Bağımsız olabilmenin bir göstergesi de dünyada bizim dışımızda olan bitenle çok fazla ilgilenmemek, “bana ne yahu” diyebilmektir. Ancak özellikle son bir haftada yaşananlara bakınca maalesef toplum olarak “bana ne yahu” diyebilecek seviyeye henüz gelmediğimizi görüyorum.
Son bir haftadır yazılı, görsel ve sosyal medyamızı takip eden ve ülkemize yabancı olan birisi memlekette seçim var sanır.
Her yerde bir “kim kazanır”, “başkan nasıl seçilir”, “kilit eyaletler” “seçim hileleri”, "oy kullanma” haberleri…
Hem de öyle az boz da değil. Baya baya bir medyamız meşgul bu seçimle…
Hadi medyamız meşgul peki münferit olarak neden bu kadar taraftar olduk bu seçime?
Tabii ki bahsettiğim seçim ülkemizde olan bir seçim değil.
Bizden binlerce kilometre ötede, aramızda denizlerin, okyanusların olduğu dünyanın öbür ucundaki bir ülkede.
Bizim gündüzü yaşarken onların geceyi yaşadığı bir coğrafyadaki seçimden söz ediyorum.
Ama bu bizden fersah fersah uzakta olan ülkedeki seçim adeta memleket insanının başka hiçbir derdi yokmuş gibi birinci sıraya oturuverdi.
Trump’la yatıp Biden’le kalkılıyor!
Wisconsin’deki oy sayımını an be an takip ediyor, mektupla gönderilen oyların nasıl sayılacağını tartışıyoruz.
Artık Amerika’da başkanı halkın değil senatonun seçtiğini bilmeyen kalmadı güzel ülkemin insanları arasında. Olmadı bir de Genelkurmay başkanları ne demiş onu bile takip ediyoruz.
Görünen o ki bu seçim bizi onlardan daha fazla ilgilendiriyor.
Ki zurnanın “zırt” dediği yer de tam burası işte.
Niye bizi onlardan daha fazla ilgilendiriyor?
Niye “Bana ne Amerikan seçimlerinden” diyemiyoruz?
Niye “Ha Trump ha Biden, fark etmez” diyemiyoruz?
Diyemiyoruz, demek ki biz henüz toplum algısında dahi tam bağımsız bir ülke değiliz.
Okyanusun öbür ucundaki bir ülkeye göbeğimizden bağlıymışız demek ki! Bunu anlamamız için de orada bir seçim olması gerekiyormuş.
Bu konuda ülke ve millet olarak Nasreddin Hoca gibi olabilmeyi o kadar çok isterdim ki…
Nasreddin Hoca’nın meşhur bir fıkrası vardır:
Nasreddin Hoca akşamüstü, yorgun argın evine gidiyordu. Yolda kendine vazife olmayan işlere burnunu sokmayı alışkanlık haline getirmiş biri karşısına çıkıp:
– Hoca Efendi, demin biri bir tepsi baklava ile buradan geçti, gözlerimle gördüm. Hoca, bu zevzekliğe kızmış. Yürümeye devam ederken adamı da terslemiş:
– Bundan bana ne?
Ama zevzek adam Hoca'dan ayrılmaya niyetli değilmiş.
– Sözümü tamamlamaya fırsat vermedin Hoca Efendi, demiş. Baklava tepsisini taşıyan kişi, sizin eve girdi.
Hoca bu haddini bilmeze son sözünü söylemiş:
– İyi, ama bundan sana ne!
Nasreddin Hoca misillü işimize karışanlara “sana ne” diyemedikten sonra gerisi lafı güzaf…
Millet olarak taraftar fanatizmi tavrı ile an be an bu seçimi takip ediyor oluşumuz sizce de garip değil mi?
Zaten siyasilerimiz ve üzerine vazife olanlarımız takip ediyorlar. Ulus içi ve uluslararası siyasetin gereksinimini yerine getirmek yöneticilerimizin görevi.
İyi de biz neden bu kadar Trum-Biden maçının skoruna kilitlenmiş durumdayız o halde!
Hangisi gelirse gelsin “senin-benim” için durum değişecek mi?
Hangisi gelirse gelsin siyonizme hizmet etmiş olmak için seçilmiş olacak.
Kim seçilirse seçilsin kırmızı çizgimiz Kudüs üzerinden bütün dünyaya göstere göstere caka satacaklar!
Kim seçilirse seçilsin siyonizme hizmet edecek ve İsrail merkezli politika uygulayacaklar.
O zaman biz hangisi seçilmiş merakından daha çok coğrafyamızın hemen burnunun dibinde yer alan gelişmelere karşın şahsi, manevi ve millî duruşumuzu gözden geçirmeli değil miyiz?
“Bana ne Amerikan seçimlerinden” diyebileceğimiz günlerin bir an önce gelmesi dilek ve temennilerimle…