pozisyon alırdı zaten."
ÖNGÖRDÜĞÜMÜZ MODEL BAŞARILIRSA MİLAT OLUR
"Aslında tam tersine öngördüğümüz model Türkiye'de gündemleşirse, böylesi bir sistem başarılabilinirse bunun, tarihi Kürt meselesini çözme ve Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili yepyeni bir milat yaratacağına inanıyoruz. Ve bizim öngördüğümüz çözüm modeli de aslında bir yönüyle Ortadoğu'nun genelinde yaşanan sorunlara çözüm olabilecek bir modeldir. Ortadoğu'da bugün, katı ulus devlet yapısının baskıcı diktatöryal anlayışların yarattığı sorunlarla perişan duruma düşmüş halklar gerçekliği var. Biz, halkların farklılıklarını kabul ederek, demokratik ulus perspektifi içerisinde bir araya gelmesini öngören konfederal birliktelik modelini savunuyor ve öneriyoruz. Örneğin son dönemde Rojova sınırında yürütülen duvar örme faaliyetinin kendisi bir bölücülüktür. Bu; halkları, tarihi gerçekliği, realiteyi bölmektir. Ya da dört parçada yaşayan Kürtler arasına mayınlar yerleştirmek, tel örgüler koymak birer bölücü faaliyettir. Bunların kaldırılması gerektiğine inanıyoruz."
Son dönemde BDP milliyetçi bir parti gibi algılanıyor, neden? BDP Türkiye'nin partisi olabilir mi?
ÖZELEŞTİRİYE İHTİYACIMIZ VAR
"Bu konuda belki de bizim de özeleştiriye ihtiyacımız var. Şüphesiz ki, Türkiye'de bütün ezilenlerin, bütün ötekileştirilen kesimlerin özgürlük sorunu yaşayan bütün halkların mücadelecisi olduğumuzu söylüyoruz, bunun mücadelesini yürütüyoruz. Ama daha çok Kürt meselesiyle ilgili ortaya koyduğumuz tutum ve politikalar gündemleşiyor. Onlar ön plana çıkıyor. Böyle olmasını, bir yönüyle sistem ve devlet de istiyor. Bizi kamuoyuna tanıtırken de daha çok bu yönümüzle yansıtıyor. Böylece yarattığımız etkinin karşısında aynı ya da daha büyük oranda karşı bir tepki örgütleyerek bizi daraltmayı hedefliyor."
SİSTEM BİZİ O ŞEKİLDE PREZANTE EDİYOR
"Örneğin bugün mecliste, parlamento grubumuzun yaptığı çalışmaların yüzde yetmişi aslında toplumsal, sosyal, ekonomik sorunlarla ilgilidir. Türkiye coğrafyasının tamamını ilgilendiren açlık, işsizlik, sağlık ve eğitim sorununa varıncaya kadar hemen her alanda çok kapsamlı çalışmalarımız var. Kürt sorunu ile ilgili çalışmalar ise parlamento faaliyetimizin yüzde yirmi beşlik bir kısmına tekabül ediyor. Ama sistem psikolojik bir kampanya üzerinden bizi o şekilde prezante ediyor ki, sanki biz yüzde yetmişlik o çalışmayı hiç yapmamışız gibi, sanki bütün siyasetimizi o yüzde yirmi beşlik mesele üzerinde yoğunlaştırmışız gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bunu sistem ya da devlet böyle yapıyor diye kendimizi yeterince kamuoyuna anlatamama, görüşlerimizi, projelerimizi, politikamızı tüm topluma yeterince ulaştıramama noktasında yaşadığımız sorunları göz ardı ediyor değiliz. Her ne olursa olsun bunu aşmamız gerektiğine inanıyoruz."
BİZ KÜRT MİLLİYETÇİSİ OLSAYDIK BU ALGIDAN RAHATSIZ OLMAZDIK
"Kürt halkına ulaşma noktasında ortaya koymuş olduğumuz performansı, örgütlü düzeyi, Türkiye halklarına ulaşma noktasında da ortaya koymakta aynı oranda başarılı olamadık, ama bu arayıştan da vazgeçmedik. Sistemin bugüne kadar ötekileştirdiği, baskı altında tuttuğu bütün kesimlere ulaşmayla ilgili bir kaygımız vardı ve nitekim bu kaygının bir sonucu olarak, bizim de bileşeni olduğumuz HDP adıyla yeni bir proje ortaya çıktı. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde daha fazla gayret içerisinde olmamız lazım. Türkiye'deki mevcut algıları mutlaka değiştirmemiz gerekiyor. Biz gerçekten Kürt milliyetçisi bir parti olsaydık, bizimle ilgili yaratılan böylesi bir algıdan rahatsız olmazdık."
AŞMAMIZ GEREKEN DÖRT TEMEL NOKTADAN BİRİ OLAN MİLLİYETÇİLİK İÇİNE HAPSOLMAMIZ RAHATSIZLIK VERİCİ
Bakınız! Türkiye'deki Kürt siyasi hareketi dört temel noktada sistemle asla uzlaşmayacağını söylüyor ve bu dört temel noktada da yeni bir devrimsel dönüşüm yaratacağını ifade ediyor, böyle bir iddia ortaya koyuyor. Kürt siyasi hareketi bunları; milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik-dini siyasetin ve iktidarın aracı haline dönüştüren, sömüren yaklaşımlar- ve dogmatik bilimcilik üzerinden teorize ediyor. Biz, bu dört kalıbı aşmadığımız, sistemin bize dayattığı bu dört kalıp üzerinden yeni bir devrimsel çıkış yaratmadığımız zaman, kendimizi asla başarılı addetmeyeceğiz iddiasındayız. Böyle bir yaklaşım varken, aşmamız gereken dört temel noktadan milliyetçilik içerisine hapsedilmiş olmamız Kürt milliyetçisi olarak kitlelere tanıtılmış olmamız bizi rahatsız ediyor. Bunun aşılmasıyla ilgili önümüzdeki dönemde, bugüne kadar ki pozisyonumuza özeleştirel yaklaşarak daha farklı bazı çalışmalar ve yoğunlaşmalar içerisinde olmalıyız."
Dershanelerin kapatılmasıyla ve bu konuyla ilgili hükümet-cemaat "çekişmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
ÇOK CİDDİ BİR EĞİTİM REFORMUNA İHTİYAÇ VAR
"Biz, eğitim sisteminin baştan sona tekrar değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye'deki mevcut eğitim sistemi tekçi bir anlayış, asimilasyoncu yanlış bir tarih üzerine inşaa edilen ve daha çok resmi ideolojiye prototip birey yedekleyen bir eğitim sistemidir. Bu sistem, anadilde eğitimin önünü kapatırken, anayasal bir görev olarak tanımlamasına rağmen parasız eğitimi de sosyal devletin sorumluluğu olarak görmüyor. Bu sistem evrensel, bilimsel kriterlerden, evrensel standartlardan da son derece uzaktır. Eğitim sisteminin bu yönüyle başlı başına bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Bu sorunu ortadan kaldıracak şekilde çok ciddi bir eğitim reformuna ihtiyaç var. Herkese parasız eğitim olanağı sunacak, anadilde eğitimin önünü açacak, ırkçı-milliyetçi müfredattan arındırılmış, nitelikli, muhakeme edebilen, değerlendirme yeteneği olan bireyler yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitim sisteminin olması gerektiğine inanıyoruz. Bugüne kadar bunlar yapılmadığı için dershaneler üzerinden farklı bazı eğitim sistemini tamamlayan mekanizmalar ortaya çıktı. Mevcut durumda hükümetin bir yasayla ya da bir karar alarak dershaneleri kapatma girişiminden çok, eğitim üzerinden yapılacak böylesi köklü bir reformla dershanelere olan ihtiyacı tümden ortadan kaldıracak, bu yönüyle de fiili olarak dershaneleri kapatacak, işlevsizleştirecek bir işleyişe ihtiyaç var."
DERSHANE TARTIŞMASI BİR İKTİDAR SAVAŞI OLARAK KARŞIMIZA ÇIKIYOR
"Tabi bu dershane tartışması ne kadar eğitim sistemini ilgilendiriyor, taraflar ne kadar bununla ilgili bir kaygı taşıyorlar bunu tartışmak lazım. Bu kavganın bütününe baktığımız zaman daha çok bir iktidar savaşı olarak karşımıza çıkıyor. Kendi siyasi alanını genişletmeye çalışan, bu yönüyle de çok etik olmayan bir politik kavgayla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bu yönüyle her iki tarafın tutumunun da çok etik olmadığı kanısındayım. Dershanecilik ve eğitim sistemi üzerinden Türkiye'deki gençlerin geleceği ile ilgili temel bir tartışma yürütülmesinden çok, Türkiye'deki siyasi iktidarı ele geçirmenin bir hesaplaşması üzerinden dershane tartışması yürütülüyor. Diğer taraftan, dershanelerin tanımlanmasıyla ilgili ortaya çıkan gerçekleri ibretle izliyoruz. Dershanelerin sadece ders vermek amacıyla değil, aslında ideolojik amaçlarla da kullanıldığını, bu yönüyle de bölgede “terörle mücadele” adı altında yürütülen konseptin önemli bir mevzisi olarak tanımlandığını gösteren yaklaşımları büyük bir hayretle izliyoruz."
PKK istiyor diye kapanıyor iddiaları var, ne düşünüyorsunuz?
"Bu tanımın kendisi bile burada niyetin eğitim sistemi ve dershane olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Ve bir itiraf niteliğindedir. Bugüne kadar demek ki böyle bir durum söz konusuydu, ideolojik bir merkez şeklinde dershaneler örgütlendirildi, hükümet buna göz yumdu, cemaat bunun üzerinden kendisine bir siyasi alan yarattı, bu şekilde birbirleriyle Kürt hareketi karşıtlığında ortaklaşan bir anlayış gelişti. Çözüm süreciyle beraber Türkiye'deki siyasal dengeler bir değişim süreciyle karşı karşıya kaldı. Ve Kürt karşıtlığı üzerinden olan ortaklıklar da bir şekilde iktidar hesaplaşmasına döndü ve dershanelerle ilgili tartışma da bunun gün yüzüne çıktığı küçük bir alan olarak karşımızda bulunuyor. Önümüzdeki dönemlerde bence çok daha farklı konularda Kürt karşıtlığı üzerinden ortaya çıkmış meşruiyeti ve kabul edilebilirliği olmayan pek çok konuyla yüzleşeceğiz. Seçim sonrasında da bunun devam edeceği kanaatindeyim. Çünkü Kürt karşıtlığı, bir araya gelmeyen pek çok unsuru bir araya getirmiştir, tarih boyunca böyle olmuştur. Aralarında çok ciddi iktidar hesapları olmasına rağmen sadece Kürtlerin bir hak elde etmemesi üzerine böyle bir birliktelik ortaya koyan anlayışların güncel bir prototipiyle karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemin, cemaat- Ergenekon, Ergenekon- hükümet, hükümet-cemaat arasında bu tarz olmaması gereken birlikteliklerin her yönüyle teşhir edileceği bir dönem olacağını beklemek gerekiyor diye düşünüyorum."