Altaylı iddialı konuştu
Abone olSabah'ın yeni genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı büyük düşünüyor, büyük konuşuyor. Altaylı gazeteyi bir numara yapmak için kendisine süre bile verdi..
Pazarlama ve iletişim dergisi MediaCat'e röportaj veren Sabah
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, ses getirecek
açıklama ve yorumlarda bulundu: 'Sabahın sahibi benim', '3 yılda
lider olamazsak giderim...' İşte Altaylı röportajı...
‘Üç yılda lider olamazsak
giderim’
Sabah gazetesinin yeni genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı, şimdiye kadar yaptığı tüm işlerde olduğu gibi Sabah’ın başında da çok iddialı olduğunu ve zirveyi hedeflediğini söylüyor. Altaylı, Sabah’ı Türkiye’nin bir numaralı gazetesi yapmak için kendisine üç yıllık bir müddet tanımış.
Fatih Altaylı ile
söyleşi yapmak üzere Sabah gazetesine vardığımızda saat tam
altıydı. Bu, randevu saatinden yarım saat önce geldiğimiz anlamına
geliyordu. Trafikte takılırız diye hesaplamıştık, ama o gün trafik
–nedense- rahattı. Beklemeden yukarı çıktık ve Altaylı’nın odasında
beklemeye başladık. Haber verilen Altaylı çok geçmeden geldi.
Altaylı büyük bir yoğunluğun içinde bize zaman ayırmıştı. Söyleşinin ortasında bize de okuduğu, daha önce eşinden gelen bir SMS bu yoğunluğunun bir işaretiydi. Altaylı gazeteyle birlikte neler verilebiliriz diye tartıştıkları bir promosyon toplantısı sırasında arayan eşine, “Senin de aklına bir şey gelirse, söyle” demiş. Biraz sonra SMS ile bir promosyon tavsiyesi gelmiş: “Arada sırada eve uğrayan koca verin!”
Sabah gazetesinin
başına geçtikten sonra haberciliğe
ve muhabirlere çok önem vereceğinizi beyan
ettiniz. Bu tam olarak ne anlama
geliyor?
Bugün Türkiye’de hangi gazeteye giderseniz gidin, muhabirlerin çok ciddi sıkıntıları olduğunu görürsünüz. Muhabirlik müessesesi yıllardır ihmal ediliyor. Dünyada medyanın güçlü olduğu hiçbir ülkede böyle bir durum yoktur. Bir gazetenin temeli muhabirleridir. Muhabir yoksa gazete de yoktur.
Bizde bozulma Özal döneminde başladı. Özal, muhabirleri es geçerek doğrudan doğruya patronlarla, Ankara temsilcileriyle, yayın yönetmenleriyle ve çevresindeki bazı yazarlarla muhatap olmaya başladı. Başbakan düzeyinde böyle olunca, diğer haber kaynakları da muhabirleri es geçerek daha yukarıdakilerle irtibat kurmaya çalıştılar. Bu yüzden muhabirlerin önemi azalmaya, ücretleri düşmeye başladı. Ben gazeteciliğe başladığımda bir yayın yönetmeniyle bir muhabirin maaşı arasında uçurum yoktu. Şu anda Sabah gazetesinde en düşük maaş alan muhabirle benim maaşım arasındaki fark yaklaşık 14 kat. Başka gazetelerde bu fark daha fazladır.
Hal böyle olunca muhabirlik cazip bir meslek olmaktan çıktı. İnsanlar muhabir olmaktan mutsuzluk duymaya başladı. Ne zaman servis şefi olurum, ne zaman köşe yazarı olurum, ne zaman gazete yöneticisi olurum derdine düştüler. Deneyimli insanlar muhabirlikten koptu. Muhabirlik birdenbire çoluk çocuk işi olarak görülmeye başlandı. Bu durum haber akışını da etkilemeye, gazetelere duyulan güveni sarsmaya başladı.
Sizin muhabir derken
kastettiğiniz şey, araştırmacı gazeteci mi?
Araştırmacı olmayan bir gazeteciye gazeteci denmez ki. Bugün muhabirlik güç kaybettiği için kıdemli muhabirler kendilerine araştırmacı gazeteci demeye başladı. Araştırmacı gazetecilik diye başka bir şey var ve bu da muhabirliğin dallarından biri. Ama bence her muhabir araştırmacı olmalıdır. Yani başkentte mikrofon tutan muhabir de öğrendiği şeyin arkasını araştırmalıdır.
Siz haberciliğe
önem vereceğim diyorsunuz ama ortada teknik bir mesele var.
Gazetenin sürat konusunda internet ve televizyon haberciliğiyle
rekabet etmesi imkansız. Bunu nasıl telafi etmeyi
düşünüyorsunuz?
İyi habercilik yaparak bunu telafi edebiliriz. İnternet siteleri bizim haberlerimizi ertesi gün alıp yayımlıyor nitekim. Televizyonların ise başka kaygıları var. Televizyon çok büyük kitlelere hitap ettiği, parayla satılmadığı ve reytinglere göre belirlenen reklam gelirine bağımlı olduğu için genel beğeniye hitap etmek zorunda. O yüzden televizyon haberciliği bizim yaptığımız habercilikle boy ölçüşemez. Televizyonda ağırlıklı olarak magazin ve eğlence haberleri vermek zorundasınız.
Diğer tarafta CNN Türk ve NTV var. Ben CNN Türk’ü habercilik anlamında ciddiye almıyorum doğrusu. NTV ise ajans haberlerinin biraz ötesine geçen, yoğun bir şekilde sohbete yer veren bir çeşit dergicilik yapıyor. Dolayısıyla Türkiye’de gerçek anlamda habercilik yapan bir televizyon yok. Bunlar hâlâ bizim manşetlerimizi takip ediyor. Dolayısıyla internet de, televizyonlar da habercilik konusunda bize rakip olamaz.
Ömer Lütfi Mete ve
İlker Sarıer’in köşelerini
kapattınız. Bu kararı neye göre aldınız?
Sizce gazetede köşe yazarı nasıl bir fonksiyon
üstlenmeli?
Ömer Lütfi Mete ve İlker Sarıer’in köşelerini kapattık. Hiç kimse şaşırmadı. Kimse niye kapandı bu köşeler demedi. Herkes bu köşelerin niye kapandığını gayet iyi biliyor çünkü. Başka köşeler de kapanabilir. Bu konuda bir kriterimiz var. Gazetenin amacı okunmaktır. Sabah gazetesi gibi her gün yaklaşık 500 bin adet satan ve her gün yaklaşık 5 milyon kişi tarafından okunan bir gazetede kimsenin okunmayan yazılar yazmasına izin vermem. Sabah gazetesinde kimsenin kendi dar cemaatini mutlu etmek için yazı yazmasına izin vermem.
Cemaat derken neyi kast
ediyorsunuz?
Ben Sabah yazarlarının arkadaşlarına mektup yazmasını istemiyorum. On tane yakın arkadaşınızın size “Ne güzel yazmışsın” demesi için yazı yazıyorsanız, teksir makinesinde çoğaltırsınız yazınızı, arkadaşlarınıza dağıtırsınız. Bizim mektup yazmamız gereken, 500 bin Sabah alıcısı ve 5 milyon Sabah okuyucusudur. Bizim mektubumuz onlara gitmek zorundadır. Bu gazeteyi alan insanların bu gazetenin her santimetrekaresinde bir şeyler bulma hakkı vardır.
Yani kitlesellik gibi bir
kriteriniz var…
Tabii ki. Sabah kitlesel bir gazete. Türkiye’de herkese uygun gazete var. İsteyen istediği yerde yazar.
Kitleselleşmenin
bir yolu da çeşitli görüşlerden yazarlara yer vermek. Sabah da öyle
bir gazete mi olmalı?
Şu anda tam olarak öyle bir gazete değiliz ama öyle olma yolundayız. Bu gazetede neredeyse ulusalcı çizgide yazan Hıncal Uluç var, hemen yanında ise Türkiye’nin bence en liberal yazarı olan Mehmet Barlas var. Sonra Yılmaz Özdil var, ciddi bir muhafazakar, hatta yarı ulusalcı. Bizde belki Ahmet Hakan tarzı biri yok, ama bence öyle bir tarza gerek yok burada. Benim Sabah gazetesinde her türlü duruşa ihtiyacım var, ama duruşsuzluğa ihtiyacım yok. Bir insanın hayata bir bakışı vardır. Benim rüzgara göre yön değiştiren, hem eski yandaşlarında hem de şimdi ait olmak istediği kitlede soru işaretleri uyandıran yazarlara ihtiyacım yok. Hürriyet’in varsa vardır, ama benim yok.
Yazarlarının
duruşundan bağımsız olarak Sabah gazetesinin duruşu ne
olacak?
Çok net söylüyorum: Halkın gündemini belirleyen, agresif ve korkusuz bir duruşumuz olacak. Bizim yazamayacağımız hiçbir haber yok. Benim hakkında haber yapamayacağım hiçbir arkadaşım yok. Herkesin hakkında haber yapabilirim.
Turgay Ciner de bir şanstır bu gazete için. Onun duruşuyla benim duruşum birbirine çok benziyor. Siyahlarımız ve beyazlarımız var. Bir şey kötüyse kötüdür, iyiyse iyidir deriz. Net bir tavrımız ve net bir bakış açımız olacak. Halkın seçimlerine sonuna kadar saygılıyız. Bu, AKP de olabilir, TKP de olabilir. En uçtakine de, merkezdekine de saygımız var. Ama halkın seçtiği kişilerin yanlışlarına hiç saygı duymayacağız.
Burayı bir işletme
olarak nasıl yöneteceksiniz? Nasıl rekabet edeceksiniz?
Ben kimseyle nasıl rekabet edeceğim diye düşünmüyorum. Başkaları benimle nasıl rekabet
edecek diye düşünüyorum. Ben bir radyo kurdum,
Türkiye’nin en büyük radyosu oldu. O radyoyu
bıraktım, başka bir radyo
kurdum, o da çok önemli radyolardan biri oldu.
Televizyon haberciliği yaptım, aylarca
yıllarca birinci oldum. Ben iddialı
bir adamım. Yöneticilik konusunda da
iddialıyım. 26 yaşında Güneş gazetesinde
yöneticiydim ve bütün mali işler bana bağlıydı. Yöneticilik bana uzak bir
iş değil. İşin
finansal yönünü de pek çoklarından daha iyi
biliyorum ama burada çok iyi bir ekip var. Bu yüzden bu konuda
hiçbir sıkıntımız yok.
Biz Sabah’ı diğer tüm gazetelerden ayrıştıracağız. Şu anda odaklandığımız en önemli mesele, Sabah’ın kalitesini artırmak. Ankara büromuzu Türkiye’nin en iyi Ankara bürosuna dönüştürme çalışmasına başladık. Ankara’daki stratejik konumumuz, lojistik durumumuz açısından bugün pek çok gazetenin hayal bile edemeyeceği bir noktaya doğru ilerliyoruz.
Yakında İstanbul’un en güzel yerine Sabah’ın yeni binasını inşa edeceğiz ve oraya taşınacağız. Burası bir gazetecilik abidesi haline gelecek. Şehrin merkezinde olacağız. İnsanların geçerken “Ne güzel bir yer” dedikleri bir binamız olacak. Biz öyle gecekondu mahallelerinin ortasında, oto sanayi sitelerinin içinde olmak istemiyoruz. Bunun gazeteciliği nasıl örselediğini ben on bir sene bizzat yaşadım. Biz hayatın tam ortasında, İstanbul’un tam göbeğinde olacağız.
Bütün bunlar çok iddialı geliyordur ama ben bunları başaramazsam, Turgay Ciner’e, “Patron, ben bu işin nasıl yapılacağını bilmiyormuşum, sen başkasına yaptır” derim. Demem de lazım. Çünkü işin bu şekilde devam etmesi mümkün değil. Basındaki saygınlık ve güven erozyonuna, basın çalışanlarındaki umutsuzluğa bir çare bulmak lazım. Kim sabahları işine koşa koşa gidiyor, kim büyük bir heyecan duyarak habere gidiyor? Hiç kimse! Bu heyecanı tekrar yaratmazsak olmaz bu iş.
Transfer etmek
istediğiniz isimler var mı?
Ben buradaki arkadaşlarıma şunu söyledim. Bizim elimizde çok verimli bir toprak var. O toprak da Sabah gazetesidir. Bu topraklarda kendi yıldızlarımızı kendimiz yaratmak zorundayız.
Çok iddialı
olduğunuzu söylediniz.
Peki ne zaman bir numara olacaksınız?
Bir numara olmanın üç yolu var. Satışta bir numara olmak, saygınlıkta bir numara olmak ve gelirde bir numara olmak. Bunlardan en kolayı tirajda bir numara olmaktır. Fiyatını düşürerek değil, aksine yükselterek Sabah’ı bir numara yapmak gibi bir niyetim var. Bana göre Sabah 50 Yeni Kuruş olmalı. Çünkü sunduğumuz mal o kalitede.
Ben satıştan önce saygınlıkta bir numara olmayı hedefliyorum. Sabah’ın Türkiye’nin en saygın, en inanılır ve en güvenilir gazetesi olmasını istiyorum. İkinci hedefimiz en çok satan gazete olmak, üçüncü hedefimiz de kârlılıkta rakiplerimizi geride bırakmak.
Bu konuda kendinize bir
mühlet biçiyor musunuz?
Bu gazeteyi üç sene içinde zirveye çıkaramazsam bırakırım.
Sabah gazetesinde birçok şeyi değiştirmeye hazırlanıyorsunuz. Size bu konuda verilmiş yetkinin sınırı nedir?
Ben şu anda Sabah gazetesinin sahibiyim. Turgay Ciner
buranın en büyük hissedarı, daha doğrusu tek büyük
hissedarı. Ama buranın sahibi benim. Burada her türlü
tasarrufta bulunma yetkim var.
Sabah gazetesi ilk zamanlarında meydan okuyan, tabu yıkan bir gazete olarak bilinirdi. Son yıllarda bu niteliğini yitirdi gibi. Bunu düzeltmek için bir şeyler yapacak mısınız?
Bir müessese düşünün. Uçan kuşa borcu var. Devletle bin tane
sorunu var. Bankalar, devlet kapısına
dayanmış. Sahibi hapse
girmiş. Bu müessesenin agresif gazetecilik
yapabileceğine inanabilir misiniz?
Şimdi koşullar düzeldi. Bugün Sabah gazetesi kârlı bir kuruluş. Bunun sonuçlarını da görüyorsunuz. Son 15 günde attığımız manşetleri izleyin. Mehmet Dülger’in sözlerini manşete taşıdık. Türkiye’de bizden başka hiçbir gazete o sözleri yayımlayamazdı. Mehmet Dülger o sözleri her yerde söylüyordu. Ama Sabah’tan başka hiç kimse bunu manşet yapacak güçte değildi.
Futbol federasyonu seçimi öncesinde bir grubun, evine giderek başbakana, Ayhan Bermek’i desteklemesi, daha doğrusu seçimlere müdahale etmesi için telkinde bulunduğunu ilk Sabah yazdı. Bütün ilişki gözler önüne serildi. ‘Bu mu özerklik’ diye manşet attık. Şimdi de Cem Uzan meselesi var. Benim Cem Uzan’a karşı yıllardır sürdürdüğüm mücadele ortada. Sonunda haklı çıkmış olmaktan çok memnun olduğumu itiraf etmeliyim. Cem Uzan, gizli bir görüşme yapmak için enerji bakanına gidiyor. Bu haber kimde var? Bir tek Sabah’ta var.
Bizim kimseye borcumuz, harcımız yok. Turgay Ciner’in de gazeteye herhangi bir müdahalesi söz konusu değil. O da gazeteyi diğer okurlar gibi ertesi sabah görüyor. Arkadaşlarıma elinizi tutan hiçbir şey yok dedim. Biz Sabah’ın ilkeleri doğrultusunda, Türkiye’nin çıkarları için gazete çıkarıyoruz.
‘Dünya Kupası Kanal
1’de’
Sabah’a geçtiğiniz ilk günlerde Kanal 1’den de sorumlu olacağınız söyleniyordu. O konuda bir çalışma yapılıyor mu?
Kanal 1’de bir operasyon başlattık.
O operasyon için harıl harıl çalışıyoruz. Orada yavaş yavaş
ilerleyen bir süreç var. Kanal 1’in genel izleyicilere yönelik bir
kanal olmasını planlıyoruz. Hedefimiz ilk dört kanaldan biri olmak.
Hatta birinci ya da ikinci olmak. Dünya Kupası maçlarını Kanal 1’de yayımlayacağız. Bunun için yaklaşık 13-14
milyon dolarlık bir yatırım yaptık. O konuda da çok ciddi bir ekip
çalışması yapılıyor.
Anlaşılan ATV de rakibiniz olacak…
Tabii. Kanal 1 bambaşka bir medya kanalı olacak çünkü.
Söyleşi: AŞKIN BAYSAL / MEDIACAT