Başbakan’dan beklentisini açıkladı
Abone olMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Başbakan’dan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını reddederek aynen iade etmesini, millet nam ve he...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Başbakan’dan Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin kararını reddederek aynen iade etmesini,
millet nam ve hesabına istiyor ve bunun da takipçisi olacağımızı
tüm taraflara bildiriyorum” dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin Meclis’teki grup
toplantısında yaptığı konuşmada, yarın 14 Mayıs Dünya Çiftçiler
Günü’nü kutlanacağını belirterek, “Buna bağlı olarak çiftçilerimiz
bu anlamlı günde ağırlaşan sorunlarını, ihtiyaç ve beklentilerini
seslendireceklerdir. Türkiye esasta bir tarım ülkesidir. Fakat
tarım sektörünün potansiyel gücü bir türlü arzulanan seviyelere
gelmemiş, bir türlü istenilen düzeye tutunamamıştır. Bunun
gerisinde birçok neden ve faktörün olduğu aklı başında herkesin
malumudur. Biliyoruz ki, çiftçilerimiz nice külfete, nice zorluğa
katlanmaktır. AKP hükümeti 12 yıldır Türk çiftçisine yüz
çevirmiştir. Darlık ve kıtlık tüm çiftçilerimizi vurmuştur. Girdi
fiyatlarındaki fahiş zam ve vergiler çiftçilerimizi mağdur
etmiştir. KDV ve ÖTV nedeniyle dünyanın en pahalı mazotunu
kullanmak çiftçilerimiz için eziyete dönmüştür. AKP iktidarları
döneminde mazottaki fiyat artışı yüzde 300’ü bulmuştur. Bunun
yanında gübre ateş pahası, elektrik bedelleri, tohum ve ilaç
faturaları dayanılmaz noktadadır. Çiftçilerimiz sürekli kan
kaybetmektedir. Köylerimize hüzün çökmüştür. Tarlasına bir yanda
ümit eken, diğer yanda çile kaldıran çiftçilerimizin feryat ve
şikayetleri hiç duyulmamaktadır. Şu üzücü tabloya bakınız ki,
çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası’na
birikmiş borçları 25 milyar lirayı bulmuş, hatta geçmiştir. Son 12
yılda çiftçi borçları yaklaşık 80 kat artırmıştır“ DİYE
KONUŞTU.
"BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN KENDİNİ BEĞENMİŞ TARZI..."
Demokrasinin, birçok tanım ve tasvirinin yanında tahammül sistemi
olduğunu vurgulayan MHP lideri Bahçeli, sözlerini şöyle
sürdürdü:
“Tahammülün, saygının ve sabrın olmadığı bir yönetimin demokrasiyle
yolları kesişmeyecektir. Tek tip insan arayışı, tek tip ses özlemi
demokrasinin ruh ve mesajına terstir. Otoriter rejimlerle
demokratik yönetimleri ayıran başlıca unsur görüşlerin, fikirlerin
çoğulculuğu ve çeşitliliğidir. Tahammülsüz idarecilerde demokratik
kültürden eser görülmez. Kalp kıran, umut yıkan, uzlaşmazlık ve
hoşgörüsüzlüğün pençesine düşen zihniyetlerin demokrasiden
bahsetmesi ise sadece laf cambazlığıdır. Türkiye çoktandır
antidemokrat bir iktidar anlayışının tekelindedir. Başbakan
Erdoğan’ın kaba üslubu, ötekileştiren, dışlayan ve anında
kutuplaştıran tavrı demokrasiyi tehdit etmekte ve yıpratmaktadır.
Başbakan muhalif duruşlara bıçkındır. Başbakan, yandaşlardan
müteşekkil karanlık çemberin haricinde kim varsa kavgalı ve
hasımdır. Başbakan’ın zehirli dili, nezaket ve zarafet tanımayan
siyasi kişiliği oldukça rahatsız edicidir.
Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümü törenlerinde yaşanan ve devlet
adabının, devlet ahlakının, devlet protokol kurallarının yerlere
serildiği sahneler bunun en son örneğidir. Başbakan’la Türkiye
Barolar Birliği Başkanı arasında yaşanan söz düellosu, edep ve haya
sınırlarını ihlal eden dalaşma kesinlikle tasvip edilemez
çirkinliktedir. Bu yüzden siyasi seviye ve medeni tutum Danıştay
Salonu’nda iflas etmiştir. Burada hukuk yutkunmuş, adalet bir kez
daha yara almıştır.
Bize göre meseleye tek taraflı ve tek yönlü yorum getirmek doğru
olmadığı gibi, objektif kriterlere de uymayacaktır. Üstelik
Başbakan’la Türkiye Barolar Birliği Başkanı arasında geçen tartışma
zinciri birçok açıdan sorgulanmaya açıktır.
Başbakan Erdoğan, Danıştay’a geldiği esnada Baro Başkanıyla sıcak,
samimi ve dostane bir şekilde tokalaşmıştır. Bu ikili gülücükler
eşliğinde hasret gidermiştir. Hatırlanırsa, Başbakan’la Baro
Başkanı 4 Ocak 2014 günü Dolmabahçe’de sürpriz bir şekilde buluşmuş
ve yeniden yargılama konusunu görüşmüşlerdir. Arkasından, Başbakan
Dolmabahçe trafiğinin olumlu olduğunu, Baro Başkanı da yapıcı
bulduğunu açıklamıştır.
Hatta Baro Başkanı bazı ricalarını da Başbakan’a iletmiş ve çok
ilgilendiğini sevinç içerisinde duyurmuştur. Çok değil; yaklaşık 4
ay evvel böylesine yakınlaşan, böylesine birbirine muhabbet
besleyen ikilinin şimdilerde tam aksi istikamete savrulması bizim
açımızdan kuşku vericidir.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın Danıştay’ın kuruluş
yıldönümünde yaptığı konuşma; ilk izlenimlere bakılırsa,
Başbakan’ın damarına basmış, aralarının açılmasına sebebiyet
vermiştir.
Yıllardan beri yargı organlarının açılış veya kuruluş
yıldönümlerinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı kendisine ayrılan
süre kapsamında konuşma yapmaktadır.
Bu işin doğası gereğidir. Ancak Baro Başkanı Danıştay’daki
konuşmasını hem süre, hem sınır, hem de kapsam açısından uzun
tutmuş, kendisine verilen demokratik imkânı istismar etmiştir.
Şüphe yok ki, Baro Başkanı Danıştay’ın kuruluş yıldönümünün anlam
ve önemine uygun hareket etmemiş, bir saate varan konuşmasıyla
sabırları zorlamıştır. Bu çok açık bir gerçektir. Yüksek yargı
organlarının özel ve kutlama günleri siyasete ayar verilecek ucuz
yerler değildir ve böyle de görülmemelidir.
Her önüne gelen siyasi terziliğe soyunamaz, işgal ettiği kürsüyü
fırsat bilerek polemik yapamaz, yapmamalıdır. Bu itibarla Baro
Başkanı’nın ucu açık, her konuya girip çıkan konuşması alenen
kışkırtıcıdır. Anayasa Mahkemesi’nin 52. Kuruluş Yıldönümünde
eleştiri yağmuruna tutulan ve bundan dolayı zorda kalan Başbakan,
yeni bir yarma harekâtına sessiz kalamamış, Barolar Birliği
Başkanı’nın gollük pasını kendince iyi değerlendirmiştir.
Baro Başkanı’nın konuşmasında sıra Cumhurbaşkanlığına gelince
Başbakan Erdoğan birden bire parlamış ve oturduğu yerden kürsüdeki
konuşmacıya müdahale etmiştir. Başbakan Erdoğan öfke patlaması
yaşamış, neredeyse Barolar Birliği Başkanı’nın üzerine yürümek için
yerinde kalkmaya bile teşebbüs etmiştir. Pek tabii olarak, Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı’nda zedelenen itibarını, yara alan prestijini
tekrar kazanmak için sözüm ona kavga moduna geçmiştir.
Barolar Birliği Başkanı’nın kendini beğenmiş tarzı, provokatif ve
her satırı siyaset kokan açıklamaları Başbakan’ı tahrik etmiş ve
kızdırmıştır. Kısaca söylemek gerekirse, Baro Başkanı çalmış,
Başbakan oynamıştır. Danıştay’da herkes rolünün icabını yapmış,
mayasının ve mizacının gereğini yerine getirmiştir.
Başbakan’ın Baro Başkanı’nın konuşmasının son anlarında müdahil
olarak ortalığı velveleye vermesi, önceden ayarlanmış, önceden
çalışılmış ve önceden ana hatları çizilmiş kof ve bayat bir oyunun
sahnelenmesinden başka bir şey değildir.
Ne var ki Başbakan’ı siyaseten tahkim eden karşılıklı laf yarışı
devletin saygınlığına gölge düşürmüştür.
Gerçi biz Başbakan’ın ne kadar tahammülsüz birisi olduğunu çok iyi
biliyoruz. Başkalarına edep uyarısı yaparken, kendisinin edeple
yollarını nasıl ayırdığını da değişik bahanelerle gördük,
görüyoruz. Danıştay’daki dramatik tören, ister mizansen, ister
kurgu, ister proje, isterse de anlık gelişen bir olay olsun,
kesinlikle skandaldır, kesinlikle sokak jargonuyla söz kesenlerin
ayıbıdır.
Normal şartlarda, Başbakan konuşmacıyı sağduyu ve olgunlukla
dinlemesi gerekirdi.
Katılmadığı, onaylamadığı, doğru bulmadığı, ağrına giden herhangi
bir taraf varsa, ya bunu konuşmacı kürsüden indikten sonra direk
kendisine söylemeli ya da yalaka medya vasıtasıyla iletmeliydi.
Ne var ki Başbakan oturduğu yerden şeklen öfkelenmiş ve yüzü
kıpkırmızı kesilerek gündemi lehine çevirmek istemiştir. Şayet
Başbakan katıldığı toplantılardaki konuşmacılara artık doğrudan
müdahale edecek bir psikolojiye sahipse, tavsiyemiz, sinirlerini
kontrol ettirmesi, mümkünse de istirahate çekilmesidir. Başbakan
yakında Meclis Grup salonlarını basmaya kadar işi götürürse kimse
şaşırmamalıdır. Alo Fatih, Alo Mustafa, Alo Nermin hatlarıyla ile
bunu zaten bir nebze yapmıştır. Başbakan etrafına sataşmayı
alışkanlık haline getirmesi kendisine zarar verecektir.”
“DANIŞTAY’DAKİ KÖRDÖVÜŞ DEVLET CİDDİYETİNİ, DEVLET ADAMLIĞINI
BUHARLAŞTIRMIŞTIR”
“Başbakan’ın neye ve kime hizmet ettiği muamma olan Baro
Başkanı’nın sözlerini bu kadar ciddiye alması, danışıklı dövüş
şeklinde hazırlandığı belli olan kavga sahnelerinin foyasını açığa
çıkarmıştır” diyen MHP Genel Başkanı Bahçeli, şunları kaydetti:
Bizi daha da düşündüren Başbakan’ın Danıştay Salonu’nda devlet
erkanını oyuncağa çevirmesidir. Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir
salon ve ortamda, protokol kurallarının uygulanış şekli bellidir.
Herhangi bir toplantı veya törenin evsahibi kim ya da hangi kurum
olursa olsun, eğer Cumhurbaşkanı orada hazırsa herkes buna uygun
hareket ve riayet etmekle mükelleftir. Cumhurbaşkanı, bulunduğu
salonu terk etmeden devlet ve siyaset adamlarının kalkıp gitmeleri
terbiyesiz eksikliğidir.
Başbakan’ın düzmece kavga sahnesinde, ayağa kalkarak başta Sayın
Gül’e el hareketleriyle dışarıya davet etmesi büyük bir
nezaketsizliktir.Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu duruma düşmesi de
ayrıca talihsizliktir.
Başbakan Erdoğan herkesi “patron benim, benim dediğim olur” ima ve
dayatmasıyla hizaya sokmuştur. Bu Türk devlet geleneğinin
inkârıdır.
Sayın Gül’ün ve Sayın Genelkurmay Başkanı’nın, Başbakan’ın ardı
sıra çıkıp gitmeleri kendileri adına hüsran ve utanç vericidir.
Başbakan Erdoğan’ın arkasına bakmadan, hiçbir saygı kuralı
gözetmeden tepkisini dışa vurarak yürüyüp gitmesi bir defa Sayın
Gül’e ve salondaki muhterem dinleyicilere aşırı ölçüde
kabalıktır.
Danıştay’daki kördövüş devlet ciddiyetini, devlet adamlığını
buharlaştırmıştır. Başbakan’ın, devleti Hababam Sınıfına çevirmeye
ne hakkı vardır? Başbakan madem Barolar Birliği Başkanıyla lafta
sürtüşmüş, madem konu Cumhurbaşkanlığı’na gelince nevri dönmüştür,
o halde Sayın Gül niçin böylesi bir maskaralığa ortak olmuştur?
Böylesi bir traji komik bir tiyatroda Sayın Cumhurbaşkanı’nın ne
işi vardır?
Cumhurbaşkanlığı her rüzgara yelken açacak, her akıntıya kapılacak,
her maskaralığa göz yumacak bir görev midir? Cumhurbaşkanlığı; onun
bunun arkasından sürüklenecek kadar işlevsiz, etkisiz ve edilgen
bir makam mıdır?
Başbakan Erdoğan ali kıran baş kesen, onu takip edenler de seve
seve baş vermeye hazır iradeleri tutsak edilmiş zavallı bir güruh
mudur? Başbakan Erdoğan ve yandaş zümre Danıştay’daki hadiseyi
fırsat bilmiş ve her yönüyle siyasete malzeme yapmıştır. Havuz
medyası hep bir ağızdan manşetlerini Danıştay vakasıyla
süslemiştir.”
"CUMHURBAŞKANLIĞI HİÇBİR İDEOLOJİNİN, HİÇBİR ZÜMRENİN, HİÇBİR ÇIKAR
GRUBUNUN EMANET VE EMRİNDE DE OLAMAZ, OLMAMALIDIR"
29 Ekim 1923’den bu tarafa 19 kez cumhurbaşkanı seçimi yapıldığını
hatırlatan Bahçeli, 1923-1961 yılları arasında yapılan 12
cumhurbaşkanı seçiminde tek aday çıktığını ve bu seçimlerin ilk
turda tamamlandığını ifade ederek şunları dedi:
“1966’dan itibaren yapılan ve 2007’ye kadarki seçim dönemlerinde
ise birden fazla aday çıkmıştır. Halkoylamasıyla seçilen 7.
Cumhurbaşkanı dışında, tüm cumhurbaşkanları TBMM tarafından
belirlenmiştir. Cumhurbaşkanı seçimleri her zaman tartışmalı,
hararetli ve gerilimli geçmiştir. Özellikle 12 Eylül 1980 öncesi bu
konuda en uç ve marjinal örneklerin yaşandığı bir dönemdir. 23 Mart
1980’den 11 Eylül 1980’e kadar geçen 5 ay 17 günlük sürede 114 tura
rağmen Cumhurbaşkanı seçilememiş, sonuçta Meclis’in meşruiyeti
sorgulanır hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanlığı kimsenin tapulu malı değildir. Cumhurbaşkanlığı
hiçbir ideolojinin, hiçbir zümrenin, hiçbir çıkar grubunun emanet
ve emrinde de olamaz, olmamalıdır.
Bu yüksek makam milletimizin tertemiz sinesinin en canlı timsali,
en hayati temsil mercidir. Aynı zamanda Türk milletinin asırlar
süren varlık mücadelesinin süzülmüş, damıtılmış ve belirli
kurallara dökülmüş halidir. Çankaya; ümitlerimizi boğan
felaketlerden sonra Aziz Atatürk’ün millet iradesiyle açtığı zafer
sayfalarının sonuç kısmıdır.
Birlik ve beraberliğimizin simgesi, milletçe sahip olduğumuz
ülkülerin taşıyıcısıdır. Bugüne kadar Çankaya’ya çıkan 11
cumhurbaşkanının görevlerini layıkıyla yapıp yapmadığı konusunu
tahlil ve tefekkür etmek şu an için yapacağımız bir şey değildir.
Kaldı ki bu başka bir tartışma ve gündem konusudur. Tarih ve
tarihçilerimiz bu çerçevede gerekli ve doyurucu cevabı mutlaka
verecektir. Önemli olan dünden çıkardığımız sonuçlarla geleceğe
bakmaktır. Cumhurbaşkanı Türk milletinin vicdanı, Türk devletinin
ana karargâhıdır. Cumhurbaşkanı herkesin, yani Cumhurun başıdır.
Doğal olarak bu kutlu mevkii, bütün Türk vatandaşlarının aynası ve
çatısıdır. Çankaya’da ayrımcılık, önyargı, sübjektif bakış, siyasi
tarafgirlik, etnik ve mezhep yandaşlığı olamayacaktır. Türkiye’nin
tüm güzellikleri, milletimizin tüm değerleri, geçmişten geleceğe
tüm arzularımız Cumhurbaşkanı’nın şahsında toplanmalı ve
kaynaşmalıdır. Kökeni, yöresi, anasının dili ne olursa olsun, Türk
milletine mensubiyetten onur duyan, şanlı bayrağımızın altında
yaşamaktan iftihar eden, aynı vatanda nefes almaktan gururlanan
herkesin, her kardeşimin sözcüsü Cumhurbaşkanı’dır.
Cumhurbaşkanı azaltan değil çoğaltandır. Cumhurbaşkanı bölen değil
bütünleştirendir. Cumhurbaşkanı ayıran değil kucaklayandır ve böyle
olmalıdır. Cumhurbaşkanı bir bölgenin, bir kesimin, bir yüzdenin,
bir kitlenin değil, ezcümle Türk milletinin tamamının hak ve
hukukuyla anlam bulandır, bulmaya zorunlu olandır.
Hakkâri Yüksekova’da yaşayan Kürt kökenli kardeşlerimizle İstanbul
Bayrampaşa’da yaşayan Boşnak kökenli vatandaşlarımızın ortak
paydası, ortak çatısı, ortak gayesi Cumhurbaşkanı’dır.
Cumhurbaşkanlığı, Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Mehmet’in
hayalleriyle İzmir’in Karşıyaka ilçesinde ikamet eden Ahmet’in
hedeflerini buluşturan, birlik ve dirliği sağlamlaştıran tarihi bir
vazifedir. Cumhurbaşkanı Türk vatanı üzerindeki manevi el, manevi
güvencedir. Türk milletinin en saf, en temiz, en doğal, en halisane
hasletlerinin billurlaşması gereken şahıstır.
Gazi Mustafa Kemal’in, 1 Kasım 1927’de ikinci kez Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra yaptığı konuşmasında; “Cumhurbaşkanlığı; Türk
milletinin fazilet, doğruluk ve isabet niteliklerini gösterir”
sözleri de buna atıftır. Biz bu duygu ve düşüncelerle
’cumhurbaşkanı milli iradenin ortak çatısı, ortak yüzü, ortak
refleksi olsun’ dedik.
Milletimize bu öneriyi getirdik. Milliyetçi olsun, muhafazakâr
olsun, manevi değerlere sahip olsun, laik olsun, demokrat olsun
diyerek ortak çatı adayının hangi kriterlere haiz olacağını
söyledik. Herkesin benimseyeceği, ‘işte aradığım bu’ diyebileceği
bir Cumhurbaşkanı modelinin tercümanı olduk ve bunu da ortak çatı
ifadesiyle kavramsallaştırdık.
Hamd olsun bu teklifimiz büyük ölçüde makul bulunmuş ve ilgi
görmüştür. Milletimiz ortak çatıdan düşüncesinden fazlasıyla
umutlanmıştır. Ortak çatı adayı, toplumun her kesimine hitap
edendir. Ortak çatı adayı, milletimizi tümüyle kavrayandır. Ortak
çatı adayı, herkesi bağrına basan ve ruhunda eritendir.
Bizim ortak çatı önermemiz; ‘herkes eşittir Türkiye’ inanç ve
kararlılığına dayanmaktadır. Fakat hala ortak çatı teklifimizi
anlamlandırma zorlukları çekenler vardır.
Şunları açık açık söylemeliyim ki; Bizim çağrımız Kandil’le iş
tutanlara değildir. Bizim çağrımız İmralı’da nöbet bekleyenlere
değildir. Bizim çağrımız BOP’a kulluk yapan meymenetsizlere
değildir. Bizim çağrımız PKK’ya teslim olan buruşmuş zihinlere
değildir. Bizim çağrımız bölücülüğe demir atan hainlere değildir.
Bizim çağrımız millet aleyhine sefil ve fena emellere sahip olan
kötülere değildir. Bizim çağrımız rüşvete ve yolsuzluğa peştamal
bağlayan mükerrere bağlamış hırsızlara değildir. Bizim çağrımız
büyük Türk milletinin bizatihi kendisine, bizatihi ruhunadır.
Teklifimizin kaynağı tarihtir. Teklifimizin sütunları kardeşliktir.
Teklifimizin özü milli ve manevi değerlerdir.
Ortak çatının ana ve vazgeçilmez ilkesi Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığında anlam bulmuş topyekûn herkesin birlik ve dayanışma
duygusudur. Kuruluş ilkelerinin devamlılığı için ortak çatı
şarttır. Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması için ortak çatı
cankurtarandır. Kimin hangi partiye oy verdiği önemli değildir.
Kimin hangi siyasi aidiyete sahip olduğu mesele değildir.
Önemli olan millet için, devlet için, vatan için, bayrak için,
gelecek için bir araya gelebilmek, Türkiye’nin kurtuluşunda pay
sahibi olabilmektir. Allah’ın izni ve rızasıyla, Türk milleti
asgari müştereklerinden ödün vermediği müddetçe belirlenecek ortak
çatı adayı Çankaya’nın 12. değerli ismi olacaktır. İşte bizim
hedefimiz bunu tesis etmeye yöneliktir. Bu, partiler üstü bir
amaçtır. Bu, siyasi angajmanlar dışı bir çabanın mahsulü olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna canı gönülden inanıyor ve
aziz milletimize samimiyetle güveniyoruz.”
"BİZ, TAVANDA DEĞİL; TABANDA MUTABAKAT SAĞLAMAYI ÖNERİYORUZ"
Ortak çatı adayının partiler arasında bir ittifakın değil, milletin
kabul ve iradesiyle oluşacağını söyleyen Bahçeli, “Blok siyaseti
yapanlar, cepheleşme üzerine geleceklerini feda edenler kuşkusuz
bizim önerimizi çarpıtmakla meşguldür. Ortak çatı formülü toplumsal
ve siyasal tüm aktörlerden mülhemdir. Teklifimiz AKP’ye oy veren
kardeşlerimizedir. Teklifimiz CHP’ye oy vermiş kardeşlerimizedir.
Teklifimiz Demokrat Partisi’nden Saadet Partisi’ne, Büyük Birlik
Partisi’nden diğer siyasi partilere oy ve gönül vermiş
kardeşlerimizi kapsamaktadır. Biz, tavanda değil, tabanda mutabakat
sağlamayı öneriyoruz. Biz, partilerin değil, Türk milletinin güç
birliği sağlamasını umuyoruz.
Ortak çatı adayı fikrimiz kamuoyunda konuşulmaya başlandığı andan
itibaren Başbakan Erdoğan ve ısmarlama kalem sahibi uyduları panik
içinde karalama kampanyası başlattılar. Dört bir koldan çamur
attılar, alaya aldılar, akıllarınca sulandırmaya çalıştılar”
şeklinde konuştu.
“Ağzı olan konuşmuş, karanlıktan aydınlığı taşa tutmuştur” diyen
Bahçeli, “Teklifimiz ABD menşeli olmadığı için aradıklarını
bulamayanlar kendilerini hemen ele vermişler, yabancı
hayranlığından kurumuş koruluğa dönenler deşifre olmuştur.
Türkiye’nin seçmen profilini baz alarak bütünleyici, kucaklayıcı ve
siyasi krizlerden medet ummayan bir aday düşüncemiz birilerini
kıvrandırmıştır. Bunların yüreklerine adeta ateş düşmüş,
sakinleşmeleri için de saldırmaları gerekmiştir. Yandaş kalemler
harıl harıl fitne taşları döşerken, Başbakan ve tetikçi sözcüleri
hemen durumdan vazife çıkarmışlardır. Çizdiğimiz üçgenleri
anlamayan taş kafalar bizi Pisagor’a benzetmiş, cebirden geometriye
geçtiğimizi iddia etmişlerdir.
Allah korusun, fiziken Ankara’da, aklen ve kalben Kandil’deki
inlerde yaşayan siyasi mevtaların bizim önerilerimize katılmaları
yanlışa düştüğümüzün en bariz kanıtı olacaktır.
Ayrıca Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz hafta sonunda, partisinin
Afyonkarahisar’daki 22. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nın
açılış ve kapanış konuşmalarında bizim ortak çatı değerlendirmemizi
diline dolamış, aklınca sulandırmaya kalkışmıştır.
İlk olarak, açılış konuşmasında şunları söylemiştir:
“Şimdi cebirden ümidi kestiler, kendilerini geometriye vermişler.
Üçgenler çiziyorlar, iç açılarını, dış açılarını topluyorlar,
cetvel, pergel, gönye, sanki cumhurbaşkanlığı seçimine değil de LYS
imtihanına hazırlanıyorlar.”
İkinci olarak kapanış konuşmasında aynen şöyle demiştir:
“Şimdi birileri de çıkmış ’Çatı aday bulacağız’ diyorlar. 30
Mart’ta milletin estirdiği rüzgar bunların çatılarını uçurdu.
Bunların üstlerinde çatı falan yok. Şimdi yeni çatı kurmaya
çalışıyorlar.”
Doğrudur, biz Başbakan’a cebiri zor da olsa öğretmiş ve bu konuda
ufkunu açmıştık. Öyle ki Başbakan fazla havaya girmiş, 61 hesabını
güç bela bulmuş ve bundan da siyasi kerametler çıkarmıştı. Fakat
Başbakan geometri konusunda bize haksızlık yapmaktadır.
Biraz düşünürse geometrik şekillerde kimin usta ve önde olduğunu
fazla ipucuna gerek kalmadan çıkaracaktır. Başbakan Erdoğan
cetvelden, gönyeden, pergelden yardım almadan şaheser çizimlere
imza atmıştır. Mesela yamuk çizmiş, kendisini ve yanındaki
hırsızların alayını yamultarak içine tıkıştırmıştır. Dikdörtgen
görünümlü ayakkabı kutularına para yığmıştır. Paralel çizgiden
paralel örgüt çıkarmıştır. Kare şeklindeki odalara soygundan elde
ettiği paraları koymuştur. Daire çizmiş, karakterindeki köşeleri
yuvarlaklaştırmıştır. Evet, doğrudur, biz üçgen çizdik ortak çatı
adayı teklif ettik; fakat Başbakan yıllardan beri küp üstüne küp
çizmiş ve içlerini haram parayla tıka basa doldurmuştur.
Götürmenin, yürütmenin, aşırmanın geometrik şekillerinde ekol ve
okul olmuş, ünü sınırlardan taşmıştır. Başbakan Erdoğan çatı
adayını merakla beklediğini, taşıma suyla çatı kurulamayacağını da
söylemektedir.
Sayın Başbakan merakını yakında gidereceğiz ve gün gelecek
saklandığın, sıkıştığın 17-25 şifreli küplerden seni çıkartarak
inşallah adalete teslim edeceğiz” diye konuştu.
Bahçeli, 10-11 Mayıs 2014 tarihlerinde Diyarbakır’da İslam adına,
millet adına kapkara günler yaşandığını kaydederek şunları
söyledi:
“İmralı canisinin direktifleriyle, ülke içinden ve dışından
yaklaşık 350 bölücünün iştirakiyle sözde Kürdistan Demokratik İslam
Kongresi toplanmıştır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti, PKK’ların
dinimizi istismar konusu yapmasına zemin açmış, bebek katilinin
arkasında durmuştur. Artık ihanet sistematik hal almış, tur üstüne
tur bindirmiştir. İmralı canisinin Diyarbakır’daki kongreye
gönderdiği mesajı hükümet tarafından yerine ulaştırılmış ve siyasi
bölücüler tarafından okunmuştur. Bu konu çok mühimdir. En az
teröristlerin silahlı eylemi kadar vahimdir. Zannederseniz ki,
İmralı’daki cani hidayete ermiş ve ‘mümin kardeşlerim’ diyerek
mesajlarını kaleme almıştır.
Başbakan, Nijerya’da 200’ü aşkın kız çocuğunu din adına kaçıran
Boko Haram örgütünün neredeyse Türkiye şubesini açmak için kolları
sıvamıştır. Yine Başbakan, yüce dinimizi siyasi çıkarları uğruna
bozguncuların eline rehin verecek kadar ve çarçur edilmesine göz
yumacak kadar alçalmıştır.
Başbakan Erdoğan fiilen başkan olabilmek için her değerimizi pazara
çıkarmış, manevi duyguları hiç gocunmadan siyasileştirmiş ve
bölücülüğe rehin bırakmıştır. Özerkliğe sıcak bakması, İmralı
canisiyle örgütü arasında kuryelik yapmaya soyunması başka türlü
izah edilemeyecektir.
İmralı canisi mesajında, ’İslam diyarların genelinde olduğu gibi,
Kürdistan’da sürekli yeni bir islami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç
var’ demiştir.
Canibaşı, ’İngiliz İmparatorluğu İslam ümmetini parçalamak için
ulus devletçiliği onun başat ideolojisi milliyetçiliği çok bilinçli
olarak İslam ümmetinin bağrına, beynine ve rahmine yerleştirmiştir’
diyerek milliyetçiliği şerefsizce mikroba benzetmiştir.
1919’lu yıllarda yabancı ajanların vatan topraklarında, sahte alim
ve sömürgeciliğin kuklası olmuş şeyhlerle kurduğu taviz ve ihanet
denkleminin bir yenisi, Başbakan ve İmralı canisi arasındaki
yakınlıkla tesis edilmiştir.
Başbakan Erdoğan kendisinin siyasi dengelerden dolayı bir türlü
söyleyemediği aşağılık sözleri İmralı canisi kanalıyla Kürt kökenli
kardeşlerimize duyurmaktadır. Böylelikle içi ferahlamakta, bir
taşla iki kuş vurduğunu sanmaktadır. Nifak yuvası Kongre’nin 15
maddelik sonuç bildirgesi başlı başına hıyanet, başlı başına
melanettir. Başbakan’ın Zerdüşt diyerek mimlediği İmralı canisi ve
çetesiyle el birliği yapması ve kutlu dinimizi bölücülüğün
hedefleri için kullanması Türk milleti tarafından asla
bağışlanmayacaktır. Biz de bunu unutmayacağız.
Başbakan’ın önce Cumhurbaşkanı, arkasından da fiilen başkan
olabilmek adına PKK’nın kanlı namlusundan medet ummasına ve
münafıkça yaptığı manevralarına milletimiz kanmayacaktır.
İnanıyorum ki, Türk milleti İmralı canisiyle beraber sözde
Kürdistan Demokratik İslam Kongresi’nin düzenlenmesine katkı veren
17-25 Recep Tayyip Erdoğan Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı
yapmayacaktır.”
"BAŞBAKAN’DAN AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN KARARINI
REDDEDEREK AYNEN İADE ETMESİNİ MİLLET NAM VE HESABINA İSTİYOR VE
BUNUN DA TAKİPÇİSİ OLACAĞIMIZI TÜM TARAFLARA BİLDİRİYORUM"
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1974’deki Kıbrıs Harekâtı için
Türkiye’yi 90 milyon Euro’luk tazminatı üç ay içinde Rum yönetimine
ödemeye mahkûm ettiğini belirten Bahçeli, “Bu şekilde 40 yıl önceki
Kıbrıs çıkarmasının intikamı alınmak istenmiştir. Bu kararı
kınıyor, Başbakan ve hükümetinden Kıbrıs Türklüğü’nün varlık ve
birlik mücadelesine tereddütlü ve gevşek durmamasını
bekliyorum.
Başbakan’dan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını reddederek
aynen iade etmesini millet nam ve hesabına istiyor ve bunun da
takipçisi olacağımızı tüm taraflara bildiriyorum. Kıbrıs
Türklüğü’nün haklı davası için gerekirse 1974 ruhunun tekrar
dirileceğini herkese ikazen ilan ediyorum. Konuşmama son verirken,
dünyanın en köklü ve en zengin dillerinden birisi olan
Türkçe’mizin, Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından tam 737 yıl önce
bugün, ilk kez resmi dil olarak kabul edilişinin yıldönümünü
hayırla yad ediyorum.
Ayrıca Özürlüler Haftası münasebetiyle, tüm özürlü kardeşlerimizi
sevgi ve hürmetle selamlıyor, her daim destekçileri olduğumuzu
ifade etmek istiyorum” ifadelerini kullandı.
"ZİHNİ BULANIKLIKTIR"
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM’deki grup toplantısının
ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bahçeli,
cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili çalışmalara ilişkin bir soru
üzerine, “Çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Dar sınırlı tutmuyoruz.
Olgunlaşmasını da bekleyerek hayırlı bir sonuç elde etmenin gayreti
içindeyiz” dedi.
“Bu hafta bir adım atılır mı?” sorusuna “İnşallah gayret
gösteriyoruz” yanıtını verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Afyonkarahisar’daki istişare
toplantısında kullandığı ’cadı avı’ sözünün hatırlatılması üzerine
Bahçeli, “Çok çirkin. Yıllarca beraber çalışmış, bürokraside üstün
gayretleriyle AK Parti iktidarına katkı sağlamış insanları şimdi
cadı olarak nitelendirmesi zihni bir bulanıklıktır” ifadelerini
kullandı.