Baydar:Sözde vatandaş bir tavırdır
Abone olAydınlar Bildirisi' imzacısı yazar Oya Baydar'dan ilginç açıklamalar. Baydar, "Sözde olamaz vatandaş, 'vatandaşlıktan atılma', bir tavırdır. 12 Eylül'de yaşandı" diyor
Mersin'deki bayrak yakma olayı ve Trabzon'daki linç girişimi
karşısında, 200 dolayında akademisyen, yazar, hukukçu, sendikacı ve
siyasetçi 'yükselen milliyetçi dalga'yı reddeden, 'ayrımcı,
yasakçı, statükocu ve çatışmacı zihniyeti' eleştiren bildiri
yayımladılar. Türkiye bu ortama nasıl sürüklendi? Sağduyu çağrınız
etkili oldu mu? -Türkiye bir değişim ortamından geçiyor. Statüko
bir zamandır kırılmaya, yıkılmaya başladı, AB'ye giriş süreci de
bunu zorluyor. Toplumu bir cendere gibi sıkan eski ideolojik bakış
açısından kurtulmaya doğru adımlar atılıyor. AKP, bu değişimin
öncüsü olarak gözüküyor. 'Ulusalcı sol' ile 'milliyetçi sağ', MHP
ve DYP gibi güçler birleşerek bu değişime karşı çıkıyorlar. Statüko
direniyor AB politikalarına karşı bir 'korunma refleksi' mi
geliştiriliyor. - Statükocu anlayış AB'ye direniyor. Ancak
Türkiye'nin temel sosyoekonomik meseleleri aşılabilmiş değil. Buna
karşılık kitlelerin tepkisi var, toplum kendini kötü hissediyor,
tahriklere açık duruyor. AKP'ye duyulan güvensizlik ve 'muhalefet
arayışı' da bu tepkileri beslemiyor mu? -Ben kendi hesabıma,
AKP'nin AB sürecinde, demokratikleşme açısından olumlu adımlar
attığını düşünüyorum. Ancak tutarlı bir vizyonu yok. Mesela kadın
haklarında çok tutucu. Orhan Pamuk olayında da duyarsız kaldılar.
Kaymakam, görevden alınmadı. Orada hükümetin korkusunu görüyoruz.
Bazı çevrelere karşı iktidar değil. Kime karşı? - Derin devlete.
Orhan Pamuk olayında iktidar suskun kalmamalıydı. Biz
Kahramanmaraş, Çorum olaylarını yaşamış bir ülkeyiz. Madımak
Oteli'nde 37 aydınımız yakıldı. Bildiri bu açıdan uyarıcıydı.
Bildirideki hiçbir yurttaşı 'sözde' saymayan nitelemesi
Genelkurmay'ın açıklamasına bir yanıt mı? - Genelkurmay'ın
bildirisi zehir zemberek çıktı, 'sözde vatandaşlık' tanımı yapıldı.
'Sözde vatandaşlık' suçlaması çok vahim. Bayrağı yakmak suçtur, kim
yaptıysa, cezalandırırsınız. Sözde olamaz vatandaş, 'vatandaşlıktan
atılma' bir tavırdır. 12 Eylül'de yaşandı. 'Sözde Ermeni
soykırımı'yla eşzamanlı biçimde toplumun bir kesimiyle ilgili ve
'dışlama', hele ki askeri kanattan bir 'ötekileştirme' geldiği
zaman bu çok tehlikelidir. Trabzon'a yol verilmiştir. İmzalar
azaldı 'Kürt aşırı milliyetçiliği'ne gönderme yapmışsınız. 'Etki -
tepki' meselesi mi? -Metni hazırlarken ilk taslakta bu yoktu. Bana
kalsa, 'Türk ve Kürt demezdim!' Aşırı milliyetçilikten söz ederdim.
Yurtseverliği aşan milliyetçiliğin her çeşidini tehlikeli
buluyorum. Kürt milliyetçiliği metne girince imza kaybettik. Çünkü
yükselen Türk milliyetçiliği. Pamuk niye imzalamadı? -Ona destek
çıkan bir bildiri. Pamuk metnin içeriğine katılıyor. Ancak
kendisiyle de ilgili bildiriye imza koymayı etik bulmadı. Siz
1970'li yıllarda sosyalist hareketlerin içinde bulundunuz. İstanbul
Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü'nde asistan iken yazdığınız
'Türkiye'de İşçi Sınıfı'nın Doğuşu' konulu doktora tezinizin 2 kez
reddedilmesi üzerine öğrenciler üniversiteyi işgal etmişler. Bu
olay ilk üniversite işgal eylemi sayılıyor. -Rahmetli Deniz
Gezmiş'tir asıl eylemi gerçekleştiren. Rektörlüğü işgal ettiler.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları o zaman benim derslerime de gelirlerdi.
Deniz'ler, hem 'ilerici' bir öğretim üyesine destek amacıyla, hem
de ilk üniversite eylemi olarak işgale gittiler. 1968 solu ile
bugünkü 'ulusalcı sol' nerede ayrışıyor? Sol bu kadar 'devlet
merkezci, güvenlik eksenli' değildi. Düzen karşıtıydı, ilericiydi.
-Türkiye'de sosyalist hareket, Marksist sol, devletçi, ulusalcı ve
Kemalist olmuştur. Enternasyonalist olacağı yerde ekonomik
devletçilikle birleşmiştir. Solun Kemalist nüvesi ağır basmıştır.
Bugünün dünyasıyla 1960'lar arasında dağlar kadar fark var. Kendine
Marksist diyen bir insanın o gün söylediklerini bugün savunabilmesi
için Marksizmi reddetmiş olması gerekir. Sol 1960'ların söylemi
içinde kaldı. Küreselleşmenin teknolojik boyutunu reddedemeyiz.
İnsanlığı dünyayı bütünleştiren bir süreç. Marksist
enternasyonalizm ilk defa somuta geçebildi. Bir sol parti
küreselleşmeye karşı çıkmak yerine, yoksullaştırıcı yanları
eleştirmeli. Fuat Keyman'ın deyimiyle 'yüzü topluma değil, devlete
dönük sol' partiler. -Kesinlikle. Yüzleri devlete dönüktür.
Devletin içinde askeri cihete dönüktür. Aslında Türkiye'de sağda
büyük değişiklik yok. Hatta milliyetçi sağ partiler biraz yumuşadı
denebilir. Sağ aynı yerinde duruyor. Fakat onlara yaklaşan sol
oldu. Savundukları bazı klişeler buna ortam hazırladı. Devletçilik,
bağımsızlık. Dünyada artık 1960'ların bağımsızlığı yok. Bugün AB'yi
savunmak 68 solu açısından ne anlama geliyor? -Türkiye'nin belli
açılımlarını savunmaktır bana göre. AB'ye karşı 1970'lerin sloganı
'Onlar ortak, biz pazar' değil miydi? -Evet o zaman karşıydık.
Şimdi kendimce özeleştiri yapıyorum. Ecevit'in bile AB'ye
girebilecek zamanlarda frene basması aynı mantığın ürünüdür ki,
doğru bulmuyorum. Aşırı tepki göstermişiz. AB süreci Türkiye'yi
demokratikleştirecek, sivilleştirecek. AB'ye girmeden olamaz mı?
-Başarılamaz. İç dinamikle büyük demokratikleştirme, açılım ve
kabuğunu kırma hareketleri yoktur. 1839'dan beri alın. Bir tek
Kemalist harekettir. Kemalist devrim de Batılılaşmanın bir
parçasıdır. Politbüro, 12 Eylül'ü övdü Siz Berlin Duvarı'nın
yıkılışına, sosyalist sistemin çöküşüne Almanya ve Rusya'da tanık
oldunuz. Bu deneyim sizi nasıl etkiledi? - Dünyada sola inananları
derinden sarstı. Çöküş aslında bir anda gelmedi. 1980'lerin başında
fark etmiştik. Sadece insanlara yenilgiler düşündürtür. Türkiye
solunun bir hatasından çok, sosyalist sistem niye çöktü diye
düşünmek lazım. 12 Eylül'den sonra Doğu Berlin ve Moskova'da
bulundunuz. -O zaman çöküşü görmüştüm. Her şey donmuştu, teori,
toplum donmuştu. Doğu Berlin'den Batı'ya geçerken gördüğüm bir
istasyon sahnesi vardır. Bir Nazi filmi gibidir. Köpeklerle
aranıyor, trenler. Bir şehir ve insanlar ortadan bölünmüş. Hiçbir
zaman Berlin Duvarı'nı savunamadım. Yaşadığım bir başka düş
kırıklığı şuydu. Cunta gelmiş, faşizmden kaçtığımıza inanıyoruz.
Sovyet Politbürosu o sırada 12 Eylül rejimini pohpohluyordu.
Pravda'da şöyle bir haber çıkmıştı: Generaller Türkiye'yi yeniden
inşa ediyor! İnsanlar tutuklanıyor, öldürülüyor, Moskova bunları
görmüyor. Yanlış giden bir şeyler vardı. Bunları eleştirdim. Ancak
sosyalizmden hiçbir zaman kuşku duymadım. Sosyalizm dünyanın hâlâ
en büyük ütopyası. Liberalizmden filizlenecek Türk solu seçimle
iktidar olamadı! Brezilya'da sosyalist lider Lula yönetime uzandı.
-Bizde kitlelerden kopuk bir sol var. İşçi sınıfı ancak DİSK ile
etkinlik kazanmıştı. Ezilen sınıflar, milliyetçi ve dinci
ideolojilerin etkisi altındaydı. Devletin çok büyük baskıları
vardı. Sol, öcü gibi gösterildi. Soldan gelenler bugün liberal mi?
Muhalif olmanın bugünkü anlamı nedir? Liberal olmak mı?
-Liberalizme Türkiye'de yüklenen anlam, özgür düşünceyi savunmak.
Öteki yönü de ekonomik liberalizm. Bu ikisi birbirine karışmaya
başladı. Serbest pazarın sonsuz özgürlüğünü ve kapitalizmin
gelinecek son durak olduğunu savunanlar. Bunlar düşünce
liberalizmini de mülkiyet meselesine kadar savunur oldular. Ben
Türkiye'de gelişecek solun buradan filizleneceğini düşünüyorum.
Kimseyi 'öteki'leştirmeyen, 'sözde'leştirmeyen, düşünceyi
korkusuzca savunan -ki bunlar AB değerleri- emek ve sömürüyü
unutmayan bir hareket. Türkiye'de bugün sol yok, çünkü bu ikisi
birleşmiyor. Sol, emekten vazgeçemez. Solun içine kimler giriyor? -
Bugün sol deyince CHP solundan söz ediliyor. Bir de 'ulusalcı sol'
Kızılelma koalisyonu, giderek arkaik bir yolda 'milliyetçi sağ'la
birleşecek. Sosyal demokratlar da o çizgiye girdiler. Kıbrıs ve
Ermeni meselesinde nerede durdukları ortada. Hassas Kürt mesajları
1 - Gideni tutmak yanlış Sol olmak, muhalif olmak bu meselelerde AB
çizgisinde olmayı mı gerektiriyor? Kürt meselesine solcu bakış
açısı ne olmalı? -Eğer sol, ileriye bakmaksa, toplumda ileriye
doğru olumlu, halkların refahı, özgürlüğü ve barışla birlikte
gidecek bir değişimden yanaysa, AB'nin kendisine karşı bile olsa AB
değerlerini içselleştirmesi gerekir diye düşünüyorum. Devlet
bakışı, demokratikleşme adımlarını 'taviz vermek' olarak görüyor ve
bunu savunanları 'hain' olarak görüyor. Kürt meselesine de bütün
haklarını sonuna kadar vererek bakardım. Bir insan kendi dilini
nasıl kullanamaz? Diyarbakır'a gidince hasta oluyorum. Dil ve
düşünce birlikte gelişir. Bu hak engellenemez. Kültürel ve siyasal
tüm hakları Kürtlere verilmeli. Partiyse partidir. Daha ileri
gideyim, ilke olarak 'halkların kendi kaderini tayin hakkı'nı
savunuyorum. Kürtler açısından en yanlış şeyin ayrılıklılık
olduğunu düşünüyorum. Zaten Amerika'nın kuyruğuna takılıp
gidiyorlar. ikinci bir İsrail olmaya doğru gidiyorlar. Bir sol
partinin programını yaz deselerdi, Kürt meselesinde bütün siyasal
hakların sonuna kadar tanınmasını savunurdum. Aşkta, işte,
halklarda gideni tutmayacaksın. Kürtler azınlık değil, bu ülkenin
asli unsuru. Şiddete başvurmadan birlikte yaşama kültürünü
geliştirmeliyiz. -Bugün referandum yapılsa, ayrılıktan yana
olmayacaklardır. 2 - Öcalan'dan ayrılmalılar PKK yine teröre
başladı. Şehit cenazeleri geliyor. -Her türlü şiddete ve terörizme
karşıyız. Bildiride, 'aşırı Kürt ve Türk milliyetçiliği' dedik ya,
kan dökerek dayatmaya hayır. Kürt sorunu demokratik haklar
çerçevesinde çözümlenmelidir. Yeni parti kuracakların da Öcalan'dan
kendilerini ayırmadıkça Türkiye'ye seslenme şansları olmayacak.
Öcalan davasının yeniden görülmesi de milliyetçi tepkiyi
yükseltmeyecek mi? - AİHM kararı bozarsa dava muhtemelen yeniden
görülecek ama herkesin soğukkanlı olması gerekiyor. Türkiye APO'yu
kendisi yargılayacak, Avrupa yargılamayacak. 'Yeniden görün davayı,
ama şöyle karar verin' demiyor. Herkesin sorumlu davranması
gerekiyor. 'APO kurtulacak' diye kıyamet koparacaklar. Bunlar
yanlış şeyler. Halkı tahrik etmeyelim. Kimdir? 1940 yılında
İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü
1964'te bitirdi ve aynı üniversitede asistan oldu. 1971'de
tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. '12 Eylül'de yurtdışına
gitti,1992'de döndü. Köşe yazarlığı yaptı. "Kedi Mektupları" adlı
kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, "Elveda Alyoşa" adlı
kitabıyla da 1992 Sait Faik Hikâye Ödülü'nü aldı. milliyet