Baydemir neden dağa çıkmadığını anlattı
Abone olDiyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, kendisine gelen "Gel dağa çıkalım" teklifini ilk kez detaylarıyla anlattı.
“Yaşım 17. Bir gün arkadaşım Sait geldi. ‘Osman ben
saflara katılacağım, senin de gelmeni istiyorum’ dedi. Bir ağacın
altında ona bakıyorum. Tek ses çıkmıyor.”
Bu sözler Osman Baydemir'e ait. Diyarbakır Büyükşehir Belediye
Başkanı sessizliğini bir bozdu pir bozdu. Baydemir'in "Sait
dağı ben ovayı seçtim" sözü Radikal'in manşetine
taşındı.
Öcalan'a 'silahlar miadını doldurmuştur' diyerek
gündeme oturan Baydemir'in Radikal'e yaptığı açıklamalar da yine
çok konuşulacak. Radikal'den Ertuğrul Mavioğlu'na PKK ile
yol ayrımının hikayesini tüm ayrıntılarıyla anlattı. Sözü
fazla uzatmıyor ve o açıklamalara kulak veriyoruz:
“Büyüdükçe bir tercihte bulunma zorunluluğu yavaş yavaş önümüze
gelmeye başlamıştı. Ovada mı kalacağız, dağa mı çıkacağız?
1987-1988 yıllarında yol ayrımına gelmiştim artık. Yarım günüm
okulda geçiyorsa, yarım günüm de tarladaydı. Kendi arazimizde pamuk
ekiyorduk. Kazanılan ancak yetiyordu. İki annem, 10 kardeşim vardı.
Bir gün çok sevdiğim arkadaşım Sait geldi. Birkaç gün bizde
kaldı.
Havadaki helikopter
Ayrılacağı gün ‘Osman ben saflara katılacağım, senin de
gelmeni istiyorum’ dedi. Saflardan kastı, dağa çıkmaktı.
Onun sorusunu ben en az bir saat yüreğimde ve beynimde yanıtlamaya
çalıştım. Ona bakıyorum ama konuşmuyorum. O da konuşmuyor. Tek ses
çıkmıyor aramızda. Bir ağacın altında oturmuşuz. ‘Kalmalı
mıyım, gitmeli miyim? Kalınırsa ne olur, gidilirse ne
olur?’ bunlara yanıt arıyorum. Yaşım 17. Pamuk tarlasında
müthiş bir nem var. İşin içinden çıkamadım.
‘Sait’ dedim, ‘niye?’ O sırada tepemizden helikopter geçiyordu. Sait, o helikopteri parmağıyla işaret etti ve ‘işte bunun yüzünden’ diye cevapladı. Ben kendimce gitmenin doğru olmadığını, okuyup halkımıza hizmet edebileceğimizi anlatmaya çalıştım. Sait ise gitmek ve devrimi gerçekleştirmek gerektiği konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Ne ben Sait’i, ne de Sait beni ikna edebildi. Sait gitti, ben kaldım. İlk yol ayrımı, tercih dediğimiz meseleyi ben 1987’de yaşadım. Ama benim için büyük bir travmaydı. En yakın arkadaşım, kardeşim gibi bildiğim birisini reddettim ama onun fikrini de çürütemedim. Birbirimizi öptük ve ayrıldık.
‘İkimiz de haklıydık’
Sonra aradan yıllar geçti. Sanırım iki yıl önceydi. Sait
bir akrabasıyla bana haber göndermiş. Demiş ki, ‘Git Osman’a söyle,
haklıydı bana hayır derken. Ama Osman bilsin ki, ben de haklıydım.’
Yani ikimiz de haklıydık. Bunu duyunca, halen yaşıyor oluşuna çok
sevindim. Ama birbirimiz üzerinde derin bir iz bıraktığımızı da
beni unutmamasından anladım.
1990 ile 1994 arası ülke açısından korkunç yıllardı. Diyarbakır
açısından ise ateşin düştüğü yeri yaktığı yıllardı. 1991’de Vedat
Aydın’ın katliyle birlikte faili meçhul cinayetler başladı. Her gün
sekiz, dokuz insan öldürülüyordu. Birileri geliyor, arkadan
yaklaşıyor ve kafasına kurşunu sıkarak öldürüyordu. Üniversite
yıllarımdı o yıllar. 1997 yılına kadar her sabah evden çıktığımda
annemin gözleri buğulanıyordu. Bu çocuk gidecek ve geri gelmeyecek.
Bütün anneler ve eşler yaşadı o günlerde bu duyguyu. Eve dönemeyen
insanlar oldu.
Benim için Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve üniversite ortamı bambaşka bir dünyaydı. Köyde doğmuşum, köyde okumuşum, köy toplumunun bütün karakteristik özelliklerini üzerimde taşıyorum. Bir söz söylediğim zaman kesinlikle arkasında duruyorum. Bu nedenle polisten çok dayak yedim. Kaçmayı bilmiyordum.
Kılpayı kurtuluş
1993’ün sonunda üniversite son sınıftaydım. Finaller
dönemiydi. SSK binasının önünden üç arkadaşla birlikte eve
gidiyordum. Üç kişi tam arada bizi sıkıştırdı. İkisi subay
tıraşlıydı. Diğeri ise simasından, renginden, şivesinden
anladığımız kadarıyla itirafçıydı. Silah çektiler. Silahın
tetiğinin düşme sesini duydum. Ama tutukluk yaptı, patlamadı.
Patlasaydı hakikaten burada olmayacaktım.
Tesadüf mü kader mi?
Bilmiyorum bu da bir tesadüf mü, yoksa kader miydi? Ben ve Sami,
hızla yan taraftaki markete girdik. Sami’nin üzerindeki tişörtü
çıkartıp giydim ve marketten büyük bir ekmek bıçağı alarak dışarı
fırladım. Gençliğin verdiği gözüpeklik ve toyluk işte. Sami
bizim grup içinde en tanınan politik karakterdi. Sami’nin tişörtünü
giymemin nedeni buydu. Ona gelmesin, bana gelsin.
Bıçakla peşine düştüm
Bıçakla koşarak adamın peşine düştüm. Ama yakalayamadım. İyi ki de
yakalayamamışım. Silahlı adama karşı bıçaklı bir genç, ne
yapabilirdi ki? Olayın ardından Sami, ben, Adnan, Siraç ve
bir grup arkadaşımız tartıştık. Herkes büyük bir travma yaşamış.
Bir an önce kenti terk edip İzmir’e gitmeye karar
verdik.
Sami’nin babası İzmir’deydi. İlk defa Diyarbakır sınırlarının dışına o zaman çıktım. Üniversite son sınıfta, Diyarbakır’dan çıkmanın garip bir heyecanı var içimde. İlk defa denizi orada gördüm. Uçsuz bucaksız bir suydu; güven vermedi bana. Denizin kenarında çadır kurduk. Krem sürmeyi falan da bilmiyoruz, yandık; amele yanığı dedikleri cinsten.
İzmir’de yeni karar
İzmir bizi yeni bir tercihe zorladı. Kimi arkadaşlarımız dağa
çıkmamız gerektiğini savundu. Kimi arkadaşlarımız okulu da
bırakmak, İzmir’de kalmak yanlısıydı. Ben son güne kadar herhangi
bir yorum yapmadım. Arkadaşlarım bana ne düşündüğümü sordular son
gün. Ben, ‘İzmir’de kalmam, çürük domates satmam’ diye
cevapladım. İzmir’de kalırsak ne yapacağız başka? Herkesin zoruna
gitti bu cevabım. ‘Diyarbakır’a gidiyoruz. Okula dönüyoruz,
sınavlara giriyoruz. Vururlarsa da vursunlar’ diye
bitirdim. Diyarbakır’a döndük. Abimle konuştuk. Külüstür
bir traktörümüz vardı. Abimler onu sattı, bir araba bir de tabanca
satın aldı. Her sabah arkadaşlarımla beni okula götürdüler. Her
akşam finaller bitinceye dek alıp eve getiriyorlardı.
Nihayet diplomamı aldım. Avukatlık stajına başlayacağım. Ailenin benimle ilgili kaygısı var. Okulu bitirdi, staja başlayacak ama ortam çok kötü; dağa gider mi? Gitmeyi düşünüyorsa nasıl engelleriz? Aralarında tartışıp sonunda benim başımı bağlamaya, yani evlendirmeye karar vermişler. Evlendirecekleri kişi de akrabamın kızı. Beni ikna etmek için uğraşmaya başladılar. Birkaç hafta sürdü bu konuşmalar.
Aileyle evlilik anlaşması
Sonunda şöyle dedim: Ben dağa gitmeyeceğim. Ama siz de
evlilik kararını kaldırın.
Bir nevi centilmenlik anlaşması yaptım aile meclisiyle.
Ardından avukatlık stajına başladım, hem de çok iyi bir yerde;
Hüsniye ablanın (Hüsniye Ölmez) yanında. Pek çok olaydan
geçmiş, çok şey yaşamış değerli bir insandı. Onun da bana çok
öğütleri oldu. Benim kafamda liseli yıllarım, yaşadıklarım,
arkadaşlarım, onlara nasıl yararlı olabileceğim düşüncesi
vardı.
‘Dağda çok arkadaşım öldü bazıları da halen
hapiste’
O yıllardan bir arkadaşımı hatırlıyorum, Mirza’ydı adı. Serhad
bölgesindendi. Pırlanta gibiydi. Hayatım boyunca o kadar temiz,
dürüst, yakışıklı bir kişi daha tanımadım. 1992’de dağa
çıktı, bir yıl sonra yaşamını yitirdiği haberini aldık. Onun adını
1995’te doğan yeğenime verdim.
Diplomasiden dağa
Çok zeki başka bir arkadaşım Yaşar Aslan’dı. Sınıf
arkadaşımdı. Uluslararası İlişkiler diye bir dersimiz vardı. O
derste özellikle çok başarılıydı. Yaşar da dağa çıktı. Daha sonra
yakalandı ve idam cezasına çarptırıldı. Şimdi Sincan F Twipi
Cezaevi’nde. Bunlar gibi yaşamını yitirmiş, cezaevine
düşmüş çok arkadaşım var.
Yaptığım vicdansızlık mı?
Benim staj yaparken içinde olduğum vicdani muhasebe tam da buydu.
Onlar ölmüş, hapse düşmüş, bense avukatlık yapıp para kazanacağım.
Bu bana vicdansızlık gibi geliyordu. Yanında staj yaptığım Hüsniye
ablanın bir üst katında İnsan Hakları Derneği (İHD) vardı. Oranın
yöneticileri zaman zaman Hüsniye ablanın yanına çay içmeye
geliyorlardı. Bazı İHD yöneticileri de firardaydı. 1995 yılının
eylül ayıydı. İHD’den üç kişi geldi. Birisi şube başkanıydı.
Hüsniye ablaya yönetime girmeyi teklif ettiler. Hüsniye abla da
nazik bir dille reddetti. Bu sefer beni sordular. Hüsniye abla ‘O
benim stajyerim. Avukat olacak, bir süreye daha ihtiyacı var’ dedi.
Beni çocuk görüyor ve korumak istiyordu. Ama içimde vicdani
muhasebe var. Bir şeyler yapmam lazım. O konuşma bittikten sonra
üst kata çıktım. İHD’den içeri girdim. Kapıdan girdiğimde bir kadın
oturuyordu, beni görünce ayağa kalktı, üzerime atlayıp boynuma
sarıldı.
İHD’ye üye olduğum an
İlk kez İHD’ye ayak basıyoru
m. Durdum bir an, bir iki adım uzaklaştım, baktım kadın Kürtçe
konuşarak ağlıyor. ‘Oğluma ne kadar benziyorsun’ diyordu bana.
Oğlu gözaltında kayıp, içeri giriyorum ve beni oğlu sanıyor
bir an. O annenin bana sarılması, ağlaması, beni çok derinden
etkiledi. İHD’ye o an üye oldum."