Barlas'a göre çoğu kavganın içi boş
Abone olSabah Gazetesi'nin 'usta yazarı' Mehmet Barlas, başlıca Avrupa Birliği ve Kıbrıs ekseninde basında çıkan kavgaların zamanla içinin buhurlaştığını yazdı.
Sabah Gazetesi'nin usta yazarı Mehmet Barlas, basında öteden
beri süregelen kavgaların zamanla buharlaştığını dile getirdi.
Barlas, başlıklı yazısında bu tezini örneklerle güçlendirdi:
Basındaki kavgaları bazen anlamak kolay olmuyor. Örneğin AB
üyeliğinin gerçek olması için, bu satırların yazarının da
aralarında bulunduğu bir grup, kalemlerini yıllardır bu hedefe
dönük kullanıyor.
Bir de karşı olanlar var AB'ye. Eğer bir gün AB'ye üye olursak veya
olamazsak, bunun nedeni bizim yazılarımız olmayacak. Son 17 Aralık
pazarlığına dayanan günlerde de anlamış olmamız lazım bunu.
Bu karar sadece Türkiye tarafından belirlenmiyor. AB'ye üye 25
ülkenin liderleri ve kamuoyu eğilimleri, bırakın bizim yazıların
ağırlığını, bizim seçilmiş siyasilerimiz veya derin devletimiz
kadar ağırlıklı karar sürecinde.
Nilüfer Göle, Hürriyet'ten Sefa Kaplan'la yaptığı söyleşide tabloyu
ne güzel yansıtmış.
Entrika, irrasyonellik, gerçekdışı algılar, duygusallık Şark'ın
özellikleri gibi görülürdü. Şimdi bütün bunlar Avrupa'da karşımıza
çıkıyor. Türkiye ise rasyonelliği, soğukkanlılığı temsil ediyor.
Bundan daha müthiş bir yer değiştirme olamaz. Türkiye, rasyonel,
müzakereci bir taraf olarak masada oturuyor. Karşısında ise sözünde
durmamak için her türlü argümanı getiren, şark kurnazlığı yapan ve
korkularıyla, kuşkularıyla düşüncelerini zehirleyen, duygusal bir
Avrupa yer alıyor.
Kıbrıs'ı da bu açıdan ele almamız gerekiyor aslında. Ortadoğu'da
"Çözümsüz" biçimde kuşaktan kuşağa aktarılan "Filistin Sorunu"
yanında, Doğu Akdeniz'de de "Kıbrıs Sorunu" var.
Bu iki sorun da, ABD-Sovyetler Dehşet Dengesi'ne dayalı dünyada
taşınabiliyordu. Ama şimdiki yapıda bunları sürdürmek zor.
Belli ki, Arafat sonrası dönemde, Filistin Sorunu bir çözüme
bağlanacak. İsrail'de Şimon Perez, ağırlıklı ortak olarak
koalisyona girmek üzere. Bu yetmezse, herhalde Şaron da gider.
Kıbrıs'ta ise, ne Denktaş'ın, ne de Papadopulos'un katı tutumlarına
tahammül etmesi mümkün, dünya konjonktürünün.
Yani "Denktaş istemiyor" diye Türkiye'nin AB'den vazgeçmesi ve
Türk-Yunan ilişkilerinin tekrar kırmızı çizgilere bağlanması mümkün
mü? Veya Papadopulos'u mutlu etmek için, AB Türkiye'yi kenara itip,
karşısına mı alacak? Yani gerçekçi olmamız gerekiyor.
Basındaki AB polemiklerini kavgaya dönüştürüp, karşıt görüş
sahiplerinin birbirlerine "Hain" veya "Dinozor" demeleri, bir
bardak sudaki fırtınadan daha anlamlı değil.
Ya da Denktaş'ın Rahmi Koç'a "Rum ağzı ile konuşuyor" benzeri
sözler söylemesi hem acıklı, hem de komik. Koç Holding'in cirosu,
Türkiye'nin gayrı safi milli hasılasının yüzde 7'sine eşit. Koç
Holding'in ödediği vergiler, Türkiye'nin KKTC'ye yaptığı maddi
katkıdan kat kat daha fazla..
Kıbrıslı Rumlar ekonomik başarıları ile, mali bağımsızlıklarını
sağladılar. Ama artık AB'ye bağımlılar. Denktaş yönetimindeki KKTC
ise, memurlarının ve Denktaş'ın maaşını bile Ankara'nın kaynakları
ile ödüyor. Ankara da, ekonomik kaderini IMF programlarına
bağlamış. Ve buna rağmen Denktaş, Türkiye'nin ve Avrupa'nın
politikalarını değiştireceğini sanıyor.
İçe dönük yaşamanın sonu yok. Bu "Soğuk Savaş"ta mümkündü.
Washington ve Moskova, "Müttefik" denilen uydularının akıl
dışılıklarını "Mahallenin Ayıbı" gibi örterlerdi. İsteyen darbe
yapar, isteyen komşuları ile dalaşırdı. Kendi toprakları içinde
soykırım yapanlar bile anlayışla karşılanırdı.
Bitti bu dönem. Basında birbirleriyle dalaşmayı huy edinenlerin de
bunu anlaması gerekiyor.
Yazı: Mehmet Barlas
Kaynak: