Hepinize tanıdık gelecek yazdıklarım, çünkü hepimiz başkalarının
seveceği, başkalarının saygı duyacağını sandığımız hayatları
yaşıyoruz, eğer kendi hayatını yaşamayı seçmiş varsa aranızda, çok
şanslı olduğunu unutmasın demek isterim, bizler, daha çocukken anne
babalarımızın doğrularıyla büyüdük, çevre o kadar önemliydi ki, bir
şeyi isterken aynı onların istediği gibi istedik.
Azı karar, çoğu zarar dedik!
Okumak mesela, üniversiteye gitmek, ailen seninle gurur duysun
diye, "elalem" senin hakkında "okumuş" desin diye var gücümüzle
hazırlandık sınavlara, hiç bize göre olmayan mesleklere…
"Devlete kapağı atmak" diye bir deyim vardı eskilerde, devlet
memuru olursan, elin ekmek tutardı, erkek için en güzel meslek
buydu tabi bayanlar için de öyle…
Kızlar ya hemşire olmalıydı, ya öğretmen, zaten öyle olurlarsa yine
devlet memuru bir eş bulurlardı kendilerine.
Bu kadardı hayaller, ama kendimize ait değil de başkalarının
dayattığı gerçekler!
Eğer şanslı gruptansanız, okudunuz, bir meslek sahibi oldunuz,
birkaç yıl çalıştıktan sonra bir şeyler sizi rahatsız etmeye
başladı, fark ettiniz ki, siz farklısınız, mesleğin sizden
beklentileri, sizi yapmaya çalıştığı kişi farklı ama
bırakamazsınız, çünkü para kazanmak zorundasınız!
Hem "Ben bu işi sevmiyorum" diye işten çıkmak olur mu, anne üzülür,
baba üzülür, "elalem" ne der?
İşte başladı hayat yokuşundaki engeller!
Diyelim devlet memurusunuz, kadın ya da erkek farketmez, anneniz
veya teyzeniz size bir "nasip" buldu, hem de devlet memuru!
Tanıştınız, eli ayağı düzgündü, işi vardı, evlendiniz, biraz zaman
geçti, baktınız adam ya da kadın sizin hayatı paylaşacağınız,
zamanınızı birlikte geçirmek için can atacağınız kadının/adamın
ayarında değil, içinizden çekip gitmek gelir, üstüne bir de
bebeğiniz olmuştur, "Çocuk için katlanıyorum" dersiniz, ama
mutsuzluk sizi kemirir durur, bilemezsiniz, aklınızdan her
geçtiğinde bu mutsuz evliliği bitirmek, egonuz konuşmaya başlar
sizinle; ama anne üzülür, baba üzülür, "elalem" ne der?
Hem dul olmak kolay mı?
Öyle ya mutsuz olmak daha kolay sanki!
Mutsuz olmayı seçmeyi öğretmişlerdi bize aslında, tıpkı kendi
seçimleri gibi…
Başka bir örnek, evlendiniz, aradan on beş yirmi yıl geçti, iki üç
çocuğunuz oldu. çocuklarınız üniversiteyi bile bitirdi, meslek
sahibi oldular, siz zorlayabildiğiniz kadar zorladınız, "yürütmeye"
çalıştınız, iki taraf da kendince haklı sebeplerle mutsuz ama bu
evliliği bitiremiyor, neden? Anne üzülür, baba üzülür, hem bu
yaştan sonra boşanılır mı, çocuklar etkilenir!
Kazık kadar çocuk bundan etkileniyorsa yetiştirememişsin
demektir!
Biraz da gençlere gelelim, koca bir yıl belli bir puan için
çalışan, dershanelerde dirsek çürüten gençler, sıra üniversite
seçimine geldiğinde öncelikle anne babanın istediği mesleği seçmek
zorunda olduğu kadar aynı şehirde bir üniversite de okumak zorunda!
Herkes büyük şehirde yaşamadığına göre, ve birçok üniversitede bazı
bölümler olmadığına göre yine istemediği bölüme gidecek mutsuz bir
nesil peşimizden gelmekte…
Evet, dediğim gibi bu yazıda herkes kendinden bir şeyler bulacak,
seçtiği hayatın kendine ait olmadığını, yanındaki
kadının/adamın hayatı paylaşmak istediği kişi olmadığını, yaptığı
işi sevmediğini ama bırakamadığını itiraf edecek
kendisine…
Ama yetmez, bu hayat senin, dilediğince, dilediğinle
yaşamalı, sevdiğin işi yapmalısın.
Hayat öyle herkesle paylaşılacak kadar basit bir şey değildir,
gerçekten paylaşmak istediğinle paylaşacaksın! Kendi hayatını
yaşamak cesaret gerektirir, herkesin kolay kolay üstesinden
gelebileceği birşey değildir biliyorum ama, "elalem ne der" diye de
yaşanmaz ki şu üç günlük dünyada…