Başbakan Erdoğan öldürülecekti

Abone ol

İstanbul'de 5 gün arayla meydana gelen saldırılar MİT ile Emniyet'i hedef haline getirmişti. İstihbarattaki zaafiyet iki kurumun birbirinden kopuk olduğunu ortaya koydu.

Aksiyon Dergisi'nden Fuat Akyol - Adem Yavuz Arslan'ın haberine göre El Kaide’nin Türkiye bağlantıları ile ilgili ilk bilgiler, geçtiğimiz yılın nisan ayında polisin Bursa’da yaptığı bir operasyonla ele geçti. Ancak MİT, bu operasyonu görev alanına müdahale saydı. O tarihten itibaren polis, El Kaide bağlantılı gruplar üzerinde çalışmadı. Oysa, sinagog saldırılarına katılan eylemcilerden birinin ismi, 17 ay önceki bu ifade tutanaklarında geçiyordu. Bomba yüklü dört kamyonetin beş gün arayla hedeflerine kolaylıkla ulaşıp vurmasından sonra, cevabı aranan konuların başında “İstihbarat birimleri bu kadar büyük çaplı bir terör hazırlığını neden fark edemedi?” sorusu geliyor. Saldırı, dönemsel olarak çeşitli terör dalgaları ile karşılaşmış olan Türkiye’nin, tarihinde bugüne kadar hiç karşılaşmadığı boyutlardaydı. Terör uzmanlarının ortak kanaatine göre, saldırının büyüklüğü ile aynı oranda bir hazırlık süreci gerekliydi. Sinagog saldırılarından sonra, henüz ikinci saldırılar yapılmadan İsrail Parlamentosu’nda konuşan MOSSAD Başkanı, Meir Dagan’ın şu sözleri de bunu göstermekteydi: “Bu eylemleri gerçekleştiren grup kesinlikle sıradan ve geçici bir grup olamaz. Çünkü böyle geniş çaplı bir eylem için dikkatli planlama, büyük miktarda patlayıcı ve patlayıcı yüklü araçları hedefin önüne getirmek için isabetli bir zamanlama, koordineli bir çalışma gerekir.” MOSSAD Başkanı’nın deyimiyle, saldırılardaki isabetli zamanlama dikkat çekiciydi. HSBC Bankası ve İngiltere Başkonsolosluğu’nu bombalayan kamyonetler de, tıpkı sinagog saldırılarındaki gibi, İstanbul’un farklı noktalarındaki hedeflerine eş zamanlı olarak ulaştılar. Polis DHKP—C ve PKK’ya yoğunlaşmıştı Cumartesi günkü sinagog saldırılarından sonra oluşan ilk izlenim, Türkiye’de siyasi istikrarı ve hükümeti hedef alan komple bir eylemler zincirinin başladığı biçimindeydi. Üsame bin Ladin liderliğindeki El Kaide bağlantısı başlangıçta kimsenin aklına gelmiyordu. Çünkü, özellikle son üç aydır İstanbul polisi, başka terör odaklarından gelebilecek “canlı bomba” eylemlerine karşı adeta teyakkuz halindeydi. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bu kritik atmosferi, daha aylar öncesinden anlatan Ankara’daki üst düzey bir istihbarat yetkilisi, “En büyük endişelerimizden biri, uzaktan kumandalı bombalarla büyük çaplı terör saldırılarının başlamasıdır” demekteydi. Uzaktan kumandalı bombalarla eylem hazırlığı içinde olduğu belirtilen örgüt DHKP—C’ydi. Aynı örgüt, bir süredir canlı bombalı saldırı tarzını da uygulamaktaydı. Ancak DHKP—C, planladığı saldırılardan belki de hiçbirini gerçekleştiremedi. Çünkü, gerek Emniyet’in gerekse Milli İstihbarat Teşkilatı’nın çok yakından izlediği bir yapılanmaydı. Nitekim, çoğunlukla MİT ve polisin ortak operasyonları ile DHKP—C’nin pek çok eylem timi yakalandı. Son olarak, sinagog saldırılarından bir ay önce, DHKP—C’nin önemli bir bomba uzmanı İstanbul’da ele geçirildi. DHKP—C’ye yönelik bu operasyonların belki de en önemli sonucu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın düğününde yapılmak istenen saldırının önüne geçilmesiydi. Aksiyon’un elde ettiği bilgilere göre, 10 Ağustos 2003 günü, düğünün yapıldığı İstanbul’daki Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ne üç suikast timiyle saldırı yapılacaktı. Saldırılar hem bombalı, hem de silahlı olacaktı. Saldırı planında, canlı bombalardan birinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşabilmesi de söz konusuydu. Plana göre canlı bomba, Başbakan Erdoğan’ı kutlamak için sıraya giren davetliler arasına karışıp Başbakan’ın yanına geldiğinde bombayı patlatacaktı. Saldırganlar düğünün yapıldığı salona giremeyince o akşam İstanbul’un dört—beş ayrı noktasına bomba koydular. Polisin DHPK—C dışında dikkatini yoğunlaştırdığı ikinci yapı PKK (KADEK)’ti. Sadece ekim ve kasım ayları içinde İstanbul’da yakalanan KADEK’li canlı bomba timi sayısı dörttü. KADEK’in hedefi, PKK’nın 1984’te Siirt’e, Şırnak’a ve Eruh’a yaptığı baskınların yıldönümü olan ağustos ayından itibaren bu saldırıları başlatmaktı. Örgüt, canlı bombalı saldırılar yapacağını da ilan etmişti. Öte yandan, geçmişte geniş çaplı faili meçhullere imzasını atmış olan Hizbullah’ın yeniden toparlanıp büyük eylemlere girişme beklentisi de yoktu. Çünkü, Hüseyin Velioğlu’nun 2000 yılında İstanbul Beykoz’daki operasyonda ölü ele geçirilmesinden sonra onun yerine geçen ikinci lider Mehmet Sait Fidan, ekim ayı başında Bursa’da yakalanmıştı. Kuryelere ve para trafiğine ulaşıldı O halde, sinagog saldırılarını yapan, beş gün sonra bu sefer, Türkiye’de faaliyet gösteren üç büyük yabancı bankadan biri olan İngiltere kökenli HSBC bankasını ve İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nu hedef alan yapı neydi? Soruşturmada, daha sinagog saldırıları yapıldığı gün bu yapılanmaya ulaşıldı. Kamyonetlerin şase numaralarından ruhsat sahiplerine, oradan şoförlere ulaşılınca ipin ucu Bingöl’e, oradan da Bursa polisinin iki yıl önce yaptığı bir operasyona kadar uzanmaktaydı. Ortaya çıkan bilgiler netti. Sinagog saldırılarını yapan ekipteki şoförler ve organizatörler 1995’ten itibaren Afganistan’a gidip gelmişlerdi. Bazıları Çeçenistan’da da savaşmış olan bu kişilerle ilgili soruşturma derinleştikçe, El Kaide’den gelen paralara, eylem planı sürecinde son bir yıl içinde Türkiye’ye giriş çıkış yapan kuryelere, sinagog saldırılarını organize eden ekibin internet üzerinden yaptığı haberleşmelere, bu mesajların kayıtlarına ve mesajlara ulaşıldı. Bu bilgilerin büyük çoğunluğunu, eylemcilerin Bingöl’de işlettiği internet cafede yapılan araştırma sağladı. Öyle ki, bu internet cafede en çok girilen web siteleri El Kaide bağlantılı sitelerdi. Şaşırtıcı olan; sinagog saldırılarını yapan ekipteki birinin, iki yıl önce Bursa’da El Kaide ile bağlantısı olan bir gruba yapılmış olan operasyonun dosyasında adı geçmesiydi. Soruşturmanın gizliliği bakımından şimdilik bu ismin kim olduğu açıklanmıyor. Üst düzey bir güvenlik yetkilisi, “İpin ucunu 17 ay önce yakalamışız ama gerisini getirememişiz” diyor. “Sinagoglara yapılan saldırıların üzerinden daha beş—altı saat geçmişti ki, faillere ulaşmıştık” diyen bu yetkiliye, “O halde her şeye rağmen acaba polis İstanbul’un göbeğinde gezen bu kamyonetleri yakalayamaz mıydı?” sorusunu yöneltiyoruz. Özellikle sinagogların bulunduğu sokaklara değinip “O iki sokakta belki on defa prova yapmışlardır. Ama bir istihbarat çalışması yapılmadığı sürece, trafiğe açık o iki sokağa yüz polis de dikseniz, o iki kamyoneti tespit edemezsiniz” diye belirtiyor. Aynı isim, kamyonetlerden birinin alınış tarihinin 2003 yılı ocak ayı olduğunu hatırlatarak, “Bu da gösteriyor ki, yedi—sekiz ay önceden bu işe başlamışlar” diyor. Afganistan, MİT’in en iyi istihbarat aldığı yerdi Bazı görgü tanıkları, Şişli’deki sinagogun önüne gelen kamyonetin park etmek istediğini, oradaki polisin müdahalesi sırasında patlamanın meydana geldiğini belirtiyordu. Öte yandan ikinci kamyonet, tam Neve Şalom sinagogunun önüne gelmeden, iki metre kadar aşağıda patlamıştı. Patlama noktasında oluşan büyük çukur da bunu göstermekteydi. Bu durum, kamyonetlerin uzaktan kumanda ile patlatılmış olabileceği ihtimalini akla getirmekteydi. Üstelik her iki kamyonet de doğrudan sinagoglara dalış yapmamıştı. Patlamadan hemen sonra olay yerine intikal etmiş olan bir soruşturma yetkilisi, “Her iki sokakta da trafik tek yönlü ve araç park etmeye müsait değil. Neve Şalom’un önüne güçlü bir duvar örüldüğü için orada kamyonet tam sinagogun önüne girememiş. O görgü tanıklarının ifadeleri doğru değil. Her iki olay da kesinlikle intihar eylemiydi” diyor. Perşembe günü yapılan iki saldırıda intihar eylemi görüntüsü çok daha netti. Çünkü, İngiliz Konsolosluğunda patlayan kamyonet, konsolosluğa dalmıştı ve konsolosluğun bir buçuk tonluk çelik kapısı bile patlamada havaya uçmuştu. HSBC bankasının önünde patlayan kamyonet de binanın önüne geldiğinde doğrudan kapıya yönelmiş ve giriş merdivenlerine vurup patlamıştı. Çarşamba akşamı görüşlerini aldığımız soruşturma yetkilileri, Türkiye’nin yeni bir terör olayıyla karşı karşıya olduğunu anlatırken, “Mesela yarın yeni bir patlama olabilir. Çünkü El Kaide bağlantılı bu yapıyı henüz yeni çözüyoruz. El Kaide’nin hiç bilmediğimiz başka hücreleri de olabilir. El Kaide’yi bir holdinge benzetirseniz, buradaki grup veya gruplar bu holdingin şirketleri” demekteydi. Bu sözler sarf edildiği saatlerde, Türkiye—Letonya maçı oynanmaktaydı ve ertesi sabah İstanbul’un yeni bombalarla uyanacağını artık kimse tahmin etmiyordu. Polis, dış bağlantılı espiyonaj faaliyeti olarak görüp El Kaide bağlantılı bu grupları izlemeyi bırakmış olsa bile, yıllardır Çeçenistan ve Afganistan’a savaşmaya gidenleri izleyen Milli İstihbarat Taşkilatı’nın ağına bunların neden yakalanmadıkları sorusu önem kazanıyor. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un, saldırılardan birkaç gün önce bazı gazete yöneticileriyle yaptığı sohbette, “Türkiye’de ayda ortalama 7—8 El Kaide militanı yakalayıp bunları arandıkları ülkelere iade ediyoruz. Örgütün reklamını yapmamak ve Türkiye’yi hedef haline getirmemek için bunları açıklamıyoruz” dediği de biliniyor. Müsteşar’ın sözleri de gösteriyor ki, MİT’in son yıllarda en iyi istihbarat aldığı bölgelerden biri Afganistan’dı. MİT, El Kaide operasyonlarının bazılarını, Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ile yapmaktaydı. Nitekim, FBI’ın uzun süredir izlediği bir kurye, 8 Ağustos 2003 günü Ankara Esenboğa Havaalanı’nda yakalandı. Üstelik bu kurye, 17 ay önce Bursa’da yapılan operasyonla ortaya çıkarılmış olan gruba dahildi. O halde MİT neden saldırıları önceden haber alamadı? İstanbul polisine gelen uyarılar, genel istihbarat bilgileriydi El Kaide’nin Türkiye’deki belirli hedeflere saldırı hazırlığı içinde olduğuna dair güçlü belirtiler özellikle son bir yıl içinde ortaya çıkmıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki üç somut uyarısı biliniyordu ve bunlar İstanbul Emniyeti’ne de ulaşmıştı. Ancak üst düzey bir Emniyet yetkilisi bu uyarıların, operasyonel faaliyete elverişli olmayan “genel istihbarat bilgileri” olduğunu belirtiyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nden İstanbul Emniyeti’ne çeşitli tarihlerde gelen “El Kaide eylem yapacak” uyarılarının başında 22 Mart 2003 tarihli yazı geliyor. Çeşitli istihbarat kaynaklarından gelen bilgilere dayandırılan bu yazıda, “Örgüt eylem hazırlığını tamamlamak üzere. Bu çalışmalar İran kökenli bir şahıs tarafından geçen yıl kasım ayından bu yana sürdürülüyor. Teröristler çok geniş ve kapsamlı bir saldırı potansiyeline sahip. Eylemler mart ayı sonu itibariyle gerçekleştirilebilir” deniliyor. Yine Ankara’dan 23 Eylül 2003 günü gelen yazıda, İsrail güvenlik birimlerinden gelen bilgilere göre, eylül ve ekim ayındaki Musevi bayramları sebebiyle Türkiye’deki İsrail hedeflerine karşı saldırılar olabileceği uyarısı yer aldı. Türkiye’nin Münih Başkonsolosluğu’ndan 20 Ekim günü Ankara’ya çekilen şifreli mesajda bir grubun ABD’ye destek veren ülkelerin temsilciliklerine saldırı düzenleyeceği, muhtemel saldırıların bomba yüklü araçlarla ve üç—dört hafta aralıklarla gerçekleşeceği yönünde istihbari bilgiler bulunduğu belirtildi. Mesajda; Türkiye, Belçika, İsviçre, Romanya, Libya, Sudan, Suriye, Yemen, Bangladeş ve Mısır’da yapılacak büyük çaplı terörist saldırılarda ismi bilinmeyen bir başka örgütün daha destek vereceği belirtiliyordu. İstanbul Emniyeti’ne son uyarı sinagog saldırılarından bir gün önce, 14 Kasım 2003 günü ulaştı. Amerikan kaynaklarından gelen istihbarata göre, El Kaide’nin patlayıcı yüklü araçlarla saldırabileceği uyarısı yapılıyordu. Bu türden genel uyarılar, ABD'ye yönelik 11 Eylül 2001 saldırılarından önce bile sözkonusuydu. Örneğin, 1999 yılı içinde Üsame bin Ladin'in Türkiye'ye gönderdiği 14 ayrı elemanından söz edilmekteydi. 2000 yılı aralık ayında bu sefer İçişleri Bakanlığı'ndan valiliklere gönderilen bir yazıda, Arap ve Filistin asıllı üç kişinin isimleri ve kod isimleri verilip, bunların El Kaide'nin elemanları oldukları, muhtemelen İstanbul'a geçmeyi planladıkları, yakalanmaları için çok dikkat gösterilmesi isteniyordu. MUSEVİ CEMAATİ İKİ AYDIR NEDEN HUZURSUZDU? DHKP—C ve KADEK dışında, suikast eylemleri yapabilecek çeşitli oluşumlar da izlenmekteydi. Örneğin, bazı Musevi işadamlarına yönelik saldırı ve tehdit girişimleri bu kategoride ele alınmaktaydı. Musevi cemaatine mensup Diş Hekimi Yasef Yahya’nın 21 Ağustos 2003 tarihinde Şişli’deki muayenehanesinde öldürülmesinden sonra, cemaat mensubu bir başka işadamı da sıkıştırılmaya başlandı. Saldırganlar, cemaat mensuplarının numaralarını, Yasef Yahya’nın telefon defterinden sağlamıştı. Türk Musevi Cemaati Başkanı İsak Haleva’nın sinagog saldırılarından sonra İsrail’de yayınlanan Jerusalem Post gazetesine verdiği demeçte “İki aydır huzursuzduk” demesinin sebebi buydu. Cemaat mensubu yazarlardan Rıfat Bali’nin belirttiğine göre, cemaat üyesi bazı işadamları bu tehditler sebebiyle bir süreliğine yurtdışına çıkmayı tercih etmişti. Polis bu tehditçilerin gerçek kimliklerine ulaşamasa da, gereken önlemler alındı. En ilginç operasyon, bir cemaat ileri geleninden 1 milyon dolar para isteyen esrarengiz fidyeci ile yaşanan kovalamaca oldu. Fidyeci, aradığı Musevi işadamına, Bakırköy’deki Carousel alışveriş merkezine gitmesini, rakamını verdiği parayı bir çantaya koyup beklemesini istedi. Polise bilgi veren cemaat üyesi, Carousel’e gidip söyleneni aynen yaptı. O Carousel’de iken fidyeci yeniden aradı ve “Şimdi Carousel’den çık ve Beşiktaş istikametine doğru 60 kilometre hızla gel” dedi. Musevi işadamı ve arkasındaki polis ekipleri söyleneni yaptılar. Bir süre sonra fidyeci yeniden aradı. “Boğaz köprüsünü geç ve Kavacık istikametine doğru aynı hızla gel” dedi. Köprü geçildikten sonra Kavacık’a gelinince onun verdiği tarife göre bu sefer ormanın içine sapan bir yola girildi. Ormanın içine gelindiğinde fidyeci, “Şimdi elindeki çantayı çöplerin bulunduğu o çukura at” dedi. Tam o sırada fidyecinin ormanlık alanda olabileceğini düşünen polis ekipleri arabalarından fırladılar. Ancak ormanlık alanda hiç kimse yoktu. Polisler geri dönerken telefon yeniden çaldı. “Çok kötüydünüz” diye polisle alay eden bu esrarengiz şahıs, “Sizi hiç beğenmedim, bir daha aynı hataları yapmayın” demekteydi. Bombalı kamyonetlerin sinagoglara yöneldiği 15 Kasım gününe kadar, Musevi cemaatine yönelik tehdit dalgasının boyutları bu şekildeydi. Yasef Yahya’dan sonra cemaat üyesi gıda toptancısı Moiz Konur, 9 Ekim günü Kartal’daki ormanlık alanda ölü bulundu. Ancak, bu olayın tamamen Kartal’daki bir çetenin gasp eylemi olduğu anlaşıldı. Olayın failleri yakalandı ve kullanılan silah ele geçti. Nitekim İshak Alaton, Milliyet’ten Serpil Yılmaz’a, “Bu iki olay da, para sızdırmaya çalışan pis bir çetenin işi görülüyordu, aklımıza terör gelmedi” dedi. Şu ana kadar yakalanamayan esrarengiz tehditçinin ortaya koyduğu görüntü, Susurluk sürecinde örnekleri görülen fidye çetelerinden birini andırmaktaydı. 17 AY ÖNCEKİ DOSYADA NELER VARDI? Bursa polisinin geçtiğimiz yılın nisan ayında yaptığı operasyonda ilk defa El Kaide bağlantısı olan bir grup Türkiye’de sorguya çekilmiş oldu. Grupta ön plana çıkan isimler, A.Ü. ve F.S.Ç.ydi. Bursa polisinin bulgularına göre 17 kez Pakistan ve Afganistan’a gidip gelmiş olan Türkiye sorumlusu A.Ü., bir elektronik ve bomba uzmanıydı. Aynı operasyonda yakalanan öteki şahıslar da ifadelerinde defalarca Çeçenistan ve İran üzerinden Afganistan’a gidip geldiklerini belirtiyorlar. Bu grup Türkiye’den çok sayıda kişiyi, savaşmak üzere Afganistan ve Çeçenistan’a götürüp eğitmişti. Bu insanlar hem teorik eğitim, hem silah eğitimi aldılar. Afganistan ve Çeçenistan’dan dönen insanların bir bölümü Türkiye’deki normal hayatlarına devam etti. Polis bu kişilerden bir bölümünün uyumaya çekilmiş El Kaide hücreleri olduğu izlenimini edindi. A.Ü. ifadesinde, “17 kez Afganistan’a gittim. Taliban ve El Kaide kamplarında silahlı eğitim aldım. Buraya ve Çeçenistan’a savaşmaya gitmek için gelenlere askeri eğitim verdim. Özellikle bomba ve elektronik düzenekler konusunda uzmanım” demişti. 1972 doğumlu ve liseden terk olan, grubun İstanbul sorumlusu F.S.Ç. ise, ilki 1991 yılında olmak üzere çeşitli kereler dini, siyasi ve askeri eğitim almak amacıyla Pakistan’a ve Afganistan’a gitmişti. Yurt dışında liderliğini Ebu Musab kod adlı Ahmet Fadıl’ın, finansmanını El Kaide örgütünün yaptığı Beyiat El İmam adlı grubun medrese ve askeri kamplarına katıldığını söyledi. Pakistan’a ilk gidişinde Peşaver şehrinde, Ebu Hanife Medresesi’nde iki yıl kaldığını belirten F.S.Ç., buradaki eğitimini tamamladıktan sonra, Afganistan’ın Host şehrine geçerek Halden askeri kampına katılmış. F.S.Ç, anlatımlarını şöyle sürdürüyor: “Askeri kampta 50 kişiydik. Kampta tabanca, uzun namlulu tüfek eğitimi aldıktan sonra, Pakistan’a geri döndüm. Medresede eğitime kaldığım yerden devam ettim. Peşaver’de katıldığım bu cemaatin adı Mekteb–i Hadamat’tı. Burada askeri değil siyasi eğitim aldım. Peşaver ve Host şehirlerindeki askeri kamplardan sonra, Celalabad’da Derunta mıntıkasında bulunan ve Mevlevi Abdullah’a ait olan Derunta askeri kampına katıldım. Burada yine 3 ay süre ile askeri eğitim aldım. Türkiye’ye döndükten sonra, sahte kimlik ve pasaportlarla, 1999 yılında eşimle birlikte önce İran’a, oradan Pakistan’a, Peşaver’e geçtim. Burada altı aylık siyasi eğitimin ardından Afganistan’a geçerek silahlı eylemlerde gerekli olacak çeşitli eğitimlere katıldım.” Afganistan ve Pakistan’a Türkiye’den giden şahısların kontrolü ve sponsoru belli olmayan Mescitler’de da kaldıklarını belirten F.S.Ç, “Amacımız, Afganistan, Pakistan, Filistin, Bosna Hersek, Çeçenistan, Keşmir, Filipinler, Endonezya ve dünya üzerinde Müslümanların zulüm altında olanlarını, Yahudi ve Hıristiyanların baskısı altında ezilen, öldürülen, kadınlarının ırzına geçilen Müslüman kardeşlerimizi kurtarmak için cihat etmek” demekteydi. Elde edilen bilgilere göre, yurtdışına giriş çıkışlarda gruptaki elemanların kullanması için sahte pasaportlar sağlanmış ve bunlar için kurye ağı oluşturulmuştu.

Günün Önemli Haberleri