Basın danışmanları ne işe yarar?
Abone olBasın danışmanlarının asli görevinin "patronlarının adını daha fazla duyurmaktan sorumlu" olmaktan ibaret olduğuna dikkat çeken Dumanlı'dan kuşatıcı tespitler:
Türkiye ölçeğinde 'medya-siyaset ilişkileri'nini masaya yatıran
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, iki yapının da
birbirini 'olumsuz' bir eksende beslediğine dikkat çekti. Dumanlı,
başlıklı yazısında geçenlerde Silivri'de meydana gelen olaydan
hareketle genel sıkıntıları dile getiren kuşatıcı bir analiz
yaptı:
- Medya-siyaset ilişkisi genellikle medya merkeze alınarak
düşünülür. O yüzden yazılanlar, "medya eleştirisi" çerçevesinde
kalır, hatta çoğu zaman dile getirilenler, "klasik eleştiriler"
hanesine kaydedilir.
Medyadan hareketle siyasetin masaya yatırılması ve medyanın kendine
çekidüzen vermesinin istenmesi doğru bir yaklaşımdır; ancak
hadiseye bir de siyasetten medyaya doğru yaklaşmak gerekiyor.
Medya-siyaset ilişkisi bir türlü düzelmiyor. Çünkü ne medya doğru
bir yer tutuyor ne siyaset. Özellikle siyasetin beklentisi, ilişki
biçimi ve konumlanışı üzerinde durmak gerekiyor. Geçen hafta çok
ilginç bir olay yaşandı. İstanbul'un yanı başında (Silivri'de) bir
gazeteci, yaydığı dedikodularla ortalığı birbirine katıyordu.
Aslında konunun fark edilişi ile kaleme alınışı arasında yaklaşık
bir yıl var.
Geçen yıl Silivri'den gelen bir haber, İstanbul sayfamızda yer
aldı. Alınan bilgiye göre kaymakam bey kalp krizi geçirmişti.
Silivri'deki anlaşmalı muhabir arayıp "Bu haberi ben geçmedim,
bilgi doğru değil" deyince gerçek ortaya çıktı. Bilgisayar
konusunda hayli mahir bir "gazeteci", meslektaşının, e-mailini
kullanarak yanlış bilgi geçmişti. Sonra öğrenildi ki bahsi geçen
şahıs, bilgisayar becerisi sayesinde şehre adeta korku salmış.
Yaydığı dedikoduların bazı köşe yazılarında bile kullanıldığını
gören kişi, geçen hafta internet sitelerini de fena yanılttı.
Belediye Başkanı Hüseyin Turan, internet ortamında yaptığı
çalışmalardan dolayı ödül almak üzereyken, sanal âlemin diline
düşüverdi. İddiaya göre başkan, yasak ilişki yaşıyordu. Pantolonunu
çıkarırken çekilmiş bir fotoğraf sitelerde dolaşmaya başlayınca
olayın aslı araştırıldı. Meğer fotoğraf, halı saha maçı için
gidilen bir tesiste cep telefonuyla çekilmişti.
Karşımıza alacağımıza danışman yapalım
Olayın biraz daha üzerine gidilince anlaşıldı ki benzer hadiseler
saymakla bitmiyor. Ne var ki herkes bu işi biliyor; ancak ismini
vermekten kaçınıyordu. Zaman, ulaşabildiği bilgileri tek tek
sıraladı. Hiç kimse "yerel gazeteci"nin ismini veremeyince, Zaman
haberi isimsiz yayınladı. Cuma günü Hürriyet konuyu sürmanşetine
taşıdı. Üstelik hem gazetecinin ismini verdi, hem resmini bastı.
"Silivri'nin yedi bela Cem'i" diye tanıtılan kişi Cem Güner'di;
yani ismini anmaktan herkesin çekindiği kişi...
Bu olayın ciddi araştırılması gerekiyordu. Kendini gazeteci olarak
tanıtan bir insanın bu kadar büyük bir skandalın içinde yer alması
gerçekten üzücü. İddialar kadar korkunun da üzerinde durmak
gerekiyor.
Silivri'de yaşanan hadisenin detayında zikredilen bir cümlenin
altını çizmekte fayda var. Başkan suçlamaları reddetmek için diyor
ki: "Bu resmi çeken bir gazeteci. Seçim döneminde partili
arkadaşlarımızın tavsiyesiyle 'karşımızda olmasındansa yanımızda
olması daha iyi' önerisiyle onu danışmanımız yaptık. Seçimlerden
önce bir halı saha maçına gittik. Soyunma odasında fotoğraf
makinesi elindeydi..."
İşte bu noktada durup derinden derine düşünmek şart! Başkan, canı
yanmış bir insanın masumiyetiyle ilginç bir ayrıntı veriyor. Bazı
partililerin "karşımızda olmasındansa yanımızda olması daha iyi"
önerisi kabul görmüş ki Güner, Başkan'a "danışmanlık" yapmış.
Siyaset-medya ilişkisinin algılanma biçimlerinden sadece birini ele
veriyor bu olay. Türkiye'de siyasetçi, medya mensubu ile temasında
sıkıntı yaşıyor. Hadiseye ya "şerrinden emin olmak" şeklinden
taltifler yaparak yaklaşıyor; ya da "gel benim propagandamı yap"
şeklinde. İkisi de yanlış! Medya, siyasetçinin ne avukatıdır ne
savcısı.
Beklentiler yanlış olunca
Bir de şöyle düşünelim: Ülkeyi yönetmeye talip olmuş siyaset,
basının sunduğu doğru bilgi ve sağlıklı analizlerden yararlanmak
istiyor. Ve basın, büyük bir sorumluluk duygusu içinde doğruları
eğip bükmeden naklediyor. Yorumlardaki hakkaniyet ve yol
göstericilik, hem halkın nabzını tutuyor, hem devleti yönetenlere
rehber oluyor. Bütün bu işler olurken, herkes kendi görevini, kendi
sınırları içinde yapıyor.
Türkiye'nin böyle bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu halde, siyasetçinin
medyadan, medyanın siyasetçiden beklentisi farklı. Siyasetçi
istiyor ki hep lehinde yazılsın, hatta hep alkış tutulsun
kendisine. Haber ile propaganda arasındaki fark o kadar yok
sayılıyor ki, partinin yayın organı olan gazetelerden bile kendi
politikacıları hoşnut olmuyor. Daha fazla propagandanın sonu yok
çünkü.
Oysa siyasetçi, halüsinasyona sebep olacak övgülerden korkmalı.
Biri kendini mütemadiyen alkışlıyorsa yüreği ağzına gelmeli. Dünya
siyaset tarihi, şakşakçıların sebep olduğu çöküşler destanıyla
doludur. Siyasetçileri ayakta tutan, her halükarda dürüstlüğünü
koruyan; doğruları alkışlayan, yanlışları dile getiren insanlardır.
Çoğu kez bu insanların (bazen de kurumların) kıymeti, olayların
sıcaklığı arasında hissedilmez; hatta "çok dik ve gereksiz
konuşuyor" nevinden ağır tenkitlere de maruz kalınır. Ne var ki
siyasetçinin gerçek dostu, doğru özlü, doğru sözlü insanlardır.
Basın için de bu geçerlidir...
Siyasetçinin okuduklarından istifade etmek istemesi için basının da
doğru bir yerde, doğru bir kimlikle görevini yapması gerekiyor.
Medyanın kötü niyetli olduğu ya da menfaat gözettiğine dair bir
kuşku söz konusu olursa, ne medya asli görevini ifa edebilir ne
siyaset.
Basın, denetim görevi ile yol gösterme misyonunu gerçekleştirmek
için doğru bilgi, hakperest haber, zengin yorum özelliğine sahip
olmak zorundadır. Yanlışlara gözünü kapayamaz. Hadiselere yandaş ya
da karşıt refleksiyle yaklaşamaz. Bireye ya da ülkeye zarar
verdiğini düşündüğü gelişmeleri kamuoyuna duyurur.
Siyaset, eleştirilerden ders çıkarma sanatıdır. İyi bir politikacı
(iyi bir parti) dinlemeyi, konuşmaya tercih eder. Başka bir
deyişle, konuştuğunun iki mislini dinler siyasetçi. Böylece hem
nabız tutar, hem değişik düşüncelerden kendine uygun sentezler
çıkarır.
Medya öncü görevini üstlenmek zorunda
Bizde hemen her siyasetçinin "basın danışmanı" vardır. Maalesef bu
kişilerin çoğu kendini, patronlarının adını daha fazla duyurmaktan
sorumlu sanıyor. Bu kişiler çoğunlukla gazete kupürleri toplar,
basın bülteni geçer vs... Bazı tanışma toplantıları ve davetleri de
bu kişiler ayarlar. Bu işleri yapacak bürokratlara da ihtiyaç
vardır belki; ancak asıl yapılacak şey, siyasetçinin şahsi ya da
kurumsal vizyonuna katkıda bulunacak yeni bir yapı
oluşturmaktır.
Siyasetin basından doğru bir şekilde istifade edebilmesi için
medyanın kendine çekidüzen vermesi gerekiyor. Siyasetle kirli
ilişkiye girdiğine dair küçük bir şüphe bile güvenilirliğe gölge
düşürecektir. Kuşkusuz "medya siyasetin emrine girsin" denilmiyor.
Tam aksine, medya, gücünü kendi bağımsızlığından alsın, siyasetten
beklentisi olmasın; dolayısıyla kendi işini gürül gürül yapsın.
Kendi işini yaparken ortaya koyduğu dürüstlük, siyasetçinin
gazetede yer alan haber ve analizlerden yararlanmasına sebep
olacaktır. Yalandan, iftiradan, haksızlıktan arınmış basının ülke
gerçeğini resmetmesi ve çıkış yolları önermesi hiç kimseyi rahatsız
etmez; etmemeli. Bu ülkede çıtanın yükseltilmesi gerekiyor; tabii
ki bu işe öncülük edenler arasında medyanın kendine önemli bir yer
bulması da. Seviye yükselince geriye siyasetçinin zihnî değişimi
kalır; ki rüştünü her gün ispat eden medyanın ağırlığı siyasetçiyi
de bu köklü değişime zorlar. Çok rahatlıkla iddia edilebilir ki,
siyaset-medya ilişkisi ne kadar sağlıklı bir zemine çekilirse, bu
ülke o kadar büyük mesafe alır...
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: