Barlas'tan Ahmet Hakan'a nasihat
Abone olBarlas, köşe yazarı, özgür, bağımsız ve ön-yargısız olmayı başardığı takdirde bu meslekte başarılı olabileceğini yazıyor.
Ahmet Hakan, 21'inci yüzyılda "Fahriye" denemesi mi
yaptı?
Ahmet Hakan, benim hem arkadaşım, hem meslektaşım. Gazete yazarlığı
ve televizyonculuk, ikimizin de ortak meslek alanlarımız.
Aramızda, sadece yaş farkı var. Bu bakımdan, onda varlığını
sezdiğim bazı kararsızlıklar konusunda, öğütler vermek hakkına
sahip olduğumu düşünüyorum.
Ahmet Hakan, daha önceki yazılarında da, çeşitli konularda sayın
okurlardan gelen tepkilere karşı cevaplar vermişti.
Dün de, bu tepkileri (veya eleştirileri) hatırlayıp şöyle başlamış
yazısına:
- Dört bir yanım sarılmış durumda, kendimi acayip kıstırılmış
hissediyorum. Hangi konuya el atsam gaiplerden gelen bir 'cıss'
sesi irkiltiyor beni... Mevzu bol, yerim dar değil ama ben
oynayamıyorum. Şimdiden onlarca tabuya sahibim. Put kırmaya ise hiç
takatim yok.
Tabii bu cümleler büyük ölçüde, "tabu" olarak görülen konulara
değinmek için yazılmış.
Yani Ahmet Hakan, Divan edebiyatında "Fahriye" denilen türü, bir
anlamda düz yazıda güncelleştirip, "Aslında ben her konuyu
yazıyorum" demiş.
Genç okurlar "Fahriye"yi unutmuş olabilirler.
Fahriye, kasidenin bir bölümünde şairin kendisini övmek için
yazdığı dizelerdir.
Itri'nin Segah yürük semaisi ile hepimizin belleğine yerleşen
kasidesinde, Nefi ne der?
"Tuti-i mucize guyem ne desem laf değil..."
Yani "Ben boş sözler söylemeyen mucizelerin papağanıyım" diye över
kendisini.
Veya Zekai Dede'nin Hicazkar yürük semaisini hatırlayın:
"Bülbül gibi pür oldu cihan nağmelerimden..."
Zekai Dede de, burada, nağmelerinin dünyayı nasıl temizlediğini
anlatıp, öz-övgü yapmaz mı?
Ahmet Hakan'ın garipten gelen cısslara kulak asmadığını, 28 Şubat
döneminde, Kanal-7'de yaptığı yayınlardan çok iyi biliyorum.
Susturulduğumuz dönemlerde, bizlere konuşma hakkı, sadece Ahmet
Hakan'ın programları sayesinde mümkün olmuştu.
Ama yine de, gazete yazarı için sayın okurların seslendirdiği
cısslar, zaman zaman, insanı kararsızlığa itebilir.
Benim vermek istediğim öğüt şu. Gazete köşe yazarı, özgür, özerk,
bağımsız ve ön-yargısız olmayı başardığı, özel yaşamlara saygılı
olduğu oranda, bu mesleği bir maraton gibi ömür boyu koşabilir.
Elbet herkesin temel eğitiminde, yetiştiği çevreden gelen
alt-kültüründe, inanç derecesinde ve dünya görüşünde farklılıklar
vardır.
Elbet her yazar, dünyaya kendi değer ölçülerinin gözlüğünden
bakar.
Ama eğer hep "Belirli birileri beğensin" diye yazarsanız veya halk
dalkavukluğu yapan popülist politikacıları eleştirirken, siz de
okuyucu dalkavukluğu yaparsanız, bu meslek çok zorlaşır.
Ahmet Hakan da görüyordur. Aynı konuda gelen okur eleştirileri,
öylesine farklı ki.
Kimi över, kimi söver bile bazen. Eğer okurlara bağımlı, icazetli
bir yazar olursanız, eşeğe kendisi mi binse, oğlu mu binse daha
doğru oluru kestiremeyen Nasreddin Hoca'ya dönersiniz.
Çok önemli bir mesele de, siyasetçilerden bağımsız olmaktır.
Siyasetçinin önceliği, iktidardır. "İktidar", başlı başına bir
ideolojidir. Parti farkı yoktur politikacının iktidara
bakışında.
Gazete yazarının hedefi ise, iktidar değildir. Tutarlı, saygın ve
okunur olmaktır.
Aslında Ahmet Hakan da biliyor bunları. Ama yine hatırlamasında
fayda var.