Başkan Baydemir ilk kez konuştu
Abone olTerörist evine yaptığı taziye ziyareti ile şimşekleri üzerine çeken Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, ilk kez Zaman Gazetesi'nden Ali Bulaç'a konuştu.
Ali Bulaç'ın izlenimi ve röportajı: Çarşamba günü (26 Ağustos)
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir beni arayıp
görüşmek istediğini söyledi. Başkan, bir dizi temas ve görüşmeler
yapmak üzere İstanbul'a gelmiş. Görüşme isteğini kabul ettim ve
ertesi gün için sözleştik. İki saat süren bir görüşmemiz oldu.
Osman Baydemir, 28 Mart seçimlerinde DEHAP'tan seçildi. İlk
izlenimim, Baydemir'in diğerlerinden farklı bir siyasetçi profili
çizdiği yönünde oldu. Baydemir'in farklı profil çizmesinde bazı
ilave faktörler var. Bir kere "dindar bir aile"den gelme. Onu
yakından tanıyanlar, çocukluğunda bir "teşehhüt miktarı" medreseye
uğradığını, bir parça "fakkalık (fıkha aşinalık)" özelliği olduğunu
söylüyorlar. Gençliği sol gelenek içinde geçmiş. Onu İHD'deki
çalışmalardan tanıyoruz. Üzerinde yeni siyasi trendin bazı
çizgileri var, hafif "liberal etkiler"den bahsetmek dahi mümkün.
Dili, bildik Kürt aydınlarının Marksist dilinden farklı. Türkçeyi
rahat ve güzel kullanıyor. Kelimeleri dikkatle seçiyor, mantıksal
bir tutarlığa önem veriyor. Eleştirilere açık. Diyaloğun,
karşılıklı fikir alışverişinin önemine inandığını ifade ediyor. Son
günlerde tartışmanın tam göbeğinde bir isimsiniz. Uzun zamandır
birçok kesime haksızlık yapıldı. Müslümanlara, Kürtlere, işçilere.
Haksızlıklar hâlâ devam ediyor. Geldiğimiz noktada şunu anlıyoruz:
Sorunlar şiddet kullanarak çözülmüyor. Peki, bu nasıl olacak?
Öneriniz nedir? Bir noktada anlaşmamız lazım: Türkiye ortak
paydamızdır. "Türkiyelilik" ortak payda olursa hepimiz bir arada
oluruz. Bu ortak paydada farklı etnik gruplar, inançlar bir arada
olmalı, ama Türkiye hiçbir etnik gruba veya belli bir inanca
dayanmamalı, hepsini içermeli. Türkiyelilik bir üst kimlik olmalı.
Yani siz Türk, Türkiye veya Türkiyelilik'ten bir rahatsızlık
duymuyorsunuz. Evet, herhangi bir rahatsızlık duymuyorum. Niye
duyayım ki! Ben de bu coğrafyaya aidim. Hiçbir kimlik dışarıda
kalmasa coğrafya bizim ortak paydamız olur. İkinci ortak paydamız,
AB'dir. AB sürecini çok önemsiyorum. Türkiye'nin AB'ye üye
olmasının kime yararı olacak? AB sürecinin zarar görmesi hepimizin
zararınadır. Sağduyulu, serinkanlı olmalıyız. Türkiye, Hakkari ile
Edirne, Şırnak ile Trabzon'la AB'ye girecektir. Türkiye, AB'ye
girerse, bu Ortadoğu'ya barış ve demokrasi olarak yansıyacak.
Batı'da Türkiye'ye karşı hâlâ önyargılar var, bunun farkındayım.
Çatışmalar sürdükçe barış ve diyalog engellenecektir, önyargılar
daha pekişecektir. Bu da bizim Ortadoğu'ya itilmemize yol açabilir.
Ortadoğu'yu küçümsemiyorum. Ancak bölgede çok ciddi bir travma
yaşanıyor. Bu tekrarlanmamalı. Bu sözünü ettiğiniz travmanın
aşılması için ne yapmalı? Travmayı bertaraf etmek için acılara
ortak olmalı. Türkiye Cumhuriyeti'nde var olan kimlikler birbirine
saygı duymalı. Aynı toprağın insanlarıyız. Kurban giden insanların
anne babaları, eşleri bizim insanlarımızdır. Bu düşüncelerle mi
taziye ziyaretine gittiniz? Evet, taziye ziyaretimin sebebi buydu.
Ama bu, hiçbir zaman eylemi yapanın eylemini tasvip ettiğim veya
desteklediğim anlamına gelmez. Bu, eylemciyi haklı görmek değildir.
Bin yıllık geleneğimiz var. Bu acıyı paylaşma geleneğidir. Birileri
bir eylemde bulunabilir ve bu suç olabilir. Fakat yine de bir
kişinin tam olarak suçlu olup olmadığına nihayetinde Allah karar
verir. Suçunun cezasını da O verir. Pekiyi, ambulans gönderme işi?
Ambulansı da bu düşüncelerle gönderdim. Biz belediye hizmeti
veriyoruz. Cenazeleri biz defnederiz. Bu yasal bir zorunluluktur.
Hangi belediye olursa olsun, bunu yapmak zorundadır. Şimdi size
ilginç bir şey söyleyeceğim. Taziyesine gittiğim ailenin bir
çocukları da bir süre önce terhis olmuş askerdir, yani
Mehmetçiktir. Şimdi sorarım size, bu aile bir teröristin ailesi mi,
Mehmetçiğin ailesi mi? Ben hastaneye gidip yaralı polisin elini de
sıktım. Vali beyle 45 dakika birlikte olduk orada. Benim dediğim
şu: Ortak acıları paylaşalım, bu düşmanlıkları, çatışmaları
azaltır. Bu zor bir iştir, ama çok da zor değildir. Ben hiçbir
zaman Türk halkının şoven olduğunu düşünmedim, bana kimse "Türkler
şovendir" dedirtemez. Türk halkının sağduyusuna, hümanizmasına
güveniyorum. Ama kabul edelim ki çok tahribat oldu. Çatışmaların
olmadığı dönemi nasıl görüyorsunuz? Son 5 sene bize çok şey
öğretti. Çatışma olmayınca güven artıyor, demokratik adımlar
atılıyor. Çatışma, dünyayı, olayları ak ve kara diye ikiye
ayırıyor. Ancak ara renkler var. İşi, eli silahlı olanların
inisiyatifinden çıkarmak lazım. Çatışmaların, olayların başlaması
ve artması AB sürecine zarar vermez mi? Belki de bu süreci
baltalamak isteyenler böyle bir şeyi arzu ediyorlar. Ben bu sürecin
provoke edilmemesini istiyorum, bunun için çalışıyorum. Bakın,
Hevsel'de 11 gün tecrit uygulandı. Tam 11 gün boyunca orada
yaşayanlar mahsur kaldı, hastaları hastaneye gidemedi. Bu arada
kent gerildi. Fiskos gazetesi büyük iş gördü, etrafa akla gelmez
fısıltılar yayıldı. Birileri Diyarbakır halkının Hevsel'e
yürümesini, halk ile güvenlik kuvvetlerinin karşı karşıya gelmesini
istedi. Halk ile devlet arasında bir çatışmanın önüne geçtim. Risk
aldım, ama yapmam gereken buydu, bunu yaptım. Halk ile devlet
arasındaki bir çatışmanın önüne geçtiğim için aleyhimde bu kampanya
başlatıldı. Sadece bir yerden değil, polisi hastanede ziyaret
ettiğim için PKK-Kongre Gel tarafından da eleştiriler alıyorum.
Risk aldım. İsteseydim, Antalya'ya tatile giderdim. Sürekli
izleniyorum. Beni devamlı takip eden üç kamera var: JİTEM, MİT ve
Emniyet'in kameraları. Bazen çevremde kamera göremeyince "n'oldu?"
diye kendi kendime soruyorum. Bu konuda hükümetin tutumunu nasıl
görüyorsunuz? Kanaatim şu ki, hükümet gerilim istemiyor, bu
olaylardan hoşnut değil. Ama burada hükümeti aşan bir durum var.
Anladığım kadarıyla hükümet de söz geçiremiyor. Tek başına polisiye
tedbirlerin yetmeyeceğini bilmemiz lazım. Hükümete eleştirim şu: AK
Parti, Özal'dan sonra büyük bir şans yakaladı. Geçen 2 yılı iyi
değerlendiremiyor. Silahsızlandırma politikası izlemiyor. Ben genel
bir aftan söz etmiyorum, ama en azından örgüt militanlarının
topluma kazandırılması yolunda önemli adımlar atılmalıydı. Pekiyi
sorun ne? Kim bu hükümeti dinlemiyenler? Bu süreç sivilleşmeyi
güçlendiriyor. Çatışma gerilimi artırır. Barış ve huzur olunca
bazıları otoritesini kaybediyor. Bu yüzden devamlı bir şekilde
sivilleşmeyi ve demokratikleşmeyi sebep olarak gösteriyorlar. Kuzey
Irak'ta bir Kürt oluşumu veya bir Kürt Devleti'nin Türkiye'yi,
Türkiye'nin Güneydoğusu'nu ciddi anlamda etkileyeceği düşünülüyor.
Sizce bu doğru mu? Türkiye'de yaşayan Kürtler, Güneydoğu bundan
nasıl etkilenir? İlke olarak ben savaşa karşıyım. Bir savaş haklı,
adil ve meşru sebeplere dayanmadıkça olmamalı. Irak olayı
başladığında Türkiye'de savaşa karşı olanlar da, taraftar olanlar
da sorunun merkezine Kürt meselesini yerleştirdiler. Her iki taraf
da savaşla bir Kürt devletinin kurulacağından endişe ettiler. Ve
tabii oradaki Türkmen soydaşlarımız için kaygılandılar. Pekiyi,
Türkmenler bizim soydaşlarımız da Kürtler soydaşlarımız değil mi?
Kürt devleti kurulur endişesiyle savaş yanlıları ve karşı olanlar
fikirlerini medyada açıklarken, bu arada Kürtleri aşağıladılar,
rencide ettiler. Bu da Kürt milliyetçiliğinin güçlenmesine sebep
oldu. Açıkça söylüyorum: Benim için Zaho veya Erbil bir cazibe
merkezi değildir. Diyarbakır bir cazibe merkezi olmalıdır. Bu da
demokrasi ve demokratik hak ve özgürlüklerin tesisiyle mümkün
olabilir ancak. Bu açıdan Kuzey Irak'taki Kürt oluşumlarından
korkmamalıyız. Tam aksine bu Türkiye'ye güç katar. Eğer Türkiye,
Ortadoğu'da barışçı bir inisiyatif almak istiyorsa ve bölgeye dış
güçlerin müdahalesinden rahatsızlık duyuyorsa, Suriye, Irak ve İran
Kürtleriyle dostane ilişkiler kurmalı. Diyarbakır'da görev yapmak
zor mu? Çok zor. Açıkçası Diyarbakır'ın hep sorunlarla öne çıkması
beni rahatsız ediyor. Diyarbakır önemli bir merkez, başka
özellikleriyle öne çıkmalı. Sağlık, tiyatro, kültür, sanat, hizmet
ile. Benim de bu kadar öne çıkmam bölgenin yeterince parlamentoda
temsil edilmemesi dolayısıyladır. Gündemde Yerel Yönetimler Yasası
ve Kamu Reformu Tasarısı var. Ancak, bu yasa ve reform ile yerel
güçlerin ortaya çıkacağı, yerel ve yöresel derebeylikler kurulacağı
iddia ediliyor. Buna katılıyor musunuz? Bu yanlış bir
değerlendirme. Yerel sorunlara sebep politik mülahazalar yol
açıyor. Önemli olan inisiyatifin artırılmasıdır. Halk yerel
derebeyliklere izin vermez. Bir eğilimin bütün bir bölgede güç
kazanacağını beklemek yanlış olur. Bir ilde bir eğilim güç kazanır,
başka bir ilde zayıflar. Mesela İstanbul'un bir ilçesinde DEHAP
kazanır, ama Diyarbakır'ın bir beldesinde AK Parti veya ANAP
kazanır. Çünkü yerel inisiyatif sayesinde çeşitlilik ve rekabet
artar. Çeşitlilik ve rekabet bölünmenin önündeki en önemli
engeldir. Bizim kırmızı çizgimiz bölünmedir. Halk ve Kürt
muhalefeti bölünme istemiyor. Kim bölünme isterse ben onun
karşısında dururum. Demokrasi bölmez, birleştirir, bütünleştirir.
Toplumu sistemli olarak farklılıklara itmemeli, farklılıklar
kutuplaşma ve bölünme sebebi olmamalı. Kürt elitinin belli bir
profili var. Marksist bir dil kullanır. Kürtler Müslüman'dır,
dindardır ve bazı değerleri korumada titizdir. Geleneksel
özellikleri diğerleriyle ortaktır. Fakat Kürt aydını öyle değil.
Farklı bir dünya görüşü, farklı bir tarih felsefesi var.
Yaklaşımında Stalinist çizgiler baskındır. Bilge Kürt aydını bulmak
çok zor. Halkı, geleneksel özellikleri, tarihsel birikimi ve
inançlarıyla temsil eden bir aydın tipi yok. Bu açıdan halka
yabancıdır. Sanki Kürt milliyetçileri adım adım Türk
milliyetçilerini -özellikle 1930'ların milliyetçi konseptini-
izliyor. Tarihsel örneklerden biliyoruz ki, her yerde muhalefet bir
süre sonra iktidara dönüşür. Açık ki, Cumhuriyet'in kurucu kadrosu
askerlerdi. Hâlâ da askerler etkindirler. Bunun Kürt milliyetçileri
üzerinde bir yansıması var. Cumhuriyet elitinin bir izdüşümü Kürt
elitidir. Askeri çözümler bu yüzden etkindir. Yönetmek bir sanat,
bir erdemdir. Erdemli yönetim halkına zulmetmez, kin beslemez.
Bilgelik budur. Son 15 sene içinde yaşananlardan sonra ordu kendini
ispatlamıştır, tamam, çatışmalarda üstün gelmiştir. Ama artık daha
fazlası zararlıdır. Herkeste silahsızlanma isteği var. Hepimizin
kusurları olmuştur. Belki artık "Evet, bizim de kusurumuz oldu,
mesela köy yaktık, gözaltında insanlar kayboldu, işkence oldu vs.."
denebilir. Hani dendiği gibi "Hiçbirimiz masum değiliz." Herkes bir
özeleştiri yapmalıdır. Belli ki bu sorun polisiye tedbirlerle
çözülemiyor. Ekonomik, hukuki, idari tedbirler de almalı. Sorun bu
tedbirlere inanmak ve halk ile devleti birleştirecek yöneticileri
bulup çıkarmak. Ben kendimi öyle görüyorum. Belediye başkanları ile
valilerin birlikte çalışması lazım. Bölgede 15 yıl boyunca
yoksullaştırma politikası izlendi. Halk çok fakir yüzde 70'i işsiz.
Buna projelerle cevap vermeliyiz. İstanbul bir dünya kentidir,
doğru. Bölgelere, illere yardım yapılırken, ödenen vergi esas
alınıyor. Diyarbakır az vergi öder diye az yardım alıyor. Ama
Diyarbakır'da iş yok, üretim yok. İnsanlar nereden vergi ödeyecek?
Bir başka husus, Diyarbakır'dan kaynak toplanıyor, büyük şehirlerde
kullanılıyor. Diyarbakır'daki birçok şirketin merkezi büyük
şehirlerde. Yani kaynak aktarımından elde edilen vergi başka
yerlere yazılıyor. Eğer İstanbul'daki sokak çocuklarına çözüm
arıyorsak, bunun çözümü Diyarbakır'dadır. Mesela İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Diyarbakır'a gelsin, ortak çalışmalar
yapalım, somut bir proje olarak Çocuk Rehabilitasyon Merkezi'ni
birlikte kuralım. Bunu Sayın Kadir Topbaş'a teklif edeceğim.