Baydemirden şok sözler
Abone olOsman Baydemir, Kürtlerin duygu dünyasını böyle özetledi: Kürtlerle Türkler beraber yaşayamaz.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir,
‘Kürtlerin duygu dünyası’nı bu cümleyle özetledi: ‘Kürtlerle
Türkler beraber yaşayamaz’
BBC’nin skandal gafıyla ‘bölgesel başkent’ Diyarbakır, birkaç
yıllık aradan sonra, artık kimsenin hatırlamak istemediği o çatışma
günlerine geri döndü. Neyse ki bu kez güvenlik güçleri, Hizbullah
ve PKK militanları arasında silahlı çatışma yaşanmadı, olaylar
sadece sokak gösterileriydi ama yine de 7 kişi öldü.
Günlerdir televizyon ekranlarından izlediğimiz sokak gösterilerinde
-siyasetçilerimizin çok sevdiği o dille- ‘infiale kapılan bölge
halkı’, 14 PKK militanının cenazesine katılmayan Diyarbakırlıların
işyerleri ve araçlarını tahrip etti. İddialara göre göstericileri
sakinleştirmeye çalışan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir, kalabalığa söz geçiremedi. Göstericiler, Başkan
Baydemir’e, “Önce git işkence altındaki arkadaşlarımız için polisle
pazarlık et'' diyerek protesto etti, sonra da güvenlik güçlerince
tartaklandı.
Diyarbakır’da neler olduğu, neden olduğu hâlâ tam olarak açıklığa
kavuşmuş değil. Ama belki de en ciddiye alınması gereken
değerlendirmeye göre; olayların nedeni, örgütün dağ kadrosunun son
nevruzdan başlamak üzere yeterli duyarlığı göstermeyen ve eylemlere
katılmayan halkı yeniden aktif hale getirmek ve bu arada bölgede
etkinliği giderek artan Kürt siyasetçilere de haddinizi bilin
mesajı vermekti. Anlaşılan mesaj alındı. Halk sokaklara döküldü,
legal siyasetçiler azarlandı ve küçük bir intifada provası yapıldı.
Tüm olanları ve yapılan yorumları hedefteki siyasetçi,
-samimiyetine inanırsanız- ‘sırat köprüsündeki siyasetçi’ Osman
Baydemir’le konuştuk.
- Son yaşanan olaylar da dikkate alındığında, kendinizi
arada kalmış hissediyor musunuz?
Benim arada kalıp kalmamam önemli değil. Arada kalmış olan, bana
kalırsa Türk ve Kürt halkı. Eğer doğru hareket etmezsek, bu sırat
köprüsü ve arada kalma meselesi daha büyük sorunlar doğuracak. Ben
de buna engel olmaya çalışıyorum. “Ben Kürt
siyasetçisiyim''.
-Bir Kürt siyasetçisi olarak, Kürt sorununda ve Türkiye
siyasetinde kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
Ben Türkiye siyasetinin en önemli meselesi olan Kürt sorununda,
şiddeti kesinlikle reddeden, barışçı, demokratik çözüm arayan, buna
inanan bir Kürt siyasetçisiyim. Bu halkın desteğiyle seçildim ve
her durumda halkımın yanındayım. Son olaylarda da bunu gördük ki;
Türkiye siyasetinde barışı istemeyen, barış taleplerini reddeden ve
şiddeti çözüm olarak gören toplumsal ve siyasal odaklar var.
Gösteriye katılan 7-11 yaşında çocukların ölmesi bunu
gösteriyor.
- Türkiye’de, Kürt sorununun çözümü için sadece şiddet
öneren ve bu şiddetten beslenen toplumsal ve siyasal odaklar olduğu
kanaati; yalnız Kürtler değil, Türk kamuoyu tarafından da
paylaşılıyor. Ancak Kürt aydınları ve siyasetçileri de şiddeti
beslemiyor ve teşvik etmiyor mu?
Sorunlar sadece ak ya da kara olsaydı, çözümü kolay
olurdu. Ama öyle değil ve çözüm için daha fazla çaba sarf etmemiz
gerekiyor. Ben iki tutum için de söylüyorum; bu halkların beraber
yaşamasını istiyorsak, şiddeti kesinlikle reddetmemiz
gerekiyor.
- İki tutum derken, devletten ve Kürt siyasetçilerle ‘Kürt
silahlı muhalefetinden’ mi söz ediyorsunuz?
Evet... Ama Kürt muhalefetinde şiddeti doğuran
şeylere dikkat etmemiz ve neden diye sormamız gerekiyor. Yaptığım
açıklamadan bir cümle alındı ve ben linç edilmek istendim.
“İsteniyorsa, bedel öderim''
- Diyarbakır sokaklarında, “Son olaylarda Osman Baydemir
göstericileri kontrol etmekte zorlandı. Hatta kontrol edemedi,
birçok yerde tepki gördü. Çünkü ‘Dağ Kadrosu’ bu olaylarla
siyasetçiye ve Baydemir’e, ‘bize tabisiniz’ mesajı vermek istedi''
deniyor.
Sorun kişisel bir sorun değil. Eğer Osman Baydemir’in
bir bedel ödemesi gerekiyorsa, bu bedeli ödemeye hazırım. Ama bu
sorunu çözmez.
- ‘Kürt muhalefeti’ sizden böyle bir bedel mi istiyor?
Olaylar sırasında, daha önce hiç görmediğim bir tablo
gördüm. Tüm il ve ilçe başkanlarıyla olayları görüştüm ve olayların
devam etmemesi için halka hitap etmek üzere gösterilerin yapıldığı
yerlere gittim. Ama önce güvenlik barikatıyla, sonra gösterici
barikatıyla karşılaştım. Güvenlik barikatında tartaklandım,
çevreden tehdit edenler oldu; gösterici barikatına geldiğim zaman
da başka bir tepki gördüm. Endişem şu; Türk ve Kürt halkları bir
arada yaşama imkânını kaybedebilir, şimdiye kadar hiç olmayan
halklar arasında düşmanlıklar doğabilir. Bu nedenle iki taraf da
siyasetini gözden geçirmek zorunda.
- Kürt siyasetçiler konuşurken, “Burada bir toplumsal
infial var, öfke var ve bunun nedeni devletin kendisidir'' mesajı
veriyorlar. Bu yorum, olayların ardında örgüt kararı ve stratejisi
olduğunu görmezden gelmiyor mu?
Şimdi bakın; olaylara karışanların çoğu 1990’lı
yıllarda doğmuş gençler. Bu insanlar büyük ihmaller ve
hukuksuzluklar yaşadı. Bunları söylerken, “Hayır bu gençlere
kimsenin yönlendirmesi olmamıştır'' iddiasında değilim. Olmuş
olabilir. Ben bu insanlarla yaklaşık 40 dakika konuştum. Oradaki
manzara gerçekten bambaşka bir manzaraydı. O manzarayı şu ya da bu
tarafın sorumluluğuna yüklemiyorum, iki taraf olarak da ektiğimizi
biçiyoruz.
- Türkiye kamuoyunda, “Örgüt ne isterse Kürt siyasetçiler
onu söyler'' şeklinde bir inanış var. Sizce bu inanışın kırılması
gerekmiyor mu?
Halk farklı görebilir ama benim ve benim gibi düşünen Kürt
siyasetçilerin görüşü şudur: Haklı taleplerimiz olabilir ama 14
kişinin cenazesi dahil hiçbir olayda haklı talepleri dile getirmek
için araçları, işyerlerini tahrip etmek, yakmak tasvip
edilemez.
“Kürt liderini lanetlememiz beklenmesin''
- Bu açıklamalar Kürt siyasetçilerle, dağ kadrosunun farklı politik
tercihleri olduğu ve bu tercihlerin çatıştığı anlamına mı
geliyor?
Türk kamuoyunun anlamadığı ve anlamak istemediği şey şu: Kürt
siyasetçisinden ve aydınından, örgütü ve liderini lanetlemeyi
beklemek gerçekçi değil. Bölgenin gerekleri, gerçekleri nedeniyle,
bu mümkün de değil. Pratik olarak bir sonuç da doğurmaz. Nedeni şu:
Suçu ne olursa olsun, silahlı insanlar, buraya başka bir yerden,
uzaydan gelmediler. Umarım bu doğru anlaşılır; gelen 14 cenazeden
birkaçı partide görev almış ve halen görev alan insanların
yakınları, akrabalarıydı. Durum böyle olunca, sorunun çözümünde
öncelik lanet okumak değil.
- Tüm dünyada, PKK’ya benzer örgütlerde siyasi kanat,
silahlı kanadı kontrol ediyor. Kürt muhalefetinde ise silahlı
militanlar Kürt siyasetçileri rehin almış gibi bir görüntü yok
mu?
Görüntü böyle olabilir. Ancak şuna dikkat etmemiz gerekir; otoriter
yönetimlerde asker, siyaset üzerinde zaten hep baskındır, kontrolü
elinde tutmak ister. Devletlerde de bu böyle değil mi? Bu bölgesel
şartlarda ortaya çıkan yapılanmalarda da aynı şey var. Bu sorunun
çözülmesi için öncelikle Kürt sorununun barışçı bir siyasi çözüme
kavuşması gerekiyor. Legal muhalefet daha etkin konuşturulursa,
silahlı muhalefetin siyasetçi üzerinde nüfuzu kalmaz. Sivilleşme
paralel yürür. “Kürt siyasetçisi sivilleşsin'' deyip sonra da
“Bizim gücümüz Genelkurmay’a yetmiyor'' demek adilane
değil.
“Altı yıllık barış ortamını değerlendiremedik''
- AB sürecinde, Kürt meselesi başta olmak üzere önemli adımlar
atılırken ve Türk kamuoyu soruna daha demokratik yaklaşmaya
başlamışken; Kürt aydınları ve siyasetçilerinin yeni döneme ilişkin
daha barışçı ve yapıcı bir dil yerine, milliyetçi bir dil
kullandıklarını düşünmüyor musunuz?
Ben Kürt siyasetinin son altı yılda oluşan barış ortamını
değerlendiremediğini kabul ederim. Kürt silahlı muhalefeti altı yıl
önce eylemsizlik kararıyla bize bu imkânı vermişti. Bence Türk
siyaseti de değerlendiremedi ve şimdi yeniden iki tarafın da
silahlı otoritelerinin inisiyatif aldığı bir döneme girmek
üzereyiz. Buna engel olmak lazım. Kürt halkının, Türkiye kamuoyuna
hitap edebilecek bir aydın zümresi ve iletişim kanalı da yok. Böyle
bir dezavantaj var. Son yıllarda Kürtlerin duygu dünyasında
Türklere karşı milliyetçi ve beraber yaşamayı imkânsız kılan bir
ayrışma yaşandığı doğrudur. Osmanlı’nın son döneminden bu yana Türk
yönetimlerinin, hükümetlerinin başarısızlıkları, Türkler arasında
‘yapamadılar’ olarak yorumlanır; ama bir süredir Kürtler arasında
“Kasıtlı olarak yapmadılar'' şeklinde yorumlanıyor. Çünkü büyük bir
güvensizlik var. Bu güvensizlik, Kürt ve Türk halkları arasında
artık beraber yaşayamayız duygusuna dönüşürse; bu, çok tehlikeli.
Kürtlerin bir süredir artık beraber, bir arada yaşayamayız
duygusuna kapıldıklarını görmek lazım. Bu nedenle söylenenden
farklı adımlar atmamak gerekiyor. Bunu her iki taraf için de
söylüyorum. Önce ‘demokratik cumhuriyet’ diyeceksin, sonra da
şiddeti destekleyeceksin. Demokratik cumhuriyette silah olmaz.
- Türk toplumunda düşmanlığın ve milliyetçiğin artışında,
Kürt siyasetçisinin barış için Öcalan dayatmasının etkisi yok mu?
Siz bu söylemin, ‘ulusal bağımsızlık mücadelesinin’ dili ve söylemi
olduğunu düşünmüyor musunuz?
Bu, ak ve kara meselesi değildir. Siyaset kurumu
açısından söylüyorum; eğer siz sempati duyanlarla antipati
duyanları karşı karşıya getirirseniz; sadece aşırı uçlar yükselir
ve çatışma elde edersiniz. Her iki siyasetin de çözüme yönelik
ortak paydaları dikkate alması gerekir. Örneğin bir taraf, “Öcalan
hemen serbest bırakılsın'' tezinden vazgeçsin; Türk kamuoyu da
tecrit uygulamasından vazgeçsin. Çatışmalar olmasa, ölümler olmasa,
çözümün geleceğine dair bir inanç oluşursa, Kürt tarafında da
“Bunlar bizi tanımayacaklar, hiçbir hakkımızı vermeyecekler''
duygusu yenilirse, çatışma olmaz ve milliyetçilikler yükselmez. Bu
engellenmezse, masum insanlar ölür. Ve bu ölümler halkta patlamaya
neden olabilir.
- Masum insanlar ölmesin ve her masum insanın acısını
paylaşalım; ama Türk kamuoyundan bu silahlı militanları, masum
insanlar gibi görmesini nasıl beklersiniz?
Hayır, ben “Türk halkı silahlı eylemcileri masum
insanlar olarak görsün'' demiyorum. Ama “Son altı yıldır yaşanan
çatışmasız ortamda gerekli adımlar atılmadı'' diyorum. “Bir fırsat
kaçırıldı, bu fırsatı tamamen kaybetmeyelim'' diyorum. Şu an bakın
Kürt siyasetçisi legal zeminde bile gerektiği gibi muhatap
alınmıyor. DTP Başkanı, Sayın Başbakan’dan ya da İçişleri
Bakanı’ndan randevu alamıyor. Bu durumda legal siyasetin gücü
zayıflıyor. Bakın “sözlerimiz etkili oluyor'' diyemediğimiz için
başka aktörler ön plana çıkıyor. Çatışma ortamında milliyetçilikler
yükselir. Trabzon’a, Tokat’a, Erzurum’a, Mersin’e her cenaze
gidişinde buradaki milliyetçi dalga yükselir, tıpkı buradaki
eylemcilerin ölümünün Kürtler arasında milliyetçiliği yükselttiği
gibi.
Kaynak: