Başbakan da bende değiştik
Abone olErdoğan hakkında düşündüklerinin neden değiştiğini de açıklayan Altaylı, kendisinin de değiştiğini söyledi.
Vakit Gazetesi'nin haberine göre,
FATİH ALTAYLI : TUNCAY ÖZKAN KARIŞIKLIĞI SEVEN BİR
ADAMDI
Fatih Altaylı’nın “Ben de değiştim, düşündüklerime inanamıyorum”
sözü, değişim tartışmalarına yeni bir boyut kazandıracağa
benziyor.Bir dönem “herkesle kavga eden” gazeteci görünümündeki
Altaylı’nın yaklaşık 3 yıldır çizdiği “uzlaşmacı” tavrı, bu
röportajda da ortaya çıktı.
Medya yöneticileriyle yaptığımız sohbetlere, Kanal D Haber Genel
Yayın Koordinatörü Fatih Altaylı’yla devam ediyoruz.
Fatih Altaylı’nın “Ben de değiştim, düşündüklerime inanamıyorum”
sözü, değişim tartışmalarına yeni bir boyut kazandıracağa
benziyor.
Bir dönem “herkesle kavga eden” gazeteci görünümündeki Altaylı’nın
yaklaşık 3 yıldır çizdiği “uzlaşmacı” tavrı, bu röportajda da
ortaya çıktı. Ancak “Gerekirse yine kavga eder Fatih Altaylı”
diyerek uzlaşmacılığı “şimdilik” kaydıyla sürdürüyor.
Medya’nın kirli ilişkilerinden Doğan Grubu’nun aldığı ihalelere,
İHL’lerden başörtüsüne, asker-siyaset-medya ilişkilerinden YÖK’e
kadar geniş bir yelpazede sorular yönelttiğimiz Altaylı’nın
söyledikleri şu şekilde:
- Basın özgür diyebilir miyiz?
- Türk basınının çizilen karanlık tabloyla birebir örtüştüğü
kanaatinde değilim. Özgüre yakın bir basın var. Dünyadan çok geri
kalmış basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Hemen her fikir
bir şekilde yayınlanıyor, konuşuluyor, kitlelere ulaştırılıyor.
Türkiye’de hukuk sorunu olduğu bir gerçek, ama bu hukuk sorunu
sadece basında yaşanmıyor. Türkiye’nin temel sorunu hukuktur,
anlayıştır, özgürlüklere bakış açısıdır.
- Türkiye’de Siyaset-Medya-Banka-Asker ilişkileri, 90’lı
yıllarda çok tartışılan ve 2000’li yıllara sarkan bir sorun olarak
varlığını korudu. Bu ilişkiler ne zaman sağlıklı bir zemine
oturur?
- Türkiye’de hukuk egemen olduğu zaman, bu ilişkiler sağlıklı bir
zemine oturur. Ama düşünüldüğü kadar girift ilişkiler olduğu
kanaatinde değilim. En azından kendi açımdan baktığım zaman, o
dönemin kapandığını düşünüyorum. Bir dönem gerçekten bahsettiğiniz
ilişkiler yaşandı. Bunların hepsinin ne olduğu ortaya çıktı,
bankalar battı, gazete patronları hapse girdi. Bazıları gazetecilik
yapamıyor, birilerinin yanında yanaşma olarak patronluğu
sürdürüyor. Ekonomik şartlar ve mevcut iktidarın yapısından dolayı
iktidar-medya ilişkileri sağlıklı bir zemine doğru ilerliyor.
Eskisi gibi değil, yakın zamana kadar bu işler farklıydı. Basını
marke etmekle görevli bakanlar vardı. Bunlar yayın yönetmeni veya
patron düzeyinde yaklaşımlarda bulunuyorlardı.
- Bu ilişkiler, bugüne sarkan bir güven bunalımını beraberinde
getirmedi mi?
TOPLUMUN GÖZÜNDE TAM AKLANAMADIK
- Elbette. Bu ilişkiler, güvenilirliği baştan sona sıfıra indirdi.
Hayatımda bir gün bakanla, askerle veya herhangi bir güç odağıyla
ilişki içerisinde olmadım. Ama hepimiz bundan nasibimizi aldık.
Toplum hepimize aynı gözle bakmaya başladı. Bugün bu ortam ciddi
bir şekilde düzelmesine rağmen, basın, toplumun gözünde henüz tam
manasıyla aklanabilmiş değil. İktidarın yaptığı bazı işlerin doğru
olduğunu düşündüğüm, hatta bazen “Ben de aynısını yapardım” dediğim
oluyor. Bunu yazdığım zaman, bu yazıların, geçmişte olduğu gibi
birtakım kirli ilişkilerden kaynaklandığı düşünülüyor.
- “İrticacı” ve “komünist” suçlamasının basının en önemli
“sığınak” malzemesi olmasını neye bağlıyorsunuz?
- 1990’lardan sonra “komünist” suçlamasının temeli kalmadı. Ama
“irtica” suçlaması ciddi bir şekilde var. Türkiye’de her fikir
sahibi olduğu gibi, “mürteci” de var. Başka ülkelerde de benzer
görüşler var. Almanya’da Hıristiyan Demokratların kimi meselelere
yaklaşımları, Avrupa demokrasisi anlayışı içinde “irtica”
sayılabilir. Açıkçası, Türkiye’nin bu konuda çok ciddi sıkıntılar
yaşayacağını düşünenlerden değilim artık.
- 28 Şubat sürecinde böyle bir sorun var mıydı?
HALKI AYDINLATMADILAR
- Bilmiyorum, emin değilim. Sanki olabilirdi gibime geliyor. 10
sene içinde herkesin, her kesimin kendi payına dersler aldığını
düşünüyorum. Atatürk devrimleri, Atatürk sonrası dönemde kesintiye
uğratılmasa ve halkın lehine olarak sürdürülmüş olsaydı, kimsede
karşı devrim özlemi olmazdı. Ne yazık ki, Atatürk devrimlerini çok
ciddi bir şekilde kesintiye uğrattılar. Cumhuriyetin kazanımları ne
kültür ne de ekonomik olarak toplumun alt katmanlarına aktarıldı.
Hâlâ da aktarılmış değil. Halk, cumhuriyetin getirdiği haklardan
yararlanamadı. Türkiye’yi yönetenlerin bazıları, ekonomik olarak
güçlü olabilmek ve ülkeyi yönetmeye devam edebilmek için halkın
aydınlanmamış olmasını daha çok istediler. Bilinçsiz halk kitlesini
yönetmenin daha kolay olduğunu düşündüler. Böyle olunca da, mevcut
durumun faturası Atatürk devrimlerine çıkartıldı. Atatürk’ün
kabahati değildi; ama sonra gelenlerin bu devrimleri halkın
yararına sunmamış olmaları, halkta bunun faturasını rejime çıkartma
isteği uyandırdı.
- Bugün de “irtica” söylemleri ortaya çıktı. YÖK yasa
tasarısına karşı olanlar, AK Parti’yi “irticacı” çevrelere prim
vermekle suçluyor.
- Meseleleri fikir ve içerik bazında ele alamıyorsanız, bu şekilde
yazmak çok daha kolaydır. YÖK yasasıyla ilgili sakıncaları ortaya
koymak için öncelikle yasayı okumak, geçmişine ve olası sonuçlarına
bakmak gerekir. Bunu yapmak için de, önceki yasaları
araştıracaksınız, bu bir iş. Türk basını o kadar çalışkan
adamlardan oluşmuyor, okumuyor. Onun yerine birtakım önyargıları ve
fikirleri yanyana getirip, şablonlar üzerinden konuşmak çok daha
kolay geliyor. Sohbet, dedikodu ve referans çevresinden alınan
bilgiler doğrultusunda birtakım yazılar yazılıyor. Böyle olunca da
okuyarak kendinizi aşma, farklı perspektifler bulma şansına sahip
olmuyorsunuz.
- Sorun bu, suç kimde?
- Gazetecide..
- Siyaset-banka ilişkileriyle gazete çıkaran patronlarda suç
yok mu?
- Patronların konuyla uzaktan yakından alâkası yok. Benim YÖK’le
ilgili ne yazacağımı Aydın Doğan ne bilsin! 11 yıldır Aydın Bey’le
çalışıyorum, bir gün bile böyle bir şey konuşmadık. Patronların bu
işle alâkası hakikaten yok.
- “İktidarın yapısından dolayı iktidar-medya ilişkileri çok
sağlıklı bir zemine doğru ilerliyor” dediniz, niye ilişkiler bu
iktidar döneminde sağlıklı hale geliyor?
- Daha önceki iktidarlara baktığımız zaman, onların 15-20 yıllık
siyasi geçmişi ve basınla girift ilişkileri vardı. Bu iktidarın
henüz bu ilişkileri kuracak imkânı olmamış olabilir. Ya da böyle
bir niyeti olmayabilir. En azından bize yönelik böyle bir niyet
sezinlemedim. Medyayla sağlıklı ilişki kurmaya çalışıyorlar. Doğan
Grubu’nun iktidara en yakın yazarı olarak ben görülüyorum. Tayyip
Erdoğan’la 3 aydır görüşmüyorum, bu mu yakın ilişki!
- Türk medyasında bir tartışmalı konu da asker açıklamaları.
Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamalar, brifingler çok
önemli haber olarak görülüyor. Bu bir hastalık mıdır, yoksa Türkiye
şartlarının getirdiği bir sonuç mudur?
TÜRKİYE ŞARTLARININ HASTALIĞI
- Türkiye şartlarının ortaya çıkarttığı bir hastalıktır
diyebilirim. Askerlerin açıklamalarını, doğrudan doğruya
Genelkurmay Başkanlığı’nın yetkilendirdiği kişiler tarafından
yapılmamışsa, Kanal D’de katiyen büyütmeyiz. Çok kıymet arzeden bir
konuysa, arkalarda bir yerde kullanırız. Arkadaşlarıma net
talimatımdır: “Burası demokratik bir ülkedir. Askerlerin, askeri
konular dışında söylediği sözler bizim açımızdan haber değeri
taşımıyor. Nereye kadar; Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi
açıklamasına kadar.”
- Resmi açıklama olunca demokratik mi oluyor?
- Demokratik demiyorum ki... Askerin her meseleye müdahil
olmasından yana değilim, buna da kendimi alet ettirmiyorum. Ama
milletin merak ettiği bir konu var ve haber değeri taşıyor, bunu
ister istemez kullanırım. Onun dışında, her önüne gelenin her
istediğini söyleyip de medyayı kullandığı bir ortam oluşturmaktan
yana değilim. Şahsını kurumların önüne çıkartıyorsa, kim olursa
olsun dediklerini kullanmam.
- Kanal D’ye ve size geçelim isterseniz.. Kanal D yönetimine,
tartışmalı bir gazeteci olan Tuncay Özkan’dan sonra geldiniz. Siz
geldikten sonra ne değişti?
KANAL D’YE ANAP’IN YAYIN ORGANI OLARAK
BAKILIYORDU
- Kanal D Haber’e, Tuncay Özkan’ın Mesut Yılmaz’la olan yakın
ilişkilerinden dolayı “ANAP’ın yayın organı” gözüyle bakılıyordu.
Tuncay Özkan yarı siyasetçi, yarı gazeteci, yarı fikir adamı gibi,
ne olduğu karışık bir pozisyon yaratmayı seven bir adamdı. Yönetime
gelir gelmez şu anlayışı önemsedim: Haber merkezleri güç odakları
değildir, aynadır. Zaten Tuncay Özkan gidince, böyle bir yapı
burada kalmamıştı.
- Bir yöneticinin değişmesiyle televizyonun yayın politikasında
bu derece değişiklik nasıl oluyor?
- Aydın Bey’e, “Size şu ihaleyi bağladım, şu kişiyle şu işi
bağladım” dersem buna hayır der mi, bilmiyorum. İşadamı olduğu için
dememe ihtimali yüksek. Ama böyle bir hizmet vermediğim zaman, bu
yönde bir talepte bulunmaz. Gazeteci, işadamının koynuna giriyorsa;
o gazetecinin kabahati, işadamının değil. Gazeteci kendini
kullandırmak isterse, patron kullanır.
- Aydın Doğan, yöneticisini değiştirerek, strateji
değişikliğine gitmiş olmuyor mu? Tuncay Özkan, dönemin iktidarı
ANAP’a; Fatih Altaylı da, AK Parti’ye yakın bir isim. İktidara
yakın bir ismi atayınca, bir şey istemesine gerek kalmaz
herhalde!..
- Böyle bir stratejisinin olduğunu sanmıyorum. Aydın Doğan’ın beni
buraya oturtması, onun için riskti aslında. Çünkü yazar Fatih
Altaylı kavgacı, gürültücü bir adam.
- Yönetici olunca kavgacı Altaylı gitti, yerine başka bir kişi
geldi.
- Bunu Aydın Bey nereden bilsin? Aydın Bey kendi kendine bir kumar
mı oynadı? Elbette düne göre daha uzlaşmacıyım. Çünkü Türkiye’nin
gerçeklerini görüyorum. Gerekirse yine kavga eder Fatih Altaylı,
ama bugün Türkiye’nin kavgaya ihtiyacı yok.
- “İktidar adamı bozar” sözü, sizin için de geçerli oldu
herhalde...
- Ben Kanal D Haber’e başlamadan önce de köşemde tavrımı
değiştirmiştim. Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda tavır
geliştirmeye çalışıyorum. Çocuğumun geleceğini düşünüyorum.
Kızımın; kavganın, hırsızlığın, pisliğin olduğu bir ortamda
büyümesini istemiyorum. Ben büyüdüm, ama kızım bunları görmesin
istiyorum.
- Bir dönem Tayyip Erdoğan’ı “FP’lilerden daha radikal” ve
“teröristlere akıl vermek”le suçladınız. Bugün ise aynı Erdoğan’ı
Nobel Barış Ödülü’ne layık görüyorsunuz, ne değişti? Siz mi, yoksa
Erdoğan mı değişti?
- İkimiz de değiştik. Herkes görüyor, öğreniyor, değişiyor. Tayyip
Erdoğan, “20 sene önceki söylediklerime inanamıyorum” diyor. Ben de
5-10 sene önce söylediğime bugün inanamıyorum. Düşündüklerime
inanamıyorum, ya da o zaman kimlere destek verdiğime inanamıyorum.
Herkes kafasındaki düşünceleri yeniden şekillendiriyor. Tayyip
Erdoğan, Batı karşıtlığından, Türkiye’yi AB’ye sokmak için en yoğun
çaba gösteren lider haline geldi. Batılı liderlerle kolkola sıcak
ilişki içerisinde bir liderimiz var artık. Biz bunu biraz Özal’da
görmüştük. Bunu yapan adama ben niye karşı çıkayım ki!.. Biz de
değiştik. İmam-Hatipler meselesinde değiştim mesela.
- “Defalarca yazdım” diyorsunuz, demek ki bu konuda
değişmemişsiniz. Nerede değiştiniz?
DOĞRU İFADE ETMEYİ ÖĞRENDİM
- İfade ediş tarzı olarak değiştim. Daha doğru ifade etmeyi
öğrendim diyebilirim. Mesela; türbanlılara hiçbir zaman karşı
olmadım, ama bunu ifade edemedim. Ne demek istediğimi
anlatamadım.
- Karşı olmadığınızı söylüyorsunuz, ama türbanlılara “fahişe”
dediğiniz için yargılandınız.
BAŞÖRTÜLÜ ÖĞRETMEN OLSUN
- Ben türbanlılıra fahişe demedim ki.. Başörtüsüyle ilgili
derdimizi net anlatamadık. Bugün bu konuda düşüncemi daha net
anlatmayı ve daha hoşgörülü olmayı insanlara söylemeyi öğrendim.
Eskiden bunu söyleyemiyorduk. Özel okullarda insanların ‘hemen
yarın!’ türbanlı derslere girmelerini istiyorum. Özel okullarda,
özel üniversitelerde türbanlı insanların hocalık yapmalarından
yanayım. Devletin bunlara yönelik kuralları var. Her devletin
kendine özgü kuralları olabilir, bunlar yanlış veya doğrudur, ama
değişebilir. Hoşgörünün hep bir taraftan beklenmemesi gerektiğini
de düşünüyorum.
- Özgürlüklerden yanasınız, ama Kanal D’de bir tek başörtülü
personel yok.
- Bunu biz de konuştuk. Araştırdık, hiç başvuru olmamış.
- Başvursa alır mısınız?
- Ekrana çıkartmayacaksam alırım.
- Niye ekrana çıkartmıyorsunuz ki?..
- Bilmiyorum, ekranda açık saçık daha güzel olduğunu düşünüyorum.
Belki çıkartabilirim de...
- Erdoğan’la ilişkilerinize dönelim tekrar. Başbakan’la
ilişkilerinizin “sıcak” olduğunu herkes biliyor. Bu ilişkilerin
sıcak olmasında, Doğan Grubu’nun kamu bankalarına olan borçlarının
bir etkisi var mı?
- Doğan Grubu’nun kamu bankalarına borcu olduğu konusunda hiçbir
fikre sahip değilim. Ne kadar borcu var, onu bilmiyorum. Aydın
Bey’e sormak lazım, beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren tek
şey, Kanal D’nin kime ne kadar borcu olduğu ve bunları ödeyip
ödeyemediği. Kanal D kârlı bir kuruluş ve patrondan beş kuruş para
istemeyiz. Kanal D’yi iktidara yakın olmakla suçluyorlar. Miliyet
gazetesi tam aksi bir çizgi çizgiyor. Hatta bu çizginin bazı
unsurları beni rahatsız ediyor. Doğru bulmadığım şeyler de var.
Peki, Milliyet’in sahibi Aydın Doğan değil mi? Milliyet’in sahibi
Aydın Doğan’ın kamu bankalarına borcu yok da, Kanal D’nin sahibinin
mi kamu bankalarına ihtiyacı var!..
- Milliyet’le, “İstediklerimi yapmazsan böyle olur” mesajı
veriliyor olamaz mı?
- Hayır, benimle ilgili öyle bir şey yok. Bağımsız bir çizgi
sürdürüyorum, doğruyu aynen yansıtıyorum, kendi köşemde de
inandığımı söylüyorum. Tayyip Erdoğan şunu biliyor: Fatih Altaylı
iktidara karşı art niyetli değil, doğruya doğru, eğriye eğri demeye
çalışan ve hiçbir beklentisi olmayan bir insan. Erdoğan’ı
alkışlamam eleştiriliyor, çünkü kendileri köpek beslemişler,
yazılar yazdırmışlar, onlara bir şeyler yaptırmışlar. Benim böyle
bir şeyim yok, benden kimse bir şey isteyemez, doğru bildiğim ne
varsa yaparım.
Geçmişte gazeteciler satılmış
- Doğan Grubu “AKP medyası” olmakla suçlanıyor. AKP medyası mı
oldunuz?
- AKP de Doğan Grubu’nu başka şeylerle suçluyor. Kimisi öyle,
kimisi böyle diyor. Tarafsız görüş sergilemek zordur. Bu yöneticiye
bağlı bir şey. Ben AKP’ye daha yakın duruyorum. Kıbrıs başta olmak
üzere, yaptıkları pek çok işi beğeniyorum. Doğru gördüğüm işleri de
alkışlıyorum.
- Alkışladığınız için niye “AKP medyası” olarak
suçlanıyorsunuz? Bu durum da medyanın çarpık yapısından
kaynaklanmıyor mu?
- Onun da etkisi var muhakkak, ama Türkiye’de takım tutar gibi
yaklaşım sözkonusu. Fenerbahçe iyi oynasa da, benim için kötü
oynamıştır; siyaset de maalesef böyle oldu. Bu durum yüzünden
AKP’yi alkışlayınca, “Vay şerefsiz, satıldı” deniliyor. Çünkü
geçmişte satılmış gazeteciler, ya da satıldıkları yolunda bir inanç
oluşmuş. Benim, Tayyip Erdoğan’la gazeteci olmanın ötesinde hiçbir
işim yok. Röportaj yapmam bile suç oluyor.
İktidar dik dursun
- “Aydın Doğan, Petrol Ofisi’ni alırken medya patronu olmasının
hiç avantajı olmadı” diyebilir misiniz?
- Muhakkak ki vardır. Ancak, Petrol Ofisi ihaleye çıktı. 1 milyar
116 milyon dolara Bayındır Grubu aldı, parayı ödemediler. İkinci
ihaleye Aydın Bey girdi, Bayındır’ın verdiğinden daha fazla verdi
ve aldı.
- Kamu bankalarından kredi alarak ödedi.
- Kimden kredi aldığı, kredinin faizini ödeyip ödemediği ayrı
mesele. Ama hem Türkiye’den, hem de yurtdışından finansman
sağlandı. Ortada yanlış olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki, işadamı
böyle bir şey yapmak isteyebilir, iktidar da dik dursun. ‘Kardeşim,
basın-masın tanımam, bu işin kuralı budur, ona göre satıyorum’
desin.
Üniversite sınavlarında yapılan ayıp
- Nasıl değiştiniz?
- Benim böyle bir ihtiyacım yok, ama insanların dinleri öğrenmek
gibi ihtiyaçları varsa bunu öğrenmeli. Bunun İHL adı altında değil,
başka bir isim altında yapılmasını öneriyorum. Türkiye’de
kavramların içeriğiyle ilgili değil, kabuğuyla ilgili tartışmalar
yapıldığı için, İmam-Hatiplerin memlekette ciddi bir stres kaynağı
haline geldiğini görüyorum. İmam-Hatiplerin müfredatında hangi hata
var, bu tartışılmıyor ki, adı tartışılıyor. Ben de bu durum
karşısında diyorum ki; bir Din Meslek Lisesi açalım. “Bunlar sadece
İlahiyat Fakültelerine ve din görevlisi kadrolarına öğrenci
yetiştirir” diyelim. Ayrıca dinini öğrenmek isteyen çocuklara da
kendi imkânları içerisinde her okulda belli bir eğitim verilsin.
İHL’ye gitmedim diye, dinimi niye öğrenmeyeyim! Dinini öğrenmek
için illa İHL’ye gitmek gerekmesin.
- Dün bu konuya farklı mı bakıyordunuz?
- Üniversite sınavlarında yapılanın ciddi bir ayıp olduğunu
düşünüyorum. Siz bu sınavda çeşitli insanlara çeşitli zorluklar
çıkaramazsınız. Böyle bir hakkınız yok. Böyle yaptığınız zaman
eşitliğe aykırı, Anayasa’ya aykırı. Bunu defalarca yazdım. Ama
İmam-Hatipli deyince, bir önyargıya neden oluyor. Bu önyargıyı
ortadan kaldıralım. Kendi başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım:
Yıllar önce radyoya ekonomi editörü arıyoruz. İHL mezunu bir çocuk
başvuruda bulundu. CV’sini kabul eden arkadaşımız da, “İHL mezunu
almamanız daha iyi olur” diye not düşmüş. Birebir görüşmede
arkadaşı beğendim ve işe aldım. Askere gitti, dört gözle dönmesini
bekliyorum. Çünkü, o gidince işler sıkıntıya uğradı. Özelini
bilmiyorum; namaz kılıyor mu kılmıyor mu, içki içer mi içmez mi hiç
umurumda değil.