BAŞKANLIK SİSTEMİNİ ÖVDÜ
Abone olKalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, başkanlık sistemine geçilmesi halinde Türkiye’nin, yürütme alanında istikrar meselesini köklü bir çözüme kavu...
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, başkanlık sistemine geçilmesi
halinde Türkiye’nin, yürütme alanında istikrar meselesini köklü bir
çözüme kavuşturmuş olacağını belirterek, "İstikrarı ve demokrasiyi
eş zamanlı yakalamak açısından demokratik temsilin ve katılımın
yanı sıra, yönetimde güçlü bir yapının da önemli olduğu
görülmektedir" dedi.
Kalkınma Bakanı Yılmaz, Yeni Türkiye Dergisinin Mart-Nisan 2013
dönemini kapsayan 51. sayısında “Başkanlık Sistemi ve Kalkınma”
konularını değerlendirdi. Yılmaz, makalesinde kamuoyunda son
günlerde çok tartışılan Başkanlık Sistemi ve Türkiye için hayati
öneme sahip olan kalkınma kavramından bahsetti. Başkanlık
sisteminin uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde olduğunu ancak bu
alanda yapılan tartışmaların daha çok siyasi açıdan yürütüldüğünü
ve tarafların ideolojik bakış açılarına göre tercihlerin ortaya
konulduğunu belirten Yılmaz, diğer yandan sosyal ve ekonomik
konular başta olmak üzere, başkanlık sisteminin geniş toplum
kesimleri açısından etkilerinin ne olabileceği hususunun yeterince
incelenmediğini ifade etti. Yılmaz, başkanlık sisteminin kamuoyunda
yanlış bir imajının olduğunu, bazı siyasi söylemlerle başkanlık
sisteminin adeta demokrasinin bir alternatifi gibi sunulduğunu ve
kamuoyunun yanıltıldığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Oysa adı üzerinde, başkanlık sistemi bir rejim değil, bir yönetim
sistemidir. Demokratik ülkelerde parlamenter sistem ne kadar normal
ise başkanlık sistemi de o kadar normaldir. Bugün Türkiye başkanlık
sistemi ile parlamenter sistem arasında bir konumda bulunmaktadır.
Halkın seçimiyle gelen Cumhurbaşkanı tecrübesinin de zorlamasıyla,
ülkemiz bu iki sistemden birini daha net bir tercihle benimseme
yoluna gidilebileceği gibi, farklı bir sentez de oluşturabilir.
Gerek devam etmekte olan yeni Anayasa tartışmaları gerekse
halkımızın önümüzdeki seçimlerde ortaya koyacağı tercihler bu
tartışmaların seyrini önemli oranda belirleyecektir."
"HALKI YANILTICI DEĞERLENDİRMELER YAPILIYOR"
Bu süreçte halkın yapacağı tercihlerin sağlıklı bilgilere dayalı
olmasının hayati önem taşıdığını belirten Yılmaz, maalesef kimi
yüzeysel tartışmalarda halkı yanıltıcı değerlendirmelerin
yapıldığını ifade etti. Başkanlık sisteminde adeta parlamentonun
gücü ve önemi azalacak ve her şey başkanın otoritesi ile
şekillenecek gibi büyük bir yanlış algı oluşturulduğuna değinen
Yılmaz, işin gerçeğine bakıldığında ise durumun tam tersi olduğunu
bildirdi.
"KALKINMA 4 TEMEL EKSENDE ANLAŞILMALI"
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, kalkınma kavramına ilişkin de
değerlendirmelerde bulundu. Kalkınmanın çok boyutlu, kapsayıcı ve
insan odaklı olduğunun altını çizen Yılmaz, "Kalkınmanın ekonomik,
sosyal, çevresel ve hukuki olmak üzere dört temel eksende
anlaşılması gerektiği görüşündeyim. Bunlara dış ilişkiler de ayrıca
ilave edildiğinde resim daha bütüncül bir şekilde ortaya
çıkmaktadır" dedi. Her şeyin merkezinde insanın bulunduğunu
vurgulayan Yılmaz, insan emeği, insan aklı olduğu gibi, her şeyin
nihai hedefinin de insana hizmet, insanın refahını arttırmak, daha
iyi bir noktaya gelmesini sağlamak olduğunu kaydetti.
"TÜRKİYE, ARTIK NİTELİKLİ BEYİNLERİ CEZBEDEN BİR ÜLKE"
Bakan Yılmaz, bugün artık Türkiye’nin bir çekim merkezi haline
geldiğini, başta çevre ülkeler olmak üzere dünyadan nitelikli
beyinleri ve nitelikli sermayeyi cezbeden bir ülkeye dönüştüğünü
ifade etti. Önümüzdeki 10 yıllık dönemin, 2023 perspektifinde
cazibe merkezi haline gelen Türkiye vizyonuyla hareket edilecek bir
dönem olacağını vurgulayan Yılmaz, "Fikir hürriyetinin olmadığı,
demokrasinin iyi işlemediği, hukuk düzeninin oturmadığı,
şehirleşmenin arzu edilen seviyede olmadığı, eğitimin, sağlığın ve
benzeri sosyal hizmetlerin yeterli olmadığı bir yerde herhalde hiç
kimse yaşamak istemez. Hele nitelikli insanlar, nitelikli sermaye
hiçbir şekilde bulunmak istemez. Ama bunların sağlandığı bir
ortamda, hem daha nitelikli insanlar yaşar hem de nitelikli sermaye
gelir, yatırım yapar" ifadelerini kullandı.
"2023, TOPLUMSAL BİR VİZYONA DÖNÜŞTÜ"
Kalkınma perspektifinin 2023 hedefleriyle ortaya konulduğuna
değinen Bakan Yılmaz, tüm toplumun da bunu benimsediğini,
sahiplendiğini bildirdi.
Yılmaz, yazısında şu ifadelere yer verdi: "Bu siyasi bir vizyon
olmaktan çıkıp, toplumsal bir vizyona dönüştü. Bunu son derece
önemli ve değerli buluyorum. Bu vizyonu hayata geçirmek için gayret
sarf etmemiz gerekiyor. Hedefimizin 2 trilyon dolar milli gelir,
500 milyar dolar ihracat, 25 bin dolar kişi başına gelirle daha
büyük bir ekonomi, daha adaletli bir sosyal yapı ve daha ileri bir
demokrasi olduğu biliniyor. Burada özellikle 2023 perspektifinin de
yine kapsayıcı bir kalkınma anlayışıyla gerçekleştirilmesi
gerektiğine vurgu yapmak istiyorum."
"BAŞKANLIK SİSTEMİNİN SAĞLAYACAĞI İSTİKRAR ÇOK ÖNEMLİ"
Başkanlık sistemi ile kalkınma arasındaki ilişkiye de açıklık
getiren Yılmaz, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Öncelikle ekonomik gelişme eksenli baktığımız zaman başkanlık
sisteminin yürütmede sağlayacağı istikrarın son derece önemli
olacağı açıktır. Türkiye son 10 yılda tek partinin çoğunluğu ile
sağladığı istikrarın ekonomideki yansımalarını yaşayarak gördü.
2002 yılında 230 milyar dolar olan Gayrisafi Yurtiçi Hasılamız,
2012 yılında 800 milyar dolar mertebesine ulaştı. Aynı dönemde kişi
başı gelirimiz 3 bin 500 dolardan 10 bin 500 dolar seviyesine
yükselmiştir. Enflasyon ve faizlerin tek hanelere gerilediği, bütçe
disiplininin sağlandığı bu ortamda, kamu hizmetlerinde de tam
anlamıyla bir sıçrama yaşanmıştır. Kamu yatırımlarının yanı sıra
sağlanan güven ortamında özel kesim yatırımları, üretimi, ihracatı
ve istihdamı tarihi seviyelere ulaşmıştır. Ülkemizin çok partili
dönem tecrübesine baktığımızda koalisyon dönemlerine göre belli bir
partinin çoğunluğuna dayalı dönemlerin çok daha yüksek bir
performans sergilediği açıktır. 1950’lerde Demokrat Parti,
1960’ların belli bir bölümünde Adalet Partisi, 1980’li yıllarda
ANAP, kalkınma sürecinde önemli ilerlemeler sağlamışlardır. Bu
dönemler aynı zamanda reformların ve yapısal değişimlerin de
hızlandığı yıllar olmuştur. 2002 sonrası dönemde AK Parti
yönetiminde sağlanan performans ise küresel krize rağmen son derece
belirgin bir farklılığı ortaya koymaktadır. 1950-2012 döneminin
büyüme hızlarına bakıldığında şu gerçek ortaya çıkmaktadır. Güçlü
bir partinin yönetimde olduğu dönemlerde büyüme ve kişi başına
gelir artışı yüksek olmuştur. 1950-1959 döneminde ortalama GSYH
artışı yüzde 7, ortalama kişi başına gelir artışı yüzde 4,2;
1966-1970 döneminde ortalama GSYH artışı yüzde 6, ortalama kişi
başına gelir artışı yüzde 3,4; 1984-1991 döneminde ortalama GSYH
artışı yüzde 5, ortalama kişi başına gelir artışı yüzde 2,9;
2003-2012 döneminde ortalama GSYH artışı yüzde 5, ortalama kişi
başına gelir artışı yüzde 3,7. Koalisyon dönemlerinde sağlanan
performans ise belirgin bir şekilde daha düşük olmuştur. 1962-1965
döneminde ortalama GSYH artışı yüzde 5,5, ortalama kişi başına
gelir artışı yüzde 3,0; 1972-1979 döneminde ortalama GSYH artışı
yüzde 4,7, ortalama kişi başına gelir artışı yüzde 2,4; 1992-2002
döneminde ortalama GSYH artışı yüzde 3,3, ortalama kişi başına
gelir artışı yüzde 1,9.
Performansın koalisyon dönemlerinden de daha düşük olduğu dönemler
ise demokrasinin askıya alındığı ara dönemler olmuştur. 1960-1961
döneminde ortalama GSYH artışı yüzde 2,1, ortalama kişi başına
gelir artışı yüzde -0,4; 1980-1983 döneminde ortalama GSYH artışı
yüzde 2,7, ortalama kişi başına gelir artışı yüzde 0,3. Bu
performans bize yönetimde her türlü istikrarın değil, demokratik
istikrarın önemli olduğunu göstermektedir. İstikrarı ve demokrasiyi
eş zamanlı yakalamak açısından demokratik temsilin ve katılımın
yanı sıra, yönetimde güçlü bir yapının da önemli olduğu
görülmektedir."
"İDEOLOJİK YARGILAR YERİNE..."
AK Parti döneminde sağlanan güven ve istikrar ortamının
korunmasının, başarı eğiliminin sürmesi için büyük bir önem arz
ettiğinin altını çizen Yılmaz, yazısını şöyle tamamladı:
"Başkanlık sistemine geçilmesi veya güçlü bir yarı başkanlığın
uygulanması halinde Türkiye, yürütme alanında istikrar meselesini
köklü bir çözüme kavuşturmuş olacaktır. Hükümeti oluşturan her
partinin izlenecek politikaları başka bir yere çektiği, kısa
dönemli sürelerle işbaşına gelen yönetimlerin politikalara hakim
olamadığı, popülizm sorununun derinleştiği koalisyon yapıları
ekonomik kırılganlığı artırmaktadır. Buna karşılık, başkanlık
sisteminin öngörülebilirliği ve istikrarı artıran yapısı şüphesiz
ki hızla karar almaya uygun olup, rekabette öne çıkmaya çalışan bir
ülke için, ekonomik kalkınmada son derece önemli bir avantaj
oluşturmaktadır. Şüphesiz ki başkanlık sistemini de parlamenter
sistemi de başarıyla veya başarısızlıkla uygulayan çeşitli örnekler
bulunmaktadır. Bu gerçek, başarıda tek faktörün sistem olmadığını,
liderlik gibi, sosyal ve siyasal kültür gibi, uluslararası
konjonktür gibi birçok değişken ile olaylara yaklaşmamızın daha
doğru olacağını göstermektedir. Ancak, tek başına başkanlık
sisteminin neler getirebileceği teorik ve pratik düzeyde analiz
edilmelidir. İdeolojik yargılar veya önyargılar yerine, dünyaya ve
ülkemizin pratiğine bakmak şüphesiz ki daha yararlı olacaktır."
(İHA)