Dün hiç üşenmeden, büyük
bir merakla, “Darbeci Balbay”ın günlüğünü başından sonuna
okudum…
Mustafa Balbay
tarafından yazıldığı öne sürülen
günlük…
Tam bir günlük…
Sadece başlığı
eksik…
“Sevgili günlük”
diye başlamıyor o kadar…
Tekrar tekrar okudum aynı
sayfaları…
Bu yüzden yazıyı okuduktan
sonra, lütfen günlükleri okumayanlar oturup sanal kabadayıcılık
yapmasınlar, sevimsiz yorumlarıyla bu sayfayı
kirletmesinler!
Bir gazetecinin, üstelik
Cumhuriyet Gazetesi gibi bir gazetenin Ankara temsilcisinin, bir
yazarın, yaptığı görüşmeleri kaleme alması kadar doğal bir şey
olabilir mi?
Görüşmeleri en ince
ayrıntısına kadar yazmış, çok da iyi yapmış. Ben de olsam aynısını
yapardım…
Bu kadar görüşmeyi aklında
tutacak hali yok ya!
Neyse ben şunu söylemek
istiyorum.
İnanın günlükleri okurken
o kadar ince eleyip sık dokudum ki, her cümleden Balbay aleyhinde
bir anlam çıkarmaya çalıştım ama olmadı…
Bir gazeteci ne yazması
gerekiyorsa yazmış.
Ve günlüklerden, Mustafa
Balbay’ın “darbe” girişimi içinde olduğu gibi ya da böyle bir
istekle yanıp tutuştuğu gibi bir izlenime kapılmadım.
Kimse ve hiçbir gazeteci,
hükümetten memnun olmak zorunda değil, öyle değil mi?
Düşüncelerini ifade etmek
ne zamandan beri darbecilik oldu?
Ama ben şunu
anlamıyorum…
Bugünlerde herkesin
konuştuğu yine “Ergenekon” ve yine günlükler…
Oysaki…
Üniversiteli gençlerin
tekme tokat, büyük bir nefretle dövüldüğünü, yerde yatan bir gence
yaklaşık on polisin hırsla, sanki öldürmeye çalışarak vurmalarının
nedeni ne olabilir diye konuşuyor olmalıydık…
Neye ve kime güvenerek
sokak ortasında gençleri böyle işkenceden geçirebiliyorlar,
bunların hesabını soruyor olmalıydık.
Düşünce özgürlüğüne
sürekli kurşun sıkılıyor olmasını, özgürlüğün sözlükteki yerini
yitirdiğini konuşmalıydık…
Ya da…
“Deniz Feneri
yolsuzluğunun” Türkiye ayağını konuşuyor,
tartışıyor olmalıydık, neden bu konu hakkında yazmak, söylemek suç
oldu, onu masaya yatırmalıydık.
Konuşulması, yazılması
yasak olmasına rağmen, Adalet Bakanını “Deniz Feneri
yolsuzluğuyla”, oy toplamak için gezdiği sokağa gömen, elleri
öpülesi yaşlı teyzeyi ve onun gibi milyonlarca adalet özlemiyle
yanıp tutuşan insanlarımızı konuşmalıydık.
Beyinlerinde büyük
ihtimalle ışık yanmayan, kafalarına ampul takıp dolaşan “işsiz
ampul kafalıları”, ve yaratıcı yurdum insanını
konuşmalıydık.
Ama günlükler gazetelerde
manşet manşet!
Ne yapalım…
Biz de okuruz,
anlarız…
Anladıklarımızı
anlamayanlara anlatırız…
Yani “Lafı ortaya koyarız,
isteyen alıııırr, istemeyen almaz!”
nsrnylmz@gmail.com