Basına baskı aracı tartışması: Akreditasyon
Abone olSinan Onuş, sarı kartı ve akreditasyonu olmasına rağmen devlet faaliyetlerini izleyemeyen gazetecilerden yola çıkarak, Türkiye'de basın özgürlüğü önündeki engellerin yaygınlaşıp yaygınlaşmadığını araştırdı.
Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü önündeki engeller giderek
yaygınlaşıyor mu?
12 gazeteci örgütünün bir araya geldiği G-9 Gazeteciler Platformu, önceki gün yaptığı ortak basın açıklamasında bunun böyle olduğunu savunurken, "Hükümet, sürekli yeni baskı uygulamalarını devreye sokarak basın üzerindeki kısıtlamaları yaygınlaştırmaktadır" görüşünü dile getirdi.
G9 Gazeteciler Platformu’nu harekete geçiren olay, 3 Kasım Pazartesi günü yaşandı. Bazı medya gruplarına bağlı kurumlarda çalışan gazeteciler, hem kurumsal akreditasyonlarının hem de Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından verilen sarı basın kartlarına sahip olmalarına karşın devlet kurumlarındaki faaliyetleri izleyemedi.
Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise bu uygulamanın hangi hukuki temele dayandığı ya da hangi idari tasarrufla yaşama geçirildiğini net olarak açıklayamadı.
G9 Gazeteciler Platformu, “Bu durum, uygulamanın keyfi bir
karara dayandığını, ucunun açık olduğunu ve eleştirel haber ya da
yorum sahipleri ve bağlı bulundukları kurumların benzer şekilde
cezalandırılabileceğini göstermektedir” dedi.
'Özel ve istisnai durum'
BBC Türkçe, iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) gazeteci kökenli Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’a, basına uygulanan "sansürü" sordu.
Tayyar, "Öz itibariyle akreditasyon uygulamasına hep karşı çıktım. Hiçbir zaman bunu doğru bulmadım. Ancak burada özel ve istisnai bir durum var" dedi.
İstisnai durumu ise "Maalesef bazı yayın organları evrensel basın kriterlerine göre gazetecilik faaliyeti icra etmek yerine alternatif bir devlet yapılanması içinde hareket eden bir çetenin hamisi gibi hareket ettiği için, devletin kendisini korumaya almak istemesi doğal diye düşünüyorum" diye açıkladı.
28 Şubat sürecinde "muhafazakâr" olarak adlandırılan kimi yayın organlarına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) uyguladığı "ambargoyu" ve buna karşı kendilerinin verdiği tepkiyi anımsattığımız Tayyar, o günkü durum ile bugünkü durum arasında "temel bir fark" olduğunu savundu.
Tayyar, "TSK, siyaset üzerinde bir vesayet oluşturmuştu. Halbuki o yayın organlarının, TSK’yı tasfiye edip yerine yeni bir ordu, yeni bir rejim kurmak kaygısı, derdi söz konusu değildi. İkisi arasında bu yönüyle temel bir fark olduğunu düşünüyorum" dedi.
'Orada ince nüans var'
AKP’nin "akreditasyon" benzeri uygulamaları sadece devlet kurumlarında ya da Fethullah Gülen hareketine yakınlığıyla bilinen gazetelere uygulanmıyor. Partisinin faaliyetlerinde de özellikle Evrensel, BirGün, Aydınlık, Sözcü, Yurt gibi "muhalif" basının takibine izin verilmiyor.
Şamil Tayyar, "Orada da ince bir nüans var. Mesela Özgür Gündem gazetesi kağıt üzerinde baktığınızda bir gazete olarak gözüküyor ama herkes biliyor ki PKK’nın yayın organı olarak faaliyet gösteriyor. Neredeyse her gün bir terör örgütü olan IŞİD’i, AK Parti’nin bir kolu gibi gösteriyor. Bu, gazetecilik faaliyeti değil. Eğer biz, evrensel insan hakları, hak hukuk perspektifinden bakıyorsak yapılan işe gazetecilik diyemeyiz" ifadesini kullandı.
Sözcü gazetesinin de haberlerine "Tayyip" diye başladığını öne süren Tayyar, "Her gün hakaret, iftira. Bunun hangisine gazetecilik diyeceğiz?” dedi.
'MHP de bizi çağırmıyordu'
Muhalif basının dilini eleştirirken hükümete yakınlığıyla bilinen Akit gazetesini ve haberlere yönelik eleştirileri anımsattığımız Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, "Akit gazetesiyle ilgili ağırlıklı iddia, manşetlerinin ve gazetede kullanılan dilin biraz ağır olduğu yönünde. Bu, basın meslek ahlakına göre eleştirilebilir, tartışılabilir. Ama bunun üzerinden başka bir yorum yapmak haksızlık olur diye düşünüyorum" şeklinde konuştu.
"O zaman Sözcü’nün manşetlerini de eleştirebiliriz ama onu akredite etmemek çelişki değil mi?" şeklindeki soruya Tayyar, Star gazetesinin Ankara temsilcisi olarak görev yaptığı sırada yaşadıklarını anlatarak yanıt verdi. O tarihte Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Star gazetesini toplantılara çağırmadığını söyledi.
Buna rağmen Tayyar, "Türkiye çok kritik bir evreden geçiyor. Bugün CHP de, MHP de iktidara yakın olduğunu düşündüğü gazetelere akreditasyon uyguluyor. Adı konmamış kısmi bir kutuplaşma var. Bu durum çok sağlıklı değil. Burada hem siyasi partilerin hem de yayın organlarının kendilerine çeki düzen vermesi gerekiyor. Siyasetçi hata yaptığı zaman bir bedel ödüyor. Sandıkta, vatandaşla mahsuplaşıyor ama gazetecinin ve yayın kuruluşlarının böyle bir mahsuplaşması yok. Yalan yazıyorsun, yanına kâr kalıyor" ifadesini kullandı.
Keneş: Akreditasyon değil sansür
Today’s Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, kendilerinin kimi haberleri ajanslardan takip etme olanağı olduğu için akreditasyon uygulamasından çok etkilenmediklerini ama bazı haberleri sorma ve sorgulama imkanlarının "ellerinden alındığını" ifade etti.
Keneş, abonelerine haber iletme yükümlülüğü olan Cihan Haber Ajansı’nın ise uygulamadan oldukça etkilendiğini söyledi.
Bu nedenle Cihan Haber Ajansı ve Samanyolu TV’nin suç duyurusunda bulunduğunu kaydeden Keneş, dava açma sürecini başlattıklarını aktardı.
Keneş, "Türkiye’de her despotik döneminin muktedirleri bu tür uygulamalar yapıyor. Yakın tarihe kadar Türkiye’deki iktidar odağı, TSK merkezli bir yapılanmaydı. 2011-2012’ye kadar yine Bugün, Zaman, Today’s Zaman, Samanyolu, Cihan Haber Ajansı gibi gazete ve TV’ler yasaklıydı" şeklinde konuştu.
Bu uygulamaya "akreditasyon" demenin de yanlış olduğunu savunan Keneş, "Akreditasyon denildiği zaman insanlar, uluslararası etkinlikler ya da başka ülkelerdeki belirli düzenlemeleri de anlayabiliyor. Türkiye’deki uygulama bu değil. Bu, bildiğiniz sansür" diye konuştu.