Barış sürecinin termodinamiği maalesef bozuldu.
Umudun yerini tedirginliğin ve endişenin aldığı bir sürecin tam
da ortasındayız. Bu huzursuzluğun temelinde ise; 90’lara dönme
ihtimali ve şiddetin yeniden araçlaştırılması yatıyor.
Ne yazık ki bulunduğumuz aşamada bu endişeleri hafifletecek,
hukuku, şeffaflığı ve doğru siyaset dilini ortaya koyacak bir akıl
da mevcut değil.
***
Askeri personellere yönelik gerçekleştirilen suikastlerın
ardından, asker ailelerinin büyük bir endişe ve can güvenliği
korkusu içine girdiğini söyleyebilir miyiz?
Ya da Özgür Gündem Gazetesini dağıtan Kadri Bağdu’nun
öldürülmesi örneğindeki gibi; kim tarafından, neden öldürüldüğü
belli olmayan faili meçhullerin artmasının toplumsal endişe
seviyesini yukarılara tırmandırdığı tespitinde bulunabilir
miyiz?
Mesela Bingöl suikastına neden gizlilik kararı konuyor? Yasin’in
ya da canlarını yitiren diğer gençlerin katillerinin bulunmasına
yönelik neden ciddi bir araştırma yapılmıyor… Daha önemlisi, elde
edilen bilgiler neden doğru bir şekilde kamuoyuyla
paylaşılmıyor?
Önünde hukuk devleti ibaresi olan bir ülkede, elimize
“Provakasyon” denilen bir illet tutturulmuş.
Bir yandan iktidar “Provakasyonlara
dikkat” uyarısında bulunuyor, diğer yandan da
HDP “Aman provokasyon
olabilir” diyor.
Peki tamam da, kim bu provokatörler? Neden bulunmaları yönünde
kamuoyunu da aydınlatacak bir çalışma yapılmıyor. Yüreklere su
serpecek, rahatlatacak bir bilgi akışı sağlanmıyor?
Tüm bunlar bir yana; HDP ile iktidar, uzun
süredir medya üzerinden birbirlerine karşı tutarsız ve sert
demeçler veriyorlar. Süreç üzerinden karşılıklı gözdağı olarak
okunabilecek söz ve eylemlerde bulunuyorlar. Bu durum haliyle
kamuoyunu geriyor.
***
İşte Kobane protestolarında “Türkiye İŞİD’e destek
veriyor” algısını da, batıda yer
alan “Doğuda Kürtler egemenliği ele
geçirdi” hissiyatını da itinasız kullanılan bu
siyaset dili yaratıyor.
Barış sürecinin sağlıklı devamı için doğru bir siyasal dile,
hukuku işletmeye ve şeffalığa son derece ihtiyacımız var.
İletişimsiz bir sosyal-siyasal birleşim, asla sağlıklı olamaz.
Çünkü pervasızca topluma ulaşmış bilgi, amacını aşarak farklı
bir hüviyete bürünebilir. Onun hafızasında, algı kodlarında
farklı çağrışımlara neden olabilir.
Bu durumun kötü tarafı ise, sen şeffaf ve adil bir biçimde bilgi
akışını yönetmez isen; başkası gelir senin yerine dezenformasyonu,
halkla ilişkiler çalışmasını yapar, altına da imzasını atıp gider.
Sonra da “Toplum nasıl bu kanılara
vardı?” diye dert yanıp, kırk akıllıyla bir taşı
çıkarmaya çalışmak mecburiyetinde kalırsın.
***
Bu nedenle komşu ülkelerin halleri böylesine
ortadayken; sulha, sağ duyuya ve adalete sıkı sıkı sarılmaktan
başla bir şansımız yok. Barış sürecine bir reset atıp,
yanlışlarımızı ayıklayıp yola öyle devam etmeliyiz.
Doğada savaşacak neden fazlasıyla bulunur ama
barış, rezervi çok az bulunan bir eylemdir Kıymetini
bilelim. Yoksa olan her zamanki gibi yitip giden canlarımıza, kıymetlilerimize
olacak.
Buna hiç değmez.