Barlas'tan ilgi çekici anılar
Abone olUsta gazeteci Mehmet Barlas son çıkan kitabıyla ilgili konuştu. Barlas, ihtilal döneminin ihanetlerinden Özallı yılların dostuklarına kadar çarpıcı anıları anlattı.
Usta gazeteci Mehmet Barlas'ın "Rüzgar Gibi Geçti" isimli kitabı
medyada 'rüzgar' etkisi yarattı. Barlas, Dünden Bugüne
Tercüman Gazetesi'nden İrem Barutçu'yla son kitaptan mesleki
anılara, ihtilal dönemlerinden Özallı yıllara değin birbirinden
ilginç olayları anlattı.
Röportaj: İrem Barutçu
Kaynak: www.tercumangazete.com.tr
Canan-Mehmet Barlas, biri post-modern, dört askerî darbeye sahne
olan bir ülkede 'gazeteci' olmayı anlattı. Mehmet Barlas: "Rodeo
binicileri gibi... Atın sırtından düşmemeyi başardım"
Sayın Barlas, geçtiğimiz günlerde "Rüzgâr Gibi Geçti"
isimli kitabınızı yayınladınız. Bu son kitabınızda, "soyadı
kırımından" bahsediyorsunuz... Nedir bu "soyadı
kırımı"?
28 Şubat'ta, gerek o günkü Mesut Yılmaz'ın başbakan olduğu hükümet,
gerek 28 Şubat darbesini yapan generaller, gerekse "bir takım"
çevreler, Erbakan başbakanlığındaki Refah-Yol hükümetinin
devrilmesi için ellerinden geleni yaptılar. Ben de, bunun
"demokrasiye" aykırı olduğunu savunduğum için, müthiş nefret
topladım. Kimi, "şeriatçı" dedi... Kimi, "Erbakancı" dedi... Hatta,
"Erbakan'dan örtülü ödenek alıyor" diye çamur atanlar bile çıktı!..
Ama bana vız geldi. Bildiklerimi yazdığım için, Sabah'ta yazılarım
kesildi. O sırada Canan Yeni Yüzyıl'da yazıyordu ve onun da
yazıları kesildi. Bundan dolayı, "soyadı kırımı" diyorum. Çok ayıp
şeylerdi... Neticede, o dönemde bunu yapanların hepsi ya mahkemede,
ya barajın altında, ya siyasetin dışında, ya da mesleğin
dışındalar. Neticede biz, bugün yine burada duruyoruz.
O günlerde, sizin analizleriniz ne
doğrultudaydı?
Erbakan'ın başbakanlığının devam etmeyeceğini görüyordum. Uyardım
da... O günlerde bir toplantı yapıldı, ben de gittim, "Sen
devrildin!" dedim. Erbakan'la Çiller arasındaki koalisyon
protokolüne göre, Erbakan ayrıldıktan sonra Çiller başbakan
olacaktı. Onu kabul etti ve hızla erken seçim kararı aldılar. Benim
istediğim de zaten oydu. Çiller, darbe olmadan başbakan olsun,
erken seçime gidilsin ve sonra ne olacaksa olsun!.. Ancak buna
vakit kalmadı...
Gelelim, o günlerde sizi "şeriatçı" olarak gören
dostlarınıza...
Türkiye'de bu, çok kötü bir alışkanlık... Meselâ bir gazeteci, veya
her hangi bir iş adamı, dincilerle yan yana olduğu zaman diyorlar
ki: "Mutlaka bir çıkarı vardır. Değişir..." Bazı bürokratlarda
vardır bu... Eğer sol iktidar ise, solcu olur... Sağcıysa, sağcı
olur... Dinciyse namaza başlar, cumaları kaçırmaz ... Beni de, öyle
olmadığımı defalarca kanıtlamama rağmen öyle sandılar!.. Çıkar
ilişkisi olsaydı, Özal'ı öldükten sonra hâlâ savunur muydum?
İnandığım için savunuyorum. Orada Erbakan'a inandığım için değil,
demokrasiye inandığım için beraber oldum. Onlar sandılar ki,
şeriatçılık... Sanki Türkiye'ye şeriat rejiminin gelmesini
istiyorum!.. Saçma bir şeydi ama Türkiye'de saçmalığın sınırı
yok.
Peki dostluklarınıza bu anlamda ket vurdular
mı?
Tabii... Ama faydalı oldu... Bu, askerrejimlerde rejimlerde olur;
12 Mart'ta da olmuştu... Sonuçta gerçek dostlar kalıyor...
"Darbelerde, dostluklarınızı test edebilirsiniz"
diyorsunuz, öyle mi?
Tabii... Babam da politikacı olduğu için, bunu babamda da gördüm.
Darbe olduğu dönem ile olmadığı dönem arasındaki fark çok büyüktür.
Marifet, mevkiye bağlı olmayan sürekli dostlukları koruyabilmektir.
Biz, onlara fazlasıyla sahip olduğumuzu gördük.
Canan Hanım, Mehmet Bey kitabında, dostlarınızın bu
tepkilerine sizin inanmak dahi istemediğinizi ve başka sebepler
aramakla meşgul olduğunuzu yazmış...
Bana göre, Mehmet ciddi bir "enternasyonal entelektüel"dir.
Toplumun önünde gider... "Kanaat önderi" derler ya... O günlerde
de, Tayyip Erdoğan ve ekibinin geldiğini gördü. Ama onun bu
görüşünü, "Şeriat düzenini destekliyor" diye tercüme ettiler. Bu
da, beni çok şaşırttı. Etrafımızdaki insanlar, birer birer
kayboldular. Tabii yakın arkadaşlarımızla normal hayatımızı
sürdürüyorduk ama hiçbir Babıâli patronu, hiçbir gazeteci
hatırımızı sormadı. Askeri gerilimler, insanları insanlıktan
çıkaran gerilimler... Belki de, gerçekten evde namaza duruyoruz
zannettiler... Mehmet de zaten yazmış kitabında... O günlerde,
"Evet, namazı beş vakitten üç vakte indireceğiz... Erbakan'la bunu
konuştum" diye matrak geçiyordu... Düşünün, komşularımız bile
"Şimdi Erbakan geldi... Türkeş geldi..." diye, bizi medya
patronlarına ihbar ediyordu... Halbuki biz, karı-koca işten
kovulmuşuz ve onlar da, "Geçmiş olsun!" demeye geliyor...
Medya patronu derken, internet sitelerini kastediyorsunuz
her halde?
Hayır... Buradan, büyük medya patronlarına, Mesut Yılmaz'a, "Şimdi
Erbakan geldi, yanında şu kişiler vardı, şu kadar oturdu" gibi
haber gidiyordu!.. Bakın, bir gün Erbakan bize geldi. Yanında
Tayyip Erdoğan... Mehmet, "Sayın Erbakan, size niçin 'Hoca'
diyorlar? Cami hocası mısınız, mektep hocası mı?.."diyerek sordu:
"Sizin yanınızda niçin kimse içki içmiyor?.." Sonra, "Sizinle
demokrasi yolunda, kısa bir yol arkadaşlığım var... Ama bu
arkadaşlık, referansınız İslam olduğu sürece, uzun süreli
olmayacaktır..." dedi. Ve Tayyip Erdoğan, orada, bana göre ilk kez,
"Referansımız demokrasidir" şeklinde konuşma yaptı ve bir süre
sonra da Erbakan ile yolları ayrıldı...
Peki Mehmet Bey, 12 Mart ve 28 Şubat'ta iki kez meslekten
uzaklaştırıldınız.
Ülkemiz koşullarında, "Halen gazetecilik yapabildiğime göre
başarılıymışım" diyor musunuz? Başarılı bir gazeteci olmak ayrı,
"survivor" olabilmek ayrı... Rodeo binicileri gibi... Demek ki,
atın sırtından düşmemeyi başardım. Maraton koşmak meslekte... Ama,
bu kesintiler olmasaydı, çok daha fazla şey yapabilirdim.
Yapamadım...
Dede rolündeyim, bana karşı haksızlık oluyor!
Ailenize, kızınızın bir buçuk yaşındaki oğlu Faruk Anter'in
ardından, iki ay önce oğlunuzun oğlu Cem Barlas da katıldı. Dede
olmaktan memnun musunuz?
Dede olmak çok güzel... Türk müziğini severim ve en beğendiğim
besteci Dede Efendi'dir. Şimdi, ben de "dede efendi" oldum. Çok
mutluyum... Tabii insan, devamını görüyor ki, müthiş bir olay...
Kendin gibi hissediyorsun, etinden parça gibi... İnsan, ilerleyen
yaşla birlikte, kendi çocuklarının bebekliğini unutuyor. O yüzden
hayatın başlangıcının ne olduğunu, insan denilen mucizenin ne
olduğuna bir kez daha tanık oluyorsun. Bütün dünya, nano teknoloji
ile uğraşıyor; ciplerin küçülmesi... Dünyadaki en küçük nano
teknoloji cenin... Müthiş bir beyin, vücut, evreni kaplayacak zeka,
bu kadar küçük bir hücrede toplanıyor. O mucizenin nasıl tam bir
insan olduğunu görüyor ve heyecanlanıyor insan...
Peki bir yandan da yaşın ilerlediğini hatırlatıyor
mu?
Utanıyorum tabi!.. Çünkü benim meslektaşlarım var; mesela Hıncal
Uluç... Benden, bir ya da iki yaş daha büyük; ama 22 yaşında
kızlarla geziyor. Mankenlerle beraber... (Canan Barlas, bu anda
kahkahalar atıyor...) Reha Muhtar... Mesela o da benden biraz
küçük; ama o da zayıflıyor, sigarayı bırakıyor, havalarda uçuyor...
Şimdi ben, dede rolündeyim. Bana karşı haksızlık oluyor...
Mehmet Bey, Canan hanım ters ters bakıyor!.. İstediği kadar
baksın... Gerçekler ortada... (Kahkahalar)
Canan Hanım, bu konuda siz ne diyeceksiniz? Yok hiç gerçek değil..
O, aslında hayatından çok memnun... Burada, sadece biraz cilve
yapmaya çalışıyor... Üstelik o, çok da bebek sever...
Siz büyükannelikten memnun musunuz?
Olağanüstü... Ben, öyle bebek sevmem... Evcilik oyunu da
sevmezdim... Gözüm daha çok dışarıda, iş yaşantısında olduğu
için... Kendi çocuklarımı severek büyüttüm, çok da seviyorum ama
çok çocuk sevdiğimi söyleyemem. Fakat torunlar gelince, başka bir
dünya başladı. Mehmet'in söylediği gibi, bir insanın oluşumunu
izlemek müthiş... Üstelik bizim devamımız... Ailenin büyüdüğünü
görmek, sonsuzluğa karşı bir savaş vermek gibi... Büyükanneliği,
herkese tavsiye ediyorum...
"Özal'ı, uzaylı gibi gördüm"
Sayın Barlas, merhum Özal ile dostluğunuz biliniyor. Sormak
istiyorum, Özal'da keşfettiğiniz neydi?
Özal'ı ben uzaylı gibi gördüm: E.T... Malatya'dan çıkmıştı, ama bir
ayağı da Amerika'daydı. Birincisi, Türkiye'de söylenilmeyen
sözleri, düşünülmeyen düşünceleri, müthiş bir cesaretle
seslendiriyordu. İkincisi, "Yapacağım!" dediğini yapıyordu.
Türkiye'de mahalle kahvesine giderseniz, herkesin, "Bir iktidar
olayım, şunları şunları yapacağım!" diye anlattığını görürsünüz.
Bunu, politikacılar da çok söyler... Özal, ne söylüyorsa hepsini
yapıyordu ve yaptığı işlerin hepsi de dünya paraleldi,
uyumluydu...
Sizleri, insanı olarak birbirinize yakınlaştıran ortak
noktalar da var mıydı?
Türk müziğine olan merakımız... Türk müziğini çok seviyordu. Fasıl
yaptığımız zaman, Özal da burada oturur, ben de burada otururum ve
beraberce söylerdik. İkincisi, gülmeyi biliyordu. Üçüncüsü, her
konuya meraklıydı. Papağan gördüğünde, "Onu nasıl konuşturacağım",
hızlı motor gördüğünde, "Bunu nasıl kullanacağım!" diye düşünür.
Ben de meraklıyım!.. Bir de arkadaştık. Cumhurbaşkanı bile olsa,
doğum günlerimde gelir, "Hadi bize gidiyoruz" derdi...
Kitabınıza bakılırsa, merhum Özal da gazeteci Barlas'ı
değil, arkadaşı Barlas'ı seviyormuş!..
Evet... Bir akşam beraberdik... Omzuna elimi attım... "Benim şişman
bir arkadaşım var, cumhurbaşkanı..." dedim... "Benim de bir
arkadaşım var, gazeteci... Ama gazeteci olduğu için değil, hiç
yalan söylemediği için seviyorum" dedi. Çok iyi arkadaştık...
Birbirimizi çok seviyorduk..
Bir de Turgut Özal'ın diyetine ilişkin bir anekdot
aktarmışsınız... Merak edebilecek okurlarımız için Özal diyetini
anlatır mısınız?
Turgut Bey'in boğazına çok düşkün olduğu kesindi. Diyet yaparken,
mutlaka o diyeti bozacak bir şeyler de yapardı. Hatta bir gün Yusuf
Bozkurt Özal'a da, "Ağabeyin hasta... Hem prostat kanseri nedeniyle
hasta, hem de by-pass olmuş... Zayıflaması lazım" dedim. " Bizim
aile yapımız böyle... Biz, zayıf olduğumuzda mutsuz oluruz!"
dedi... Bir keresinde de, bize geleceklerdi. Perhiz yaptıkları için
Canan'a, "Perhiz yemekleri yaparsın!" dedim. Ama o, hem perhiz
yemeği, hem de normal yemekler yapmış... Yemekte, baklava ve kabak
tatlısı da vardı. Turgut Bey, Semra Hanım'a, " Bak bakalım Semra,
baklava tatlı mı, değil mi!" dedi. Semra Hanım, baklavanın tadına
baktı ve "Yiyebilirsin, çok tatlı değil" diye cevap verdi. Sonra
kabak tatlısının tadına baktı, "Bu da çok tatlı değil" dedi. Turgut
Bey, perhiz yemeğinin ardından tatlısını da yedi...
Yatağımdaki düşman!"
Kitabınızda, kadın gazeteciler için evliliğin güç olduğunu
vurguluyor, "Hele bir kadın gazeteci, meslektaşı ile evlenirse daha
da zorlaşır" diyorsunuz... Neden?..
Rekabet var tabii.. İşteki rekabeti eve taşımak, problem oluyor.
İkincisi burası erkek toplumu ve kadınların yeri, daima bir kademe
daha aşağıda... Çeşitli inançlar var: Kadın geç vakte kadar
çalışamaz... Kadın, erkek kadar her yere giremez... Bu sadece
gazeteciler için değil; kadın başbakan için de geçerli. Tansu
Çiller başbakan oldu. Başbakanlığın bir özelliği şudur; siyasetçi,
sabahlara kadar adamlarıyla birlikte olur, sofralar kurulur... Ama
Tansu Çiller saat 12.00 oldu mu, kocasının yanına çekiliyordu. Onun
için hiç yakın çevresi olmadı. "Dün akşam Başbakanlaydım" diyen
erkek çıkmadı ve Tansu Çiller'i izole ettiler!.. Kadın gazeteciler
de öyle...
Evliliğinizde, mesleki fedakârlık yapanın genellikle Canan
Hanım olduğunu belirtmişsiniz. Evlendiğinizde, Cumhuriyet'ten
ayrılan da o oluyor. Fedakârlık niçin hep ona düşüyor?
Canan, Cumhuriyet'e geldiğinde, ben orada yer edinmiştim. Köşe
yazarıydım... Dış Haberler'in başındaydım... Ayrıca dizi-yazı
yapıyordum ve ayrıca birinci sayfada çalışıyordum... O ise, yeni
bir stajyerdi... Benim ulaştığım noktaya ulaşması zaman alacağı
için böyle bir fedakarlık yapmak zorunda kaldı.
Canan Hanım, bu kararı siz nasıl aldınız?
Bana dedi ki, "Bir evde iki gazeteci olmaz! Sen, bu gazetecilik
işinden vazgeç..." Bir de, bana, tanıştığımız gün evlenme teklif
etti. O gün de, benim gazetede çalışmaya başladığım ilk gündü.
Gazetede birikimleri olup da taviz vermiş durumunda değildim. O,
dış politika yazarıydı, gece sekreteriydi ve ben, çiçeği burnunda
bir gazeteciydim...O gün, "Evet" ya da, "Hayır" demedim. Ama sonra,
benim gazeteci olmamı ve gazetede kalmamı istemedi. Sosyoloji
eğitimim sırasında psikoloji de okumuştum ve Bakırköy Akıl
Hastanesi'nde işe başladım. Ancak güç koşullarda çalışıyordum ve
oğluma hamile kalınca, o mesleği daha fazla yapamayacağımı
düşündüm. Oğlumu beş yaşına getirinceye kadar, çalışmadığım için
çok sıkıntı çektim. Önce başka mesleği yapmak ve ardından
çalışmamak beni etkilemişti, baş kaldırdım ve "Her şeyi yeniden
gözden geçirelim!" dedim.
Ve gazeteciliğe başladınız. Hatta Ankara'da rakip de
oldunuz. Mehmet Bey, TRT Haber Dairesi Başkanı olduğunuz dönemde,
Hürriyet muhabiri olan eşinize açıkça tuzak kurduğunuzu ve onun
yapacağı haberleri önceden öğrenip, kameraman ve muhabir
yolladığınızı itiraf ediyorsunuz... Bu, tartışma mevzu olmuyor
muydu?
Orada özel bir yapı vardı. TRT tek kanaldı. Benim rakibim,
Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet'ti ve eşim de benim rakibimdi. Şimdi
rakibin evinde yaşayınca, "Yatağımdaki düşman" gibi... Filmi var ya
Demi Moore'un... Evimdeki düşmanı alt etmek için ne yapacağım? Eğer
Dışişleri'ne gidiyorsa, bir adamımı görevlendirirdim ve orada
ertesi günün Hürriyet gazetesinin manşetini yakalayabilirse, ele
geçirmeye çalışırdım. Üçkâğıtçılık yapıyordum... Ama mesleki...
Bir de bir Çin gezisi öncesinde "Gelemezsin... Bir başka
gazetenin muhabirisin... Milliyet'ten aldığım harcırah ile benim
odamda kalmana izin vermem!" demişsiniz... Canan Hanım, siz o
geziye katılıp da niçin başka odada kalmadınız?
Ona izin vermedi. Şimdi, onun hesabını versin!..
Mehmet Bey, ne diyorsunuz?
Haksızlık ettiğimi yazdım... Şimdi olsa yapar mıyım, bilemiyorum...
Bu kafamla yapmam... Titizlik yapmışım... İnsan ömrü zaten 60-70
yıl, onda da saçma sapan tatsızlıklar yaratıyorsun!.. Erkeklerin
geç olgunlaşmasından kaynaklanan bir olay... Erkek şovenliği...
Canan Hanım, Çin gezisi konusunda ne
söyleyeceksiniz?
Bunu, ben de kendi kitabımda yazdım... Bu bana, hayatında yaptığı
en büyük haksızlıktı. Çünkü ben, ondan önce Çin'e
gönderiliyordum!.. "Ben gideceğim, sen kalacaksın" dedi ve bu bana
ağır geldi. Başka oda konusunda ise "Olmaz!" diyordu. "Bizim
evliliğimiz daha mühim!" diyor... Genç bir gazetecinin kafa
karışıklığı... Onu hiç affetmediğim için, onun rahatsızlığını halen
yaşıyor. Ama o kadar da kusuru olsun... Çok mücadele etti. O kadar
da haksızlık yapıversin!.. (Kahkahalar...)