Başörtülü kızlar yasak yorgunu
Abone ol'Artık başörtüsüyle ilgili haberleri okumak istemiyorum.’ diyor kendisi de başörtülü olan genç kız. Yıllardır çözülemeyen sorun, zihinleri yordu; ama temel haklar ne o
Başörtülü genç kızlar, Beyazıt Meydanı'nda ilk eylemlerini
yaparken, sorunun bir iki ay içinde, hatta belki de hemen o akşam
çözüleceğine inanıyordu. "Yasak kalkmadan buradan kalkmayız."
diyecek kadar ümitli oldukları hatırlanırsa aradan geçen yedi sekiz
yasaklı yılın nasıl yorucu ve yıpratıcı olduğu, hayatların akışını
nasıl tersine çevirdiği anlaşılabilir. Yedi sekiz yıl ya da
yetmiş-seksen yıl…
İlk zamanlar, genç kızlar kararlıydı; oturma eylemleri, yürüyüşler,
teatral eylemler… Destekleyenler, karşı çıkanlar… Sonra ses seda
kesildi birden. Anadolu'nun herhangi bir şehrinde üniversite
sınavına başörtülü girmek isteyen bir genç kızın dışarı çıkarılması
gibi 'münferit' vakalar üç beş saniye içinde akıp gitti
ekranlardan. Birkaç sönük eylem yansıdı gazetelere, kızların sesi
daha uzaktan geliyordu artık, uzak ve yabancı. Sonra kızlar anladı;
bu yasak gidici değil, bir çaresine bakmalı… Okulu bırakanlar,
başını açanlar, peruk takanlar, şapka giyenler, kafasını
kazıtanlar, yurt dışına göçenler…
Her 'çare' bir dertle geldi. Okulu bırakan hayata küstü, başını
açan depresyona girdi, peruk alerji yaptı, şapka içeride şık
olmazdı, dazlaklık kafa derisine hiç iyi gelmedi, gurbette okumak
kolay değildi… Üniversiteyi başörtülü okuması engellenen her genç
kız, koca bir ömre yetecek hikâye biriktirdi. Büyüdüler,
olgunlaştılar, derinleştiler, zenginleştiler… Gidenler geri döndü,
okulu bitiren işe girdi, bitiremeyen çoluk çocuğa karıştı… Sorun
yine çözülemedi
‘Susma Konuş’ Kampanyası
Başörtüsü şu günlerde yeniden gündemde. Zihinlerin 'bekleme
odası'ndan bir kez daha çıktı; ancak karşısında somut bir adım ya
da bir taahhüt değil, 'Niçin, niçin?' diye soran gözler buldu yine.
Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk'ün Tercüman Gazetesi'nde başlattığı
'Susma Konuş' Kampanyası'na gönderilen mesajlar hep bildiğimiz
gibi; resepsiyon krizini kınayanlar, başörtüsünün asla siyasi bir
simge olamayacağını söyleyenler, uzay çağında bir metre kumaştan
korkanları ayıplayanlar, okuldan yaka paça çıkarıldığı günü dün
gibi hatırlayanlar, yıllardır haykırılan sloganlar 'Bitsin bu
zulüm!', 'Başörtüsüne uzanan eller kırılsın' vs…
Aralarda kimi mesajlar, "Artık, yorulduk." diyor. Çoğu da,
başörtüsü yüzünden hayatı kesintiye uğramış kadınlar. Nazlı Uğu,
"Kampanyaya katılmayı düşünmüyordum. Başörtüsünden dolayı malulen
emekli olduğum için yoruldum." diyor. Zehra İpek'in Gülay Göktürk'e
gönderdiği mektup ise başörtülü kadınların nasıl bir karamsarlık
içinde olduğunu çok iyi anlatıyor: "Başörtüsüyle ilgili başlatmış
olduğunuz yazı dizisini gördüm. Size biraz garip gelebilir; ama bir
başörtüsü mağduru olarak hiçbirini okumadım. Mesaj da göndermedim;
çünkü eminim orada yazılanların tamamını, belki de fazlasını bizzat
yaşadım. Bunları tekrar tekrar okuduğumda artık sinirlerim
kaldırmıyor, dayanamıyorum."
Mustafa Apaydın da aynı sıkıntıda: "Her sabah bayan arkadaşların
okula giderken başlarını açtıklarını görmek istemiyorum artık."
Nazlı Ilıcak, yorgunluk olsa bile haklardan vazgeçmenin mümkün
olmadığına inanıyor. Kampanya kimilerince "sorunu kaşımak" gibi
algılansa da gazeteye akan binlerce mesaj, büyük çoğunluğun artık
bir başörtüsü sorunuyla uğraşmak istemediğini gösteriyor. "Peki
bundan sonra ne olacak?" diye soruyoruz Ilıcak'a. İnsanlar artık
somut bir gelişme beklerken bu kampanya, insanlara özgür bir
platform sunmanın dışında ne işe yarayacak? Cep telefonu
mesajlarını ve internet maillerini kendi önerilerini de içeren bir
paketle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ve CHP Başkanı Deniz
Baykal'a sunacaklarını söyleyen Ilıcak, konunun takipçisi
olacaklarını özellikle vurguluyor. Kampanya geçen hafta sona erdi;
ama 'Başörtüsüne Özgürlük' sloganıyla Urfa'dan Ankara'ya
yürüyenlerin eylemi hâlâ devam ediyor.
Üzerimizdeki 'ölü toprağını' silkelemek için 1400 km yol
yürüdük
Ankara Abdi İpekçi Parkı, şu günlerde başörtülü kızların ve
kadınların ümitli ve ısrarlı bekleyişine şahitlik ediyor. Urfa'dan
yola çıkıp 43 günlük bir yürüyüşün ardından Ankara'ya varan grup,
yaklaşık iki haftadır "Birileri çıkıp bir şey söylesin." diye
bekliyor. Yürüyüşçülerle Abdi İpekçi Parkı'nda görüştük. Hava
soğuktu, Ankara ayazında ellerimizi oğuşturarak ve ısınmak için
parkı turlayarak söyleştik. Ancak, önümüzde dudakları uçuklatacak
cinsten bir yürüyüş hikâyesi duruyorken titreyerek yapılan bir
röportajdan şikayet yersiz olur.
Her şeyden önce yürüyüş, bir kilometre yaya, kırk kilometre
otobüsle yapılan sembolik eylemlere hiç benzemiyor. Urfa'dan
Ankara'ya köy köy, kasaba kasaba yürünen 1400 kilometreden söz
ediyoruz. Atatürk Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Bölümü'nden atıldıktan sonra Urfa'da bir çorba lokantası açan
Yasemin Çiçek, rahata ermiş gibi görünse de, zihninin bir kenarında
besleyip büyüttüğü "Ne yapmalı?" sorusuna nihayet bir cevap bulmuş:
"Urfa'dan Ankara'ya yürümeli." Ortağı Mehmet Turmak ve onun kız
kardeşi Emine, "Yalnız Allah'a inanmayanlar ümitsizliğe kapılır."
deyip yola koyulmuşlar.
Yasemin, "Gönlümüz binlerce kez kırıldığı halde kimseciklere zarar
vermeyelim diye her şeyi içimize attık. Ancak sonunda anladık ki,
biz bir şey yapmazsak hiç kimse yapmayacak. Yürüyüşümüz binlerce
insana başörtüsünün hâlâ yasak olduğunu hatırlattı." diyor.
Yasemin, Mehmet ve Emine Urfa'dan üç kişi olarak çıkıp Ankara'ya 30
kişiyle varmışlar. Sanki herkes böyle bir yürüyüşü bekler gibi,
kimi İstanbul'dan kalkıp Nizip'te gruba katılmış, kimi de Ağrı'dan
otobüse binip Ankara'nın girişinde yürüyenleri karşılamış. İyi de
nasıl yürünür bunca yol? Dile kolay, Urfa'dan Ankara'ya…
"İlk günlerde bilinçsizce çok hızlı yürümüşüz. Ayaklarımızın altı
şişti, hatta bazı arkadaşların tırnakları düştü. Önce 55
kilometreyle başladık; ancak sonra hızımızı düşürdük. Ankara'ya
ulaşana kadar üçer ayakkabı eskittik." diyor Yasemin. "Bir şey
yapmalı." diye kıvranırken, kendini yollara vurmak ve bunu 'gezgin
derviş'ler gibi yürüyerek yapmak ruhu inceltiyor olmalı. Öyle
ilginçlikler yaşamışlar ki yollarda; Ashab-ı Kehf'e tam 7 kişiyle
girmeleri, "Orada tipi var, ölürsünüz." diye uyarıldıkları Pozantı
yolunu günlük güneşlik bulmaları, sıkıştıkları anlarda
arkadaşlarından yol gösterici telefon mesajları almaları vs…
Artık uyku yok, oturmak yok
Tarsus'ta Belçikalı bir kadın karşılamış grubu. İran, Fransa,
Almanya, İsviçre ve Avustralya'dan arayan Müslümanlar, "Sizin için
hatim indiriyoruz." demişler. Yorgunluk faslına gelince, "Doğru"
diyor Yasemin Çiçek; "Bizim de üzerimizde ölü toprağı vardı.
Tembellik yapıyorduk. Ben önce kendi nefsime bayrak açtım. Dedim ki
artık uyku yok, oturmak yok. Sen yapmazsan kimse yapmaz." Kısa bir
süre önce, ısınmak için kurdukları çadırları kaldırılan Yasemin,
onca yolu yürümüş olmanın verdiği rahatlıkla, "Olsun, soğuk
umrumuzda bile değil." diyor. "Biz, başörtüsü yasağıyla ilgili bir
açıklama yapılmadan buradan ayrılmayacağız."
Urfa'dan yürüyenler Ankaralı genç kızları ve kadınları da harekete
geçirmiş. İmam-hatipli kızlar 10 günden bu yana Abdi İpekçi
Parkı'nda imza topluyor. Ev hanımları, "Onlar soğukta beklerken biz
evde oturamıyoruz." diyor. Şimdilik hep birlikte, ısınma turları
atarak ve soğuktan uyuşan ellerini oğuşturarak bekleşiyor kızlar.
Hepsinde bir ümit; sanki az sonra birisi çıkıp, "Yasak kalktı
kızlar, haydi okula" diyecek.
Ankara'nın kemiklere işleyen ayazına aldırmadan bekleyen ve "Bu
defa pes etmeyeceğiz" diyen genç kızlar, yılgınlığa karşı bir savaş
açtıklarının farkındalar.
(Av. Mustafa Ercan Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı)
Başörtülüler güzellikle hak aramayı öğretti
Hakların tesliminde hiçbir erteleme kabul edilemez. Bunun bir
zamanı ve ölçüsü olamaz. O halde biz neyi bekliyoruz? Beklediğimiz
AB ise Fransa ve Almanya'da uygulanan yasakları peşinen
kabulleneceğiz demektir. Ama bu iki ülkedeki yasaklar bizim için
emsal olamaz. Demokrasiyi nice bedeller ödeyerek öğrenen Batı,
özgürlüklerin standardını düşürme yoluna gidiyor yazık ki. Oysa
evrensel hukuk anlayışı dünyanın her yerinde aynıdır. Biz ümitvar
olmalıyız. Başörtülü arkadaşlarımız haklarını güzellikle aramanın
yollarını gösterdiler bugüne kadar. Acı çekerek de olsa hayatlarını
devam ettirdiler. Yasakla birlikte gelişen süreci bir hezimet gibi
görmek yanlış. Teslimiyetçilik ile arzu edilene ulaşılamadığında
gösterilen tevekkül birbirinden farklıdır. Başörtülü
arkadaşlarımızın kendi iradeleriyle sıkıntılı bir yolu seçmesi bile
takdire şayandır.
(Hülya Şekerci Özgür-Der Başkanı)
Ne yaptık ki yorulduk!
Biz, başörtüsü yasağının artık neredeyse kabullenildiği ve
eylemlerin söndüğü bir dönemde çalışmaya başladık. Başörtülü
kızlarda bir yılgınlık olduğu doğru; çünkü birçoğu acil çözüm
bekliyordu. Umdukları gibi olmayınca pes ettiler. Yorgunluğun
ardında yanlış paradigmalar yatıyor aslında. Müslümanların tarih
boyunca verdikleri mücadeleleri düşününce bizim bezginliğimizi
anlamak zorlaşıyor. Ne yaptık da yorulduk? Başörtüsü eylemlerinin
bir dönem hiç yapılmayışının da birçok nedeni var. Başörtülü okumak
isteyenlerin bir kısmı sınava girmedi, girenlerse başlarını açarak
okumayı kabullenenlerdi. Hal böyleyken başörtüsüne özgürlük diye
sokaklara dökülecek kimse kalmadı. Bir de tabii, eylemler yaparak
hükümeti zor durumda bırakmaktan korkuldu. Oysa tam tersi
olabilirdi. Şimdi, başbakan, durduk yerde başörtüsü yasağını
kaldırmak için kollarını sıvayabilir mi? Tabandan böyle bir istek
ve baskı olmalı ki, hükûmet kendisini zorunlu hissetsin.
(Ayşe Aydın Ak-Der Genel Sekreteri)
Yorgun gibi görünüyoruz; ama aslında toparlanıyoruz
Tercüman Gazetesi'nin başlattığı 'Susma Konuş' kampanyasına hem
internet hem de cep telefonuyla mesaj gönderdim. Daha önce de kendi
fakültemde sorun yaşanmadığı halde arkadaşlarımı desteklemek için
eylemlere katılmıştım. O günlerde bir sonuç alamamıştık. Şimdi de
sadece görevini yerine getirme duygusuyla hareket ettim.
Üniversiteyi başörtüsüyle okuyup, sonradan iş bulamamak beni de
mağdur etti. Ancak kendi hikayemi çok önemsemiyorum; çünkü çok iyi
fakültelere birincilikle girmiş arkadaşlarımız şimdi evinde
oturuyor. Onların yaşadığı trajediyle benimki aynı olamaz. Yasağın
aradan yıllar geçmesine rağmen kalkmayışının altında bizim tek
yürek olamayışımız yatıyor. Biz İlahiyat Fakültesi'nde sorunsuz
okurken Eğitim Fakültesi'ndeki arkadaşlarımıza destek vermek için
dersleri boşaltmıştık. Fakat aynı duyarlılık her yerde
gösterilemedi. Şu an üzerimizdeki hali yorgunluk olarak görmemeli.
Belki de dinlenme, düşünme ve toparlanma sürecindeyiz.
BAŞÖRTÜLÜ KIZLAR KENDİ HİKÂYELERİNİ OKUYAMADI
(Fatma Karabıyık Barbarosoğlu)
Gençler kendi hikayeleriyle yüzleşemedi
Siyasi olmadığı halde siyaset malzemesi haline getirilmiş bir yasak
olan başörtüsü yasaklarının sanata yeterince yansımadığına dair
eleştiriler dile getiriliyor zaman zaman. Bu eleştirileri yapanlar
sıcak yaranın içinden sanat çıkmayacağını unutuyor. Sanat için
biraz mesafe gereklidir daima. Perspektif. Oysa biz başörtüsü
yasaklarının içinde nefes alıyoruz. Ama çok iyi öykülerin
yazıldığını düşünüyorum başörtüsü ile ilgili olarak. Sorun şurada
ki, bu öyküler eylem ile paralel gidecek bir okuyucuya sahip değil.
Kahramanı tesettürlü olan hikayelerimi okuyanlardan genellikle aynı
serzenişi duyuyorum: "İçim katılaştı. Çok karamsar". Karamsar
dediği kendi hikayesi oysa. Kendi hikayesiyle sanat aracığıyla
karşılaşmaya hazır değil gençler.
(Yıldız Ramazanoğlu)
İkna Odası'nı okumak istemeyeni anlarım
'İkna Odası'nı okumak istemeyenleri çok iyi anlıyorum. Bir
üniversite kapısında yaşanacak on dakikalık ikna operasyonunun
bütün bir hayata nasıl yayılabileceğini okumak o kadar kolay değil.
Zaten yazmak da zor oldu. Benim için öteki bilinçlerde nasıl
yankılandığı da önemliydi. Bu ülkede yaşanan en yakıcı meselelerden
birinin edebi bir platforma taşınması beklenen bir şey değildi
herhalde. Yapılan kötülüğe bir iç ayna tutmak istedim. Başörtüsü
küresel açlığa, adaletsizliğe, yağmaya karşı durmanın bir sembolü.
Başörtüsünde ısrar eden yeni kuşaklar, şu dünyada şahit oldukları
som kötülük karşısında, doğru yolu kat ettiklerinin, bu yolda
tolerans sınırlarını genişleterek, derin nefesler alarak ilerlemek
zorunda olduklarının farkındalar.
Haber: Ülkü Özel Akgündüz
Kaynak: Aksiyon