Başbuğ savcılara ateş püskürdü
Abone olErgenekon'da müebbet istenen İlker Başbuğ mütalaadaki savcı iddialarına tepki gösterdi.
Hakkında müebbet
istenen Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ üçüncü
mektubunu yayınlayarak iddialara ateş püskürdü.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ergenekon'da savcının
mütalaasındaki iddialarla ilgili, "Böyle bir iddiayı ileri
sürebilmek için insanın; Türk ordusunu hiç tanımaması, anlamaması,
Türk ordusunu başka kuruluş ve yapılarla karıştırması gerekir. Bu
iddia ile Türk milletinin aklıyla alay edilmektedir"
dedi.
Genelkurmay eski Başkanı, emekli Orgeneral İlker
Başbuğ, Ergenekon Davası savcısının
mütalaasına karşı üçüncü mektubunu gönderdi;
yaptığı basın açıklamalarıyla Ergenekon terör örgütüne yönelik
soruşturma ve kovuşturmaları etkilemeye çalıştığı iddialarını
reddetti.
Başbuğ, "Bu iddia çirkindir, ağırdır" dedi. Başbuğ, Oruç Reis Fırkateyni'ndeki açıklamasını hatırlattı; orayı seçmesinin Deniz Kuvvetleri'ne karşı yürütülen asimetrik psikolojik harekata ilişkin olduğunu söyledi.
İşte ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen İlker Başbuğ'un "Türk milletine savunma -3" başlığıyla yaptığı o yazısılı açıklaması:
"TÜRK MİLLETİNİN AKLI İLE ALAY
EDİLMEKTE.."
"Savcılara göre, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızan
ve ilerleyerek Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanlığına, örgütte de
üst düzey yöneticiliğe yükselen, 26'ncı Genelkurmay Başkanı'na
yöneltilen diğer bir suçlama ise şöyledir (Mütalaa
sh:2038):
'Örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları
ve değişik faaliyetlerle, devam eden Ergenekon Terör
Örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek
amacıyla alenen sözlü ve yazılı beyanlarda bulunmak...'
Böyle bir iddiayı ileri sürebilmek için insanın; Türk Ordusunu hiç tanımaması, anlamaması, Türk Ordusunu başka kuruluş ve yapılarla karıştırması gerekir. Bu iddia çirkindir, ağırdır. Bu iddia ile, Türk Milletinin aklı ile alay edilmekte, binlerce yıl geçmişi olan devlet anlayışı da yerle bir edilmektedir.
SOMUT DELİLLER
NEREDE?
Bazı savcılar, böyle bir durumun olabileceğini çeşitli nedenlerle
düşünebilirler. Ancak, bu düşündüklerini bir hukuki belgeye yazma
noktasına gelmişlerse, bir hukuk devletinin gereği olarak,
yazdıklarının dayandığı somut delilleri de ortaya koymak
zorundadırlar.
En azından şunu söylemeleri gerekir; 26. Genelkurmay Başkanı bir türlü somut olarak ortaya konulamayan örgütün amaçları doğrultusunda bu şekilde hareket etme talimatını kimden, ne zaman, nerede, nasıl almıştır?
Mütalaada iddia edilen örgüte ilişkin hiçbir yapılanma bilgisi olmadığı gibi, elbette bu soruya cevap olarak da hiçbir şey yoktur.
Mütalaada, savcılara göre suç unsuru teşkil edebilecek iması yapılan özellikle arz eden bir iki örneğe ağırlık verilmektedir.
"TRABZON'DAKİ KONUŞMAMDA DELİL
SAYILABİLECEK BİR ŞEY YOK"
Bunlardan birincisi, 17 Aralık 2009 günü
Trabzon'da yapılan konuşmadır. Bu konuşmadan sadece şu cümle
alınmıştır:
'TSK'ye karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekata değinmek için, özelikle Oruç Reis Fırkateyni'ni seçtim, bunun özel bir anlamı vardır, herhalde bunu herkes açıkça ne demek istediğimi de anlamaktadır.'
Ceza Muhakemesi Kanunun 160. maddesine göre, savcılar hem lehte hem de aleyhte olan delilleri toplamakla sorumludurlar. Ama, maalesef bu hukuki sorumluluğun yerine getirildiğine dair, mütalaada hiçbir şey yoktur. Savcılar, eğer Trabzon konuşmasına CMK'nın 160. maddesine göre baksalardı, ne kadar anlamsız bir işle uğraştıklarını kolaylıkla görebilirlerdi.
Konuşmada söylediklerim:
'Son zamanlarda artan toplumsal olaylarda şiddete başvurulduğunu görmekteyiz. Bu olaylar hiçbir şekilde kabul edilemez. Herkes itidal ile hareket etmelidir. Toplumsal çatışma hiç kimseye ve ülkemize fayda sağlamaz.Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekata ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum. Ciddi hukuk devletinde imalı konuşmalara, dedikodulara yer yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne haksız yere her gün gündemde tutarak, gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı, önyargılı olacak bazı çevreler tarafından asimetrik psikolojik harekat yürütülmektedir. Adli Makamlar, ihbar mektuplarına özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadeler karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidir.Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, hiçbir zaman hataları örtme, suçluları koruma durumu olmamıştır. Gün, birlik, beraberlik ve bütünlük günüdür.'
Bu ifadelerde, ne hükümet aleyhine söylenmiş bir söz, ne de yargılamayı etkilemeye yönelik bir söz vardır. Aksine, itidal, duyarlı ve dikkatli hareket edilmesine tavsiye ve işbirliği önerisi vardır.
"ADI GEÇEN PERSONEL ADETA MAHKUM
EDİLDİ"
Deniz Kuvvetleri personeline yönelik "Kafes eylem planı" ile ilgili
soruşturmaya 5 Kasım 2009 günü başlanılmıştır. 19 Kasım günü de,
gizlilik yine ihlal edilerek, bir gazete de kod adı Kafes manşeti
ile soruşturmaya ait haberler sayfa sayfa yayınlanarak adı geçen
personel adeta mahkum edilmiştir. 29 Kasım günü kadar geçen sürede
de 29 Deniz Kuvvetleri personeli Poyrazköy davası nedeniyle ifadeye
çağrılmıştır. Bu olayların Deniz Kuvvetleri personeli üzerinde
olumsuz etkiler yarattığı ortadadır. Bu durumlara karşı bir
Genelkurmay Başkanının sessiz kalması düşünülemez. O komutasında,
Oruç Reis Fırkateyninde, 17 Aralık günü bir konuşma yapmasından da
daha doğal bir şey olamaz. Burada esas doğal olmayan, isyan
edilmesi gereken diğer olaylar vardır. Soruşturma safhasında,
insanların teşhis edilmesi, aşağılanması ve yargısız infaz
edilmelerine karşı ısrarla durmamıza rağmen, savcılar ne
yapmışlardır?
"ONURLU, ŞEREFLİ TÜRK SUBAYI
DAYANAMADI, İNTİHAR ETTİ"
Deniz Öğretmen Yarbay Ali Tatar, 5 Aralık'ta
tutuklanmış, 16 Aralık'ta ise serbest bırakılmıştır. İşin garibi;
Trabzon konuşmasından bir gün sonra 18 Aralık'ta hakkında tekrar
yakalama kararı çıkartılmıştır. Kendilerine yöneltilen suçlamalar
arasında iddia edilen, kamuoyuna o şekilde yansıtılan,
"amirallere suikast" davası da vardır. Böyle ağır
bir ithamı kabullenemeyen, onurlu, şerefli Türk Subayı Ali Tatar
intihar etmiştir. Geçtiğimiz günlerde ise, bu davayı yürüten
Mahkemenin "amirallere suikast diye bir dava yoktur" dediği basında
yer aldı.
"SAVCILAR BU İŞLENEN İNSANLIK SUÇU
KARŞISINDA NE YAPMIŞLARDIR"
Şimdi soruyorum, savcılar bu işlenen insanlık suçu karşısında ne
yapmışlardır? Ne düşünüyorlardır? Mütalaada yer alan, suç unsuru
olarak görülmeye çalışılan ikinci konu ise; bir gazetede yer alan
röportajdır. Savcılar röportajdan şu kısmı almışlardır: 'Ama işte
bunlar sabrı taşırıyor. Bütün bunlar benim askerimin moralini
bozuyor. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım.'
"BEN BUGÜN DE BU SÖZLERİMİN
ARKASINDAYIM"
11 Şubat 2010'da yapılan röportajda şu konulara
değindim:
'Deniz Kuvvetleri sürekli gündemde. Kendi Komutanına suikast yapmayı planlayan bir yapı olur mu? Deniz Kuvvetleri üzerinde ciddi bir karalama kampanyası var. Aşırı maksatlı. 5. İddianamede suikast suçlamasına yönelik ceza istenilmesi var mı? Yok. Aylarca suikast diye bağırdılar. Yokmuş, yeter yahu. Karadeniz'in önemi gittikçe artıyor. Doğu Akdeniz'deki zaten malum. Denizler önemli: Benim kaygım yok. Deniz Kuvvetlerimiz çok güçlü. Modern. Ama, son olaylarda Deniz Kuvvetlerindeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var. Hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor. Askerin morali sadece benim sorunum değildir. Bu ülkenin sorunudur. Morali bozuk bir Ordu, ülkenin sorunudur. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım.'
Evet, ben bugün de bu sözlerimin arkasındayım. Genelkurmay Başkanlığı görevinden ayrıldığım son dakikaya kadar, yetki ve sorumluluklarım çerçevesinde haksızlıklara karşı mücadele ettim, bu yapılanlara karşı hiçbir zaman sessiz kalmadım. Bu benim, Türk Ordusuna komuta eden bir Komutan olarak görevimdi, sorumluluğumdu. Aksini düşünenlere şaşarım.
"İKİ İDDİA DA
TEMELSİZDİR"
Savcılara göre yapılan bu konuşmalarla iki suç işlenmiştir.
Birincisi, Ergenekon Terör Örgütüne yönelik
soruşturma ve kovuşturmalar etkilenmek istenilmiştir. İkincisi,
böylece devlet yöneticileri baskı altına alınmaya çalışılmıştır.
Konuşmalar ortada. İki iddia da temelsizdir. Ama hala bu konuda
ısrar edilmek isteniliyorsa, şu sorulara cevap verilmesi
gerekir.
Eğer bu konuşmalarda savcıların düşündüğü gibi iddia edilen suçlar işlenmiş ise, konuşmaların akabinde neden ilgililer tarafından gerekli yasal yaptırımlara başvurulmamıştır. Çünkü, bu konuşmalar doğrudan kamuoyuna aksetmiş, aleni şekilde yapılan konuşmalardır. Neredeyse 4 sene geçtikten sonra belirli amaç bu konuşmalara dört elle sarılmaya çalışmak, bir hukuk devletinde olacak bir şey değildir.