Baydemirin bu çığlığını kim duyacak?
Abone olDiyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir içini döktü: O silahlar bana sıkılsın dedim kimse sahip çıkmadı....
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir,
Milliyet'ten Devrim Sevimay'a verdiği uzun soluklu bugün de devam
etti. Sevimay'a birbirinden çarpıcı tespitler yapan Baydemir, adeta
içini döktü. Baydemir şöyle yakındı: "Askere sıkılan
kurşun bana sıkılsın dedim, sahip çıkılmadı"
İşte Baydemir'in tarihe not düşülecek sözleri:
- 1 Eylül Barış Mitingi’nde çıkıp on binlerce Diyarbakırlıya “Kürt
halkının bir evladı olarak askere sıkılacak kurşun bundan böyle
bana sıkılsın” dediniz. Türkiye sizce yeteri kadar sahip çıktı mı o
sözünüze?
Kesinlikle sahip çıkılmadı. Hatta bir yerde yok sayıldı. Oysa en
başta açılım sürecini başlatan hükümetin o söze sahip çıkması
gerekiyordu. Doğrusu ben Türk aydınından da benzer bir feryadı
duymayı bekledim, ancak oradan da tek bir ses geldi, Ahmet Altan.
Onun dışında “Askere sıkılan kurşun bana sıkılsın” sözüne kim sahip
çıktı biliyor musunuz? Meydandaki yüz bini aşkın Kürt. Ben o
cümleyi söylediğim anda büyük bir coşkuyla alkışladılar. Bu da Kürt
halkının savaşı ne kadar istemediğinin bariz ilanıydı. Ancak buna
sahip çıkılmadı, bu el tutulmadı, bu haykırış duyulmadı.
Yani sonuç olarak, 1 Eylül’de iyi bir şey söylediniz,
kimse duymadı; 25 Aralık’ta kötü bir laf ettiniz tüm Türkiye
konuştu.
Üstelik 16 yıldır aktif olarak kamuoyunun önündeyim, ilk defa, ama
ilk defa negatif bir üslup kullandım.
Ama kabul ediyorsunuz değil mi, o üslubu öyle bir
kullandınız ki 32 yıla bedel oldu.
Çok sert bir üslup olduğunun bugün dahi farkındayım, bunda hiçbir
tereddüdüm yok. İkincisi bu üslup siyasette kesinlikle bir tarz
haline dönüşmemelidir. Üçüncüsü de bir daha böyle bir çığlığa yol
açacak kadar bıçağın kemiğe dayandığı bir anı inşallah
yaşamayız.
Burada benim bir empati çağrım var hem Türk aydınına hem de aktif
siyaset yapan herkese: Siz benim yerimde olsaydınız, beraber
çalışmış olduğunuz mesai arkadaşlarınızın tamamı gözaltına
alınsaydı ve kimi belediye başkanlarınızın evine kapısı kırılarak
girilseydi ve bunlar kelepçelenip götürülseydi ve bunun adına da
“açılım” denilseydi, bunun adına da “KCK operasyonu” denseydi
Allah aşkına siz ne söylerdiniz?
Bize ‘keklik olun’ diyorlar
Yalnız bugüne kadar kaç böyle gözaltı gördü Türkiye,
kimse sizinki gibi bir tepkiyi göstermedi...
Benim oradaki isyanımın nedeni, esas mevzu şudur: Birimize şahin
diyorlar, birimize güvercin. Ama ikimizin de kellesini kesiyorlar
ve aslında burada güvercin falan da istemiyorlar; onlar keklik
istiyorlar. Bize “Keklik olun” diyorlar. Kekliği bilirsiniz...
Düz ovada avlarlar?..
Hem avlarlar hem de keklik bir diğer kekliğin avlanması için yem
olarak kullanılır. Yapmayın ya, Allah aşkına yapmayın. Eğer siz bir
Kürt siyasetçisini onursuzlaştırırsanız bunun size bir katkısı
olmaz. Onursuzlaşan, kimliksizleşen bir birey hangi milletten
olursa olsun kimseye hayrı kalmaz. Bırakın insanlar öz
kimlikleriyle siyaset yapsınlar.
O konuşmanızda “Devlet aklı” dediğiniz bu
muydu?
Devlet aklı; böl, parçala, yönet. Çok açık ve net. Ama bölerken de
birbiriyle çatıştır. Beyaz-siyah yarat. Şahin-güvercin bile bir
manipülasyondur. Onu dahi istemiyorlar, çünkü zaten işe ilk
güvercinlerden başlıyorlar. Onlar halkına, değerlerine,
mücadelesine ihanet eden bir “keklik kişiliği” yaratmak istiyorlar
ve benim isyanım bunadır.
Gözümün önünde iki kare vardı
Eşiniz ne dedi o konuşmanızdan sonra?
Bu soruyu sormaya gerek yok, bizim evde başkan Reyhan Hanım’dır ve
egemenlik kayıtsız şartsız Reyhan Hanım’ındır. Ben onunla bu
konularda hiç tartışmaya girmem bile, çünkü kesin ben zararlı
çıkarım.
Haberi yoktu değil mi böyle bir konuşma
yapacağınızdan?
Benim de haberim yoktu ki öyle bir konuşma yapacağımdan.
O an mı geldi?
O an. Konuşuyordum ve gözümün önünde sadece iki kare vardı: Selim
Sadak’ın evinin kırılmış kapısı ve Necdet Atalay’ın ayrılırken
çocuklarına sarılışı. Sonra birden film şeridi gibi gözümün önünden
Selim Sadak’ın arabaya bindirilişi yerine Orhan Doğan’ın arabaya
bindirilişi geçti. Arada hiçbir fark yoktu, 1994-2009, hiçbir
farkları yoktu. Onlar gözümün önüne geldiği anda ve bizden keklik
olmamızın istendiğini düşündükçe konuşma da sertleşti, ancak niye
bu kadar kıyamet koptu ben size söyleyeyim: Ben bir köylüyüm,
topraktan geliyorum. Kır toplumunda kabul etseniz de etmeseniz de
ağa-maraba ilişkisi vardır. Ağa her zaman marabaya “defol”u çeker,
hatta bazen tokatlar. Bu son derece doğaldır.
Ama maraba ağaya bir şey söyleyemez. İlk defa bir maraba ağaya dedi
ki “Ağam sen defol git.” Esas tepki bundandır. Esas kıyamet bundan
koptu. Demokrasiyse, eşitsek, senin bana defol demeye hakkın varsa,
benim de sana söylemeye hakkım var. Umarım ne demek istiyor olduğum
anlaşılır.
Ama yine de insanlar hâlâ sizden “Pişman oldum, özür
dilerim” demenizi bekliyor; demeyecek misiniz?
Vallah özür dilemeyeceğim, billah özür dilemeyeceğim, tillah özür
dilemeyeceğim. Niyesini söyleyeyim. Hoş değildi söylediğim.
Hakikaten değildi ve asla benim üslubum olmayacak. Ama
yaşadıklarımın ve bunların hep bize reva görülmesinin tepkisiydi.
Bunun TCK 301’de karşılığı var. Karşılığına da hazırım. Gider paşa
paşa yatarım, hiç sorun değil. Kaldı ki bence artık siyasetçiler
yan çizmemeli. Bir şey söylemişsen artık adam akıllı arkasında
durmalı. Söylediğin tepki görmüştür, hoş değildir, ama söylemişsen
de arkasında dur.
Peki o laf öyle çıktı; “meşe dalı” nasıl
çıktı?
(Yüzü birden kıpkırmızı oluyor Baydemir’in. Bir süre gülümsüyor ve
Kürtçe “Allahım bana güç ver” manasında bir şey mırıldanıp, öyle
devam ediyor) Onun da çıkışı şöyle oldu: Tam o sırada sine-i millet
tartışmaları var. O tartışmada başından beri benim yaklaşımım
sine-i millete değil, sine-i Meclis’e dönülmesi yönünde. Çok şükür
aklı selim galip geldi.
Meşe dalı nasıl çıktı?
Veya İmralı’dan haber geldi
diyelim...
En azından sağduyu galip geldi ve parlamento grubumuz tekrar sine-i
Meclis dedi. Açıkçası onun sevincini yaşıyoruz ve saat 13 gibi ben
bir konuşma yapıyorum. Diyorum ki “Meşe ağacının bütün dalları
bütün Türkiye’yi kucaklayacak, onun gölgesinden hepimiz istifade
edeceğiz. Türkiye partisi olacağız. Partimiz kapatıldı, ama
dünyanın sonu değildir demokratik, legal, sivil siyasete devam
edeceğiz.” Bunu söylememden 15 saat sonra, sabaha karşı 4’te evler
basılmaya başlandı. Allah aşkına biz bir kapatılmış partiden
karmaşa, kaos olmasın diye, sokak refleksini ortaya koymadan
alelacele yeni bir partiye geçiyoruz, 24 saat geçmeden belediye
başkanlarını topluyorlar. Hakikaten bekleyemezler miydi? Bu
insanlar çağrılamaz mıydı? “Gelin, bu soruşturmayı yürütüyoruz, ne
düşünüyorsunuz bu konuda” denilemez miydi? Bu şekilde bir operasyon
niye yapıldı, bu kimin aklıdır?
AKP’nin aklı mı sizce?
Bu bana göre yeni devlet anlayışının aklıdır. Ancak ne yazık ki
devletin aklı yanlış kalemlerle çiziliyor. Bu akılla sorun
çözülseydi zaten 30 yıldır çözülürdü.
O zaman nesi “yeni” akıl?
Köken itibariyle aynı akıldır, ama bu akıl bu sefer allandırılmış
pullandırılmış makyajlandırılmış bir demokrasidir. Demokrasi
söyleminin gölgesinde gizlenerek üretilmektedir.
Yalnız Emine Ayna da “Tasvip etmedik o konuşmayı”
mealinde bir açıklamada bulundu; yanıtınız?
Doğrusunu söylemek gerekirse herkesin, ama herkesin hiç şüphesiz ki
beni eleştirmeye hakkı vardır ve eleştirme hakkı da kutsaldır. Ama
ben siyaset nezaketi gereği aynı kulvarda yürüdüğüm siyasetçiyle
basın üzerinden haberleşmem.
Siz “Reşadiye niçin olsun, yazıktır Serap’a” dediniz ve
her iki olayı da KCK üstlendi. Şimdi KCK’ya yönelik bir operasyon
yapılıyor, ama siz operasyona da tepki gösteriyorsunuz. Düz
mantıkla bakarsak ortaya şu çıkıyor: Siz bu tepkilerden birini
mecburen gösteriyorsunuz?
Bu operasyon KCK’ya yönelik değildir. Şu anda tutuklanan belediye
başkanları ne kadar KCK’lıysa ben de o kadar KCK’lıyım. Ama vallah
benden KCK’lı çıkmaz, billah benden KCK’lı çıkmaz. Zaten bu
operasyon da “Kürt legal siyaseti”ni tasfiye operasyonudur. Ahmet
Türk, Aysel Tuğluk niçin götürüldüyse bu arkadaşlarımız da onun
için götürülüyor. En aklı başında, en legal demokratik sivil
siyaseti savunan arkadaşlarımız şu anda içerde. Dolayısıyla KCK
sadece bir gölgeleme çabası, bu operasyonu meşrulaştırma
çabasıdır.
Şimdi ben hakikaten soruyorum, devlet aklı acaba “Kürtler asla
sivilleşmesin mi” diyor? “Kürtler legal demokratik sahada çaba sarf
etmesin, silahla kendisini ifade etsin, molotofla kendisini ifade
etsin, böylelikle ben kendi sistemimi inşa edeyim mi” diyor? Çünkü
her Ergenekon’a operasyon yapıldığında mutlaka iki tokadı da biz
yiyoruz. Her Ergenekon duruşması olduğunda mutlaka iki tokat da
bize atılıyor.
Zaten KCK da Ergenekon’la aynı amaca yönelik bir oluşum
olarak görülmüyor mu?
Şimdi oluşturulmaya çalışılan bu fotoğraf bize yapılabilecek en
büyük zulümdür. Hiç kimse bizi celladımızla aynı kareye koyamaz.
Ergenekoncuların büyük bir çoğunluğunun bıraktığı cesetler bizim
coğrafyamızdadır. Onlarla bizi aynı kefeye koymak zulümdür,
zalimliktir, vicdansızlıktır.
Ya sizin de bilmediğiniz derinliklerde varsa bu
bağ?
Bence mevzu şudur: Devlet partisi olma konusunda ciddi bir kavga
var ve bu kavganın selametle sürdürülebilmesi için Türk toplumuna
ve bürokrasisine, bana göre şu mesaj veriliyor; “Bakın ben bunlarla
da mücadele ediyorum. Bakın ben bunları da dövüyorum. Hatta sizden
bir kişi alıyorum, ama onlardan iki kişi alıyorum.” Yani filler
çarpışıyor biz de çimen yerine konuluyoruz, üzerimizde
tepiniliyor.
“Filler çarpışmıyor, asıl dikenler temizleniyor” diyen
çıkarsa?
Vallahi bence filler tepişiyor, biz de can havliyle diyoruz ki,
“Biz çimen değiliz, vallahi zinhar çok üzerimize gelmeyin, biz de
diken oluruz.” Mesele biraz da budur.
Yani siz bu süreci “normalleşme”, “sivilleşme” olarak
görmüyor musunuz?
Bakın şu anda Türkiye’de “askeri vesayet kaldırılıyor” algısı var
değil mi? Benim başım ve de her iki gözüm üstüne. Demokrasilerde
askeri vesayet olmaz. Hep birlikte askeri vesayeti kaldıralım.
Askeri vesayeti kaldırma konusunda çaba gösterenleri de yürekten
alkışlayalım.
Ama askeri vesayeti kaldırıyorsunuz, kozmik odaya da giriyorsunuz,
peki sonra ne inşa edeceksiniz? O kaldırdığınız yere neyi
koyuyorsunuz? Polis vesayetini mi koyuyorsunuz?
Bir şüpheniz var mı?
Ben size söyleyeyim; bir vesayet gidiyor, yerine başka bir vesayet
geliyor. Tamam, askeri vesayeti kaldırıyorsunuz. Ben bir Türkiyeli
Kürt olarak niye buna karşı çıkayım? Ama sen bir yandan ben
Türkiye’yi demokratikleştiriyorum diyorsun öte yandan da partimi
kapatıyorsun, siyaset yasağı getiriyorsun, şu an itibariyle 500’e
yakın DTP’liyi de cezaevine koyuyorsun.
Peki, burada dönüp şu soruyu sorma hakkımız yok mu: Kardaş, iki
gözüm, tamam demokrasi, tamam sivilleşme, peki burada bana ne var?
Bana yine zindan mı var? “Ben askeri vesayeti kaldırıyorum ama seni
de cezaevine gönderiyorum” mu diyorsun? Bu zihniyeti nasıl
alkışlarız biz?
Gerçi benim bu görüşlerime benim mahallem, yani içinde bulunduğum
siyasi kulvardaki arkadaşlarım da katılmayabilirler, ama ben kendi
kişisel görüşlerimi ifade ediyorum ve bir çığlık olarak ifade
ediyorum. Bunu Türk aydınının görmesini de çok istiyorum: Ergenekon
bu ülkenin başındaki en büyük beladır. Kim olursa olsun kesinlikle
tasfiye edilmelidir. Ama Ergenekon yerine makyajlanmış yeni bir
Ergenekon konuluyorsa ben bunu neden alkışlayayım, niye bunun bir
parçası olayım.
Bakın bir şey daha var AKP şu anda sadece bir iktidar olma arayışı
içerisinde değildir. AKP devlet olma arayışı içerisindedir. Bugüne
kadarki 90 yıllık tarihimiz boyunca devlet ordudur, CHP’dir,
MHP’dir. Devlet partisi bu üçlü ekiptir ve şu anda kavga burada
yaşanmaktadır. Temel kavga kimin devlet olacağı
mevzusudur.
Türkiye’de ‘Devletin sahibi kim olacak?’ kavgası
var.
Keşke demokrasi kavgası olsaydı, ama esas kavga “devletin sahibi
kim olacak” kavgasıdır. Üniversiteler şu anda kimin arka bahçesi
Allah aşkına? Bizim Dicle Üniversitesi’ne üçüncü seçimde
üçüncü olarak seçilen hocamız rektör olarak atandı sayın
cumhurbaşkanımız tarafından. Kendisi AKP’nin eski milletvekili
adayıydı. Ben altı yıldır Diyarbakır Büyükşehir Belediye
Başkanıyım, iki rektör gördüm, açık söylüyorum, şu anda üniversite
beni tanımıyor. Yüzde 66 oyla seçildim ama üniversite beni hiçbir
etkinliğinde konuşturmuyor. Bence evet, askeri vesayeti
kaldırıyoruz, ama giderek F tipi vesayete doğru gidiyoruz biz.
Şu anda CHP Lideri Deniz Baykal’a benzer bir cümle
kurdunuz...
Kesinlikle siyaseten Sayın Baykal’la aynı kefeye düşmek kadar benim
açımdan acı veren bir şey olamaz; asla. Ama şöyle bir çağrım var
hükümete; hükümet asla unutmamalı askeri vesayetle gelenler askeri
vesayetle gittiler. Dolayısıyla F tipi vesayetle gelenler de yine F
tipi vesayetle gidecekler. Bunu lütfen unutmasınlar.
Siz tüm vesayet tiplerine böylesine net biçimde karşı
çıkıyorsunuz, ama şu an Kürt siyasetinin üzerinde de bir vesayet
var; onu da reddediyor musunuz?
Kesinlikle silahın konuştuğu ortamda ve ölümlerin olduğu
coğrafyalarda silahı elinde bulunduranların legal sosyal yaşam veya
legal siyasi yaşam üzerinde bir vesayeti olur, evet bu
vardır.
Reddediyor musunuz?
Şüphesiz ki sivilleşme burada da olmalıdır. Sivilleşmenin çabasını
şüphesiz ki burada da gösteriyoruz, ama eğer siz kalkıp DTP’yi
kapatırsanız, legal siyaset yapan insanları KCK’lı diye kodese
koyarsanız bu vesayeti kaldıramazsınız. Tam tersine ona bir güç
verirsiniz. Şu anda bana göre PKK iki aydan önceye göre 10 kat daha
güçlüdür. Bu operasyondan önce PKK bu kadar güçlü değildi, şimdi 10
kat daha güçlendirilmiştir. Peki sizce hükümet, devlet bunu
görmüyor mu? Sizce kim sivilleşmeyi istiyor, kim istemiyor?
Nisa Suresi anımsatması seydalardan geldi
Nisa Suresi nereden geldi aklınıza?
Pas geçelim bunu.
Sizin çocukken medrese eğitimi aldığınızı biliyoruz,
herhalde oradan aklınıza geldi...
Doğru, ben Dokuz Çeltik köyünde medrese okudum. İnançlı bir
insanımdır. İnançlı bir aileden geliyorum. Sureleri de iyi bilirim.
Diyarbakır’ın inanç sahibi bütün kanaat önderleriyle zaman zaman
sohbetlerim olur. Açıkçası bana Nisa Suresi’ni anımsatan da onlar
oldu.
Nasıl yani?
25 Aralık’taki konuşmamın hemen ertesi sabahı burada inanılmaz bir
yoğunluk, hareketlilik vardı. Özel kalemden beni arayıp, “Size
‘Seydaların gelmiş’ dememizi isteyen bir grup var, çok erken
saatlerden beri burada sizinle görüşmek istiyorlar” dediler. Tabii
çok yoğundum, ama “Seyda” deyince anladım; dedim mutlaka bir akıl
vermeye geldiler. “Hemen gelsinler” dedim, benim nasihate ihtiyacım
var. (Gülüyor) Geldi seydalar, dediler ki “Başkan üzme kendini. Sen
böyle demişsin, ama bak Nisa Suresi’nin 148’inci ayetini sana
hatırlatıyoruz. Bak orada diyor ki, zulme karşı kem söz
söylenebilir.” Yani o açıklamam için “Seydaların bir dayanışması”
diyebiliriz ve herhalde o gün Cumhuriyet tarihi boyunca Nisa
Suresi’nin herkes tarafından en çok okunduğu gün olmuştur.
* Not: Baydemir’le söyleşimizin dünkü bölümünde çıkan Ahmed Hani, Ahmedi Hani olacaktır. Düzeltir, özür dileriz.
BAYDEMİR’E TEPKİLER:
‘Silahları bıraktırsınlar’
Baydemir’in açıklamalarına tepkiler şöyle:
Süleyman Çelebi (Ak Parti/Mardin): Tam ne istiyor
açsın bakalım. PKK’yı nasıl silah bıraktıracak bilemiyorum.
Silahları bıraktırabiliyorlarsa bıraktırsınlar. Bunu yaptırırsa
Türkiye’de milli kahraman ilan edilir. Sözlerine aklım ermedi.
Seracattin Karayağız (Ak Parti/Muş): “Abdullah Öcalan
muhatap alınsın” deniyor. Eğitimde, resmi dilde olamayacak şeyler
isteniyor.
Bazı şeyleri zamana bırakmak lazım. En büyük zararı doğu insanı
gördü. Bu kanın durması lazım. Baydemir’in söyledikleri salim
kafayla oturulursa yapılabilecek şeyler.
Mustafa Kuş (Ak Parti/Şanlıurfa): Ağzına geleni söylüyor,
kendi kendine konuşuyor. Katılmıyorum sözlerine.
Mustafa Özyürek (CHP Sözcüsü): Baydemir bir anlamda
“yeniden başlangıç yapalım” diyerek açılımın bittiğini kabul
ediyor.
Mehmet Şandır (MHP Grup Başkan Vekili): Baydemir’in
açıklamaları, bizim açılım için dile getirdiklerimizin, Türkiye’nin
sokulduğu bu çıkmaz sokağın itirafıdır. Baydemir, endişelerimizin
evham değil gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Öcalan ve PKK’nın
taleplerini hükümet karşılayana kadar bu gerilim sürer.