Barışmayı bilmiyorsanız kavga etmeyeceksiniz…

Memduh BAYRAKTAROĞLU memduh@internethaber.com

Yetmişli yıllardı…

1965 yılından 12 Mart 1971’e kadar tek parti (AP) hükümetlerine başbakanlık yapan Süleyman Demirel, 1973 seçimlerinde Meclisin ikinci büyük partisinin genel başkanıydı.

Ecevit ise CHP Genel Başkanı olarak birinci partinin genel başkanıydı.

CHP (Ecevit) – MSP (Erbakan) ortak hükümeti yürümeyince ülkeyi güvenoyu alamamış Sadi Irmak Hükümeti yönetmişti altı ay kadar…

Sonunda Demirel biraz da iş dünyasının baskılarına dayanamamış, bir dönemler kendisini arkadan hançerleyen, inanılmaz iftiralar atan, adını “Morrison Süleyman”a çıkaran ve hemen hepsi AP içinden çıkmış (Merhum Erbakan dâhil) eski siyasetçilerle ortak hükümet kurmak zorunda kalmıştı…

Her ne kadar kendisi hiçbir zaman kurduğu hükümet için o adı kullanmasa da merkez medyaya göre Demirel’in kurduğu hükümetlerin adı “Milliyetçi Cephe” idi…

Demirel başbakanlığını yaptığı o hükümetlere “Cephe” denilmemesi için ne kadar mücadele ettiyse de başaramadı.

Aradan neredeyse 40 yıl geçti o hükümetler halen “Milliyetçi Cephe Hükümetleri” olarak anılıyor.

Demek istemem şu:

Toplumlar (Halklar) binlerce yıldır “algılarla” yönetilir ve yönlendirilirler.

Ve bir de…

Bilhassa iletişimin zirve yaptığı şu son yıllarda “Arşivlerle” yönetilip yönlendiriliyorlar…

Kırk yıl önce bile medya geçmiş zaman söylemlerini, kavgalarını arşivlere gider, bulur çıkarır ve siyasetçileri birbirlerine düşürmek amacıyla kullanırdı.

Meselâ yetmişli yıllarda merkez medyanın hemen tamamı “Ecevitçi” idi…

Bunda Ecevit merhumun gazetecilikten gelişi kadar “Solcu” oluşunun da rolü vardı…

Demirel ise klasik anlamda “sağcı” idi…

İlginçtir…

O günlerde de bu dönemde olduğu gibi “solcuların daha hoşgörülü ve demokrat” oldukları gibi bir “yanlış algı” vardı.

Oysa…

Sağcı Demirel, solcu Ecevit’ten çok daha demokrat çok daha hoşgörülüydü…

Demirel bırakın kendisini eleştirenleri, hakaret edenlerle bile karşılaştığında hal hatır sorar, gönlünü alırdı…

Ecevit ise kendisine hakaret edenden geçtim, masum bir eleştiri yapanı bile asla affetmez, hoş görmezdi…

Karşılaştığında da mutlaka ters davranır, tavır koyardı…

Demirel affedici; Ecevit kinciydi yani…

İşte o parçalı bohça (Milliyetçi Cephe) hükümetleri döneminde Demirel’e; geçmiş seçim meydanlarında kendisine hakaret edenleri neden bakan yaptığı sorulmuştu…

Demirel’in ünlü vecizelerinden biri o sorulara karşı cevap olarak verilmiştir:

“Barışmasını bilmiyorsan kavga etmeyeceksin…”

Yani, Demirel insan ilişkilerinin her zaman süt liman gitmeyeceğini bilenlerdendi…

Yani…

İnsanlar; hatta çok yakın dostlar ve hatta hatta siyasi ya da ticari ortaklar zaman zaman kavga edebilirlerdi…

Bu insanın fıtratından kaynaklanan bir doğallıktı…

Doğal olmayan, barışmayı bilmemekti…

Şimdi kimin dediğini hatırlamıyorum ama galiba şöyle bir anekdot idi…

Soru: “İnsanlar niçin savaşırlar?..”

Cevap: “Barışabilmek için…”

Bendeniz kavga etmekten korkmayan ancak barışmayı da bilenlerdenim…

Bu nedenle kavgacılara sesleniyorum!..

Madem barışmayı bilmiyordunuz neden kavga ettiniz?..

Yok eğer barışmayı biliyorsanız neden geç kalıyorsunuz?..

Ey kavgacılar!..

İlle de şu günlerde barışmanıza çok ihtiyacımız var…

Seher vaktinden geçiyoruz…

Ak iplik kara iplikten ayırt edilmiyor…

Bekleyin…

Güneşin doğmasına çok az bir zaman kaldı…

Güneş doğduktan sonra isterseniz birbirinizi yiyin…

Ama bugün barışın…