Baskın Oran: Hangisi gerçek Davutoğlu?
Abone olBaskın Oran, 2011'e kadar çok iyi olduğunu iddia ettiği Davutoğlu'nun, Başbakanlık süreciyle birlikte hiç görülmemiş derecede kötü olduğunu, kendisine ait olmayan bir üslupla konuştuğunu öne sürdü.
INTERNETHABER.COM
Radikal yazarı Baskın Oran, bugünkü
yazısında Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun kendisiyle çeliştiği üzerine
iddialarını 'Davutoğlu Davutoğlu'na karşı' başlığıyla ileri
sürdü.
Oran, Davutoğlu'nun kullandığı dilin sıkıntılı olduğunu,
Başbakanlık öncesi tavrıyla çeliştiğini, '2011’e kadar
Davutoğlu’nun dış politikasının Türkiye’de emsali görülmemiş
derecede parlak olduğunu fakat şuanda da bir o kadar kötü durumda
olduğunu iddia etti.
İşte Oran'ın o yazısından çarpıcı satırlar:
Radikal’den Tarhan Erdem üstadım, Davutoğlu’nun kendisini
şaşırttığını yazdı. “Mütevazı, etrafına saygılı, kibirsiz,
uygar, Batılı” olarak tanıdığı profesörün, başbakan
olduktan sonra “alçak”, “hain”, “kaos peşindeki
yarasalar” diye konuşmaya başladığını söyledi. “Karşısına
aldıklarına bir küfür etmediği kaldı” dedi. Bu üsluplardan
hangisinin gerçek olduğunu anlayamıyordu.
T. Erdem’in yazdıkları İç Politikada Davutoğlu’na ilişkin. Ben Dış
Politikada Davutoğlu’nu 2003’te danışman olduğundan beri izleyerek
bu iki insan arasında şaşırtıcı türden bir simetri tespit
ettim.
Gündelik lisanla söyleyeyim: Aynen T. Erdem’in iç
politika için söylediğine benzer biçimde, işin başında Davutoğlu
dış politikada hiç görülmemiş derecede İYİ idi, şimdi hiç
görülmemiş derecede KÖTÜ.
BAŞLANGIÇTA DAVUTOĞLU DIŞ
POLİTİKASI
2011’e kadar Davutoğlu’nun dış politikası, Türkiye’de emsali
görülmemiş derecede parlak oldu. Bunu defalarca yazdım.
Bir kere, eski yönetimlerin aksine Ortadoğu Arap ülkelerini
dışlamayan ve aşağılamayan çok yönlü aktif bir politika başlattı.
İkincisi, bu politikayı alışılmış askerî tehdit yaklaşımı yerine,
yumuşak bir yaklaşımla uygulamaya koydu. Karşılıklı olarak vizeler
kalktı. Komşularla daima gergin olmuş ilişkiler adım adım
düzeldi.
Düzelince, müsait uluslararası ortamı da arkasına alan dış
politika, yurt dışında büyük takdir toplamaya başladı.
Saymakla bitmez: Türkiye 2008’de rekor bir 151
oyla ilk turda Güvenlik Konseyi’ne seçildi. Davutoğlu’nun
Ermenistan’la 2009’da yaptığı protokoller başlı başına bir olay
oldu. AB’den övgü dolu demeçler gelmeye başladı. Türkiye, küresel
ekonomide başarının sembolü olan G-20’ye dahil oldu, yükselen MİST
grubu ülkelerle anılmaya başlandı. Hem Müslüman hem de
laik-demokratik oluşu sayesinde dünya için büyük umut veren “model
ülke” ilan edildi. Meşhur 2010 İran nükleer anlaşmazlığında
Brezilya’yla birlikte arabuluculuk yaptı. Suriye ile İsrail’i bile
uzlaştırmaya girişti. Sadece 2009-2012 arasında 29 yeni
büyükelçilik ve başkonsolosluk açtı.
Bir özel bilgi vereyim: Şimdi büyükelçi pozisyonunda olan eski
öğrencilerimden direkt biliyorum, büyük devlet büyükelçileri onları
arayıp “hamil-i kart” talep etmeye başlamışlardı, bulundukları
azgelişmiş ülke hükümetleri nezdinde yapacakları kimi girişimler
için.
Sonra, 2011’den itibaren Türk dış politikası bugünkü
durumuna kafa aşağı yuvarlandı. Ama buna geçmeden önce, bu
büyük başarının taşlarına kısaca bir göz atalım ki, başarısızlığı
anlamaya yardımcı olsun.
BAŞARININ TEMEL
TAŞLARI
Tabii, Türkiye’nin 2004-2011 döneminde Üçüncü Dünya’ya 5,5 milyar
dolar dış kalkınma yardımı dağıtmasının rüzgarını arkaya almak
önemliydi ama, Davutoğlu politikasının çok başarılı
olmasının esas sebebi, profesörün doksan bir baskı yapan
ünlü kitabı Stratejik Derinlik’te hiç geçmeyen, yayından sonraki
yıllarda geliştirdiği kavramları uygulamaya koyması oldu:
1) Olayların ardından koşan dış politika yerine, olaylar çıkma
eğilimi gösterdiğinde harekete geçen “proaktif” dış
politika;
2) Bu politikanın uygulayıcısı olarak, tehdit yerine “Yumuşak
Güç”. Yani Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) yardımları,
Yunus Emre Kültür Merkezleri, Diyanet, Yurtdışı Türkler ve Akraba
Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) “Türkiye Bursları”, (şimdi AKP’nin
şeytanlaştırdığı) F. Gülen Hareketi’nin 130 ülkeye yayılmış “Türk
Okulları” ve ayrıca TUSKON gibi işadamı lobileri. Ve tabii, popüler
kültür: TV’nin pembe dizileri;
3) Bu yumuşak güç sayesinde erişilen “Komşularla Sıfır Sorun”
noktası. Özellikle de, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hep
tehditle yaklaştığımız Suriye’yle artık içtiğimiz suyun ayrı
gitmemesi.
(...)
ŞALTER İNİVERDİ
2000’lerin ikinci yarısında yaşadığımız Türk dış politikasının
şimdiye kadar görülmüş en başarılı döneminin ardından, Türk dış
politikasının şimdiye kadar görülmüş en fiyaskolu dönemi başladı.
Arap Baharı 2011’de patlak verince, sanki şalter birdenbire
indirilmiş gibi oldu. Peri masalı sona erdi.
Çünkü bu yüzde yüz farklı ortamda proaktif politika bütün hızıyla
devam etmiş, ama Sert Güç’e inanılmaz bir geri dönüş yapılmıştı. Ve
tabii, amaçlananın tam tersi sonuç elde edilmişti.
Saymakla bitmez; Gürcistan ve Bulgaristan hariç, sorunsuz komşumuz
kalmadı. Protokollerini çöpe attığımız Ermenistan’la, toprak
bütünlüğü meselesinden Irak’la, iç işlerine karıştığımız Mısır’la,
boğazlaştığımız İsrail’le, dışladığımız tüm Batı dünyasıyla,
özellikle de yönetimini her türlü şiddet kullanarak düşürmeye
giriştiğimiz Suriye’yle birbirimize girdik.
Son olarak, rehineler meselesinde Danimarka’yla tokuşuyoruz,
doğalgaz meselesinde de Kıbrıs ve Yunanistan’la. İsrail ile Rusya
bu ikisinin yanında askerî tatbikata katılıyor (link). En önemli
Ortadoğu ülkelerinde büyükelçimiz yok: İsrail, Mısır, Suriye.
Libya’da da. Ermenistan’la diplomatik ilişki bile yok. AB
ve ABD’nin yâ sabır çektiği noktadayız. Yeniden Güvenlik
Konseyi üyeliğine başvurduk, bu sefer hezimet: 60 oy.
Baş düşmanımız da, söylemesi bile ayıp, lime lime olmuş
Suriye. 2011 sonrasında iç politikada Tek Adam’a dönüşen
ve 17-25 Aralık başta olmak üzere her şeyi kendisine darbe olarak
görmeye başlayan Erdoğan, dış politikada da Tek Nokta’ya
taktı: Esad’ı darbeyle düşürmek.
Uluslararası ilişkiler profesörü Başbakan Davutoğlu da aynı
fikirde: Türk askerini karadan Suriye’ye sokmayı, Esad’ın
düşürülmesi şartına bağlıyor.
Bu arada, IŞİD’e Esad’ı düşürsün diye malum silah yardımları gitti,
katiller sürüsü teşekkür olarak Musul Başkonsolosluğu’nu rehine
aldı. Ama Suriye ve IŞİD fiyaskoları tek başına hiç önemli değilmiş
meğer, çünkü gelip bir de Barış Süreci’nden, yani kalbimizden
vurdu. Türkiye, komşulardan geçtim, bizzat kendisiyle sırf sorun
durumuna düştü. El-aleme de rezil olduk, ne dedikse on gün sonra
tersini yaparak. Bir ülke yönetilemezse, ancak bu kadar
yönetilemez.
Davutoğlu’nun gerçek üslubu hangisi? T. Erdem üstadım iç
politikada anlamıyor, ben dış politikada anlamıyorum.
Anladığım tek şey, böyle gidemeyeceği.