Türk sinemasının 81 yaşındaki usta sanatçısı Ediz Hun, Hürriyet gazetesinden Tuğba Öztürk'e yaptığı açıklamalarla hayranlarını şaşkına çevirdi. Birçok itirafta bulunan usta sanatçının bilinmeyen yönleri ortaya çıktı. İstanbul doğumlusunuz. Çerkes olan baba Adnan Bey makine mühendisi, Macaristan göçmeni olan anneniz Neşvet hanım ise felsefe öğretmeniydi. Konuşmalarınızda felsefenin ve matematiğin önemine sık sık dikkat çektiğiniz görülüyor. Farklı kültür ve mesleği yapan bir ailenin çocuğu olmak size neler kattı, nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Annem ile babam 1934 başında tanışıyorlar. 1936 yılında da evleniyorlar. 22 Kasım 1940’ta da ben dünyaya geliyorum. Ailemin tek çocuğuyum. Zor bir doğum yaptığı için doktorlar anneme ikinci bir doğumu önermemişler. Oldukça iyi ve kültürlü bir anne babaya sahiptim. Sosyal ve fen bilimleri okumuş bir ailenin çocuğu olarak çeşitli alanları merak etmemin sebeplerinden birisi de ailem oldu. Benim için de çok çaba sarf etmişler. O zamanlar tabii harp yıllarına denk geldiği için ailem beni, bin bir güçlükle büyütmüş. Hatta o yokluk yıllarında beni, son kullanma tarihi geçmiş sütleri toplayarak beslemişler.Türkiye’de ortaokul ve ardından lise... Mezun olduktan sonra da Almanya'daki bir okula diş hekimliği okumaya gittiniz. Eğitiminizin son senesinde İstanbul'a geldiğinizde bir dergi yarışmasında birinci oldunuz. Ve ardından da ‘Genç Kızlar’ filmi ile sinema sektörüyle ilk kez buluştunuz. Bu ilk randevu öncesine girersek sinema sektöründe olmak zihninizde ilk ne zaman canlandı, nerede aktör olmak istediğinize karar verdiniz? Hayatta yaşadığımız tesadüfler çok büyük önem taşıyor. Her insan, yaşadığı bazı tesadüfler sonucu bir yaşam sürüyor. Almanya’da diş hekimliği okurken 1963 yılında İstanbul’a geldim. Babam Ada’daki evimizde otururken beni birisiyle tanıştırdı. O kişi Sabahattin Sürmeligil ve o yıllarda Acar Film'de müdür olarak çalışıyor. Sürmeligil, tanıştıktan bir iki hafta sonra yanıma geldi. Olsun, şansını dene: Ben o zamanlar 22 yaşındayım ve daha çok gencim ‘Ediz, Türk sineması kalkınıyor, yarışmalar düzenleniyor. Katılmayı düşünmez misin’ dedi. Ben de o sıralar üniversitede okuduğumu anne ve babamın tiyatrocu, ressam ya da müzisyen olmadığına değindim. Sosyal ve fen bilimleri okumuş bir ailenin çocuğuydum netice itibariyle. ‘Olsun, şansını dene’ dedi ve ben de Ses Mecmuası’nın yarışmasına katıldım. Sonrasında kader beni bir şekilde yönlendirdi.Aklımın ucundan bile geçmezdi: 1963 yapımı ‘Genç Kızlar’ yer aldığım ilk film. Orada bir okuldaki bir hocayı canlandırdım. O güne dair, çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Karşımda Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Bedia Muvahhit vardı. Güzel bir yapımdı ancak ben bu filmden sonra Almanya’ya eğitimime geri dönmeye karar vermiştim. Çünkü mesleğim bu değildi. Fakat film o kadar büyük iş yaptı ki, kader ağlarını bağladı diyorlar ya tam olarak sonrasında bu oldu işte. ‘Genç Kızlar’ öncesi aktör olmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Sinemaya meraklıydım ancak böyle bir hayalim yoktu. Sonra ‘Aman Ediz dur gitme, birkaç film daha çekelim’ dediler ben beni bırakmadılar. Bir, iki, üç derken seneler seneleri kovaladı.Peki mühendis bir baba, öğretmen bir anne bu kararı nasıl karşıladı? Annem babam bu süreçte bana güvendiler. Ben çünkü belki 16-17 yaşlarındayken biraz afacan bir çocuk olmuş olabilirim ama öyle çok asi ruhlu, kural tanımaz biri de değildim. ‘Ediz bu senin hayatın, nasıl istiyorsan öyle olsun. Mademki bu filmler iş yapıyor, önünde zaman var. Bir müddet daha bu işle ilgilen yavaşlayınca da Almanya’daki eğitimine geri dönersin’ dediler. Ama hiçbir zaman yavaşlamadı. Ben eğitimime dönmeyi düşünürken gelen teklifleri de kıramadım. Karşımda Türkan Şoray var diğer aktörler var. Bana çok da yardımcı oldular. Ama asla durmadı. Ta ki işte 70’lerin ikinci yarısına kadar. O uygunsuz filmler çıkınca dedim ki bu iş olmayacak, eşime kalk gidelim dedim. Ve ilk mesajımda beni Oslo üniversitesi kabul ettiHemen her açıklamanızda, oynadığınız filmleri gününe kadar hatırlamanız dikkat çekiyor. Ben burada bir ‘iş tutkusu, aşkı’ sezinliyorum. ‘’Sevilmek, sevmekten daha güzeldir’’ sözü ile de hayranlarınızı işaret ediyorsunuz… İsimleri ya da başka bir şeyi hatırlamakta zorlanabilirim belki ama yer aldığım filmlerin tarihlerini asla unutamıyorum. Konularını da belki hatırlayamam çünkü hak verirseniz 130’a yakın film çektik. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın’la birçok filmim oldu. Benim seyirci alışkanlığım var. Sinema yapmadığım dönemlerde de çeşitli konularda konferanslar verdim. Mevlana’dan Yunus’tan sevgi konusunu işlerim, felsefi konuları işlerim.Çorbanın tadı bir kere kaçmıştır: Sevilmek sevmekten daha güzel. Ama burada dikkat etmeniz gerek şey herkese eşit mesafede yaklaşmak. Bir kişiyi reddettiğinizde hemen olumsuz bir bulut oluşur. Benimle fotoğraf çektirmek isteyen kimseyi kırmam. Çünkü özellikle sanatçıysanız sizden bir şey talep eden kişiyi kırmamak gerekiyor. Nedeni çok basit, o sizi beğeniyor ve seviyor ki sizden bir fotoğraf istiyor. Ve siz o kişiyi reddederseniz olumsuz bir hava oluşur. Sonrasında istediğiniz kadar iyi şeyler yapın. Aynı çorbaya düşmüş bir sinek gibi olur. Ne kadar lezzetli olursa olsun, çorbanın tadı bir kere kaçmıştır.Saklamasını istedim: Mesela hiç unutmuyorum, bir gün bir kız bana orkide getirmiş. Akşama da uçağım var, İstanbul’a geri dönmem gerekiyor. Yanımda taşıyamayacağımı bildiğim için kabul etmedim, çünkü çiçeğin başına bir şey geleceğini biliyordum. Kızdan, benim için saklamasını istedim ama galiba onu üzdüm. Keşke alsaydım diyorum. İçime dert oldu bu olayı unutamıyorum’Yer aldığınız filmlerin genelinde ya Türkan Şoray ya da Hülya Koçyiğit karşımıza çıkıyor. Hatta Şoray’ın size ‘En çok seninle oynamışım’ dediğini biliyoruz. Bu bir seçim miydi yoksa denk geliş mi? O yıllarda her bölgedeki seyircinin nabzı yoklanırdı. ‘Hangi bölge kimin yer aldığı filmleri görmek istiyor’ şeklinde araştırılmalar yapılırdı. Bölgelerdeki müdürler halkın hangi sanatçıları istediğine bakar ona göre sanatçılara tekliflerle giderlerdi. Diyelim ki Ege Bölgesi’nde Cüneyt Arkın ile Türkan Şoray isteniyorsa İstanbul’a bu söylenirdi. Kısaca halkın isteği doğrultusunda film yapılırdı. Biz de beklentiler doğrultusunda hareket ettik. Halk, Türkan ve Hülya ile de uyumumuzu beğendi demek ki birçok başarılı filme imza attık. Türkan, Hülya, Cüneyt, Kartal… halkı sinemaya çeken isimler oldu.Kimse kalmayacak: Ama artık Yeşilçam’dan çok az isim kaldı. Belki de 5-6 sene içerisinde kimse kalmayacak. Cüneyt Arkın 37’li, Kartal Tibet vefat etti. En yaşlı Ahmet Mekin kaldı. Allah hepimizi uzun ömür versin ama insan ömrünün de kısıtlı olduğunu biliyoruz. Yeşilçam ve onun oyuncuları yönetmenleri artık yok. Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Metin Erksan çok kaliteli işler yaptılar ancak artık yoklar...Diş hekimliği okurken sinemaya girdiniz. Sinema ile uğraşırken Biyoloji ve Çevre Bilimleri öğrenimi gördünüz. Tüm bunlar dahilinde siyasete girdiniz, dizilerde oynadınız, kitap yazdınız ve aslında şimdi de tiyatroda görüyoruz sizi. Ben hayat akışınızda çok yönlü Ediz Hun’un ‘kırılma’ noktaları olduğunu görüyorum. Siz ne dersiniz? Film serüvenim başladı ama üniversite eğitimi de üst üste film çekimleri derken yarım kaldı tabii. Ta ki 70 yılların ikinci yarısına kadar. Sinema bu dönemde resmen çöküntüye uğradı. Aşırı açık saçık, uygunsuz filmler gösterime girmeye başladı. Normal olmayan filmler çekilmeye başlanınca bu sistemde artık benim görevim olamayacağını hükmettim ve müracaat ederek Norveç’e Biyoloji ve Biyokimya okumaya gittim. Azimli bir adamım, karar verdiğim şeyi mutlaka yaparım.Guinness Dünya Rekorları’na girebilir: Bakın mesela 79 yaşında tiyatroya adım attım. Belki de bu durum Guinness Dünya Rekorları’na girebilir. Dünyada 79 yaşından sonra tiyatroya başlamış başka bir sinema aktörü var mıdır bilmiyorum. Tiyatroya karar verirken çok düşündüm, Enis Fosforoğlu’na gidip sordum. ‘Sen tiyatrocusun, bana böyle bir teklif geldi. Herkes benden geçmiş yıllara kıyasla bir performans bekler. Tanınmış bir insan en ufak hatasında yazıklar olsun derler’’ dedim. O da bana ‘Çalışırsan mutlaka yaparsın merak etme’ dedi. Ben de aynen bunu yaptım. Aylarca kapandım, bulduğum her fırsatta oyuna çalıştım. Yolculuk esnasında, vapurda bile çalıştım. Hanıma ‘beni unut’ dedim. Beyni çalıştırmak istedim: Oynadığımız oyun 62 sayfadan oluşuyor. Bu sayfaların en az ellisi benim ezberimdedir. Bir de yaş ilerledikçe beynin zafiyete uğradığını biliyoruz. O yüzden mümkün oldukça beyni çalıştırmak istedim. Çok çalışırım, çalışkan bir adamımdır. Karar verdiğim şeyi mutlaka yaparım. Mesela üniversiteyi de ikinci bitirdim. Şöyle bir karakterim var; bana verilen işi en iyi şekilde yapıp teslim etmek isterim. O zaman karşımdaki insan da beni takdir edecektir. Belki biraz da meraklı bir insanım. İki sene önce başladık tiyatroya. Araya da Covid-19 girdi tabii. Bu sene tekrar başladık. Şimdi de ufak bir aranın ardından Gaziantep, Hatay, Mersin, Adana’ya giderek devam edeceğiz Yeniden hayata gelseniz, ya da ‘aklımda şu da var’ dediğiniz bir alan/meslek var mı? ‘’Bilim insanı olmak isterdim. Bilimsel çalışmalar, laboratuvar çalışmaları beni çok cezbediyor’’1991-1993 yılları arasında Çevre Bakanlığı Müşaviri ve İstanbul Çevre İl Müdürlüğü, 1999-2002 yılları arasında ANAP milletvekilliği, Marmara Üniversitesinden sonra Okan Üniversitesinde Ekoloji Bilimleri üzerine öğretim üyeliği ve 18 Nisan 1999 Genel Seçimlerinde Anavatan Partisi'nden İstanbul milletvekili olarak seçildiniz. Bu süreç nasıl gelişti? 1996’da Erdal Aksoy Anavatan Partisi İstanbul İl Başkanıydı. Bir gün Aksoy’u tebrik etmeye gittim. O da bana ‘Sizinle hem sanattan sorumlu hem de çevreden sorumlu olarak çalışmayı çok isterim’ dedi. Zaten Marmara Üniversitesi’nde 1982’den itibaren çevre konu dersler veriyordum. Ben de gelen bu teklifi kabul ettim. Ondan sonra seçim oldu, kazanan kısımdan ANAP’ın İstanbul milletvekillerinden biri oldum. Sonra bir gün yanıma Mesut Yılmaz geldi. O zamanlar koalisyon hükümeti vardı. Bana ‘Ediz bey, ben Bülent Bey’le (Ecevit) görüştüm. Seni Çevre Bakanı yapmak istiyoruz’ dedi. Ama Mesut beyin zaten bir Çevre Bakanı vardı. Sonra Çevre Komisyonu kuruldu ve biz Çevre Bakanlığı ile ikili çalışmaya başladık. Sonra da seçim kaybedilince siyaseti bıraktım. Bir daha da girmedimPeki bu deneyimizi nasıl yorumlarsınız, tekrar siyasete girme düşünceniz var mı? Sonra da birçok teklif geldi. Belediye başkanlığı da çok teklif ettiler ama ben artık siyaseti istemediğimi söyledim. Arada bir film dizi çektim üniversite hocalık yapmaya başladım kısaca kendi hayatımı yaşadım. Siyaset benim için halka hizmet etmenin bir yoluydu. Ben bu işe ülkeme hizmet etmek için girdim. Bir vekilin esas amacı budur. Halk seni seçtiğine göre senden bir şey bekliyor demek ki. Sen onun istediğini vermeyip sadece bana dersen olmaz. Halk için saatinden, yemeğinde, uykundan fedakârlık etmen gerekiyorAşk, Tutku Güllü filmi ile de biraz komedi. İlk tiyatronuz, ‘On kişiydiler’ Agatha Christie imzalı ve polisiye bir tarz. Öncelikle tiyatro oyunu fikrine nasıl karar verdiniz? Ben hayatım boyunca hep iyi karakteri canlandırdım çünkü burada yüz hatları çok önemlidir. Bu tiyatroda da kendisinden beklenmeyecek kadar masum bir insan yüzüne ihtiyaç vardı. Ona katil olabileceği atfedilmeyen biri gerekiyordu. O bakımdan benim ismim üzerinde durulmuş ve teklifle geldiler. Amerikan sinemasında da durum böyledir.Kolum tam açılmıyor: Tip çok önemlidir. Erol Taş mesela dünyanın en iyi adamlarından biridir ama hep kötü adamı oynadı. Çünkü tipi ona uygundu. Romantik filmlerin yanı sıra komedilerde de yer aldım. Kavga filmlerinde de çok bulundum. Mesela kavga sahnelerini çekerken yere düşmekten bir kolum tam açılmıyor. Çok dayak da attım dayak da yedim. İyi dayak yemeniz de gerekiyor çünküTiyatronun heyecanı daha fazla: Polisiye tiyatroyu sevdim daha doğrusu tiyatroyu çok sevdim. Bir kere içinde yer aldığım ekip, birbirine çok bağlı ve saygılı. Sinemanın da zorlukları var ama tiyatronun daha büyük zorlukları var. Tiyatronun heyecanı daha fazla. Çünkü seyirci ile yüz yüzesin. En ufak bir takılmanı bile fark ediyorlar. Tiyatro bambaşka bir şey, aşırı derece titiz bir çalışma gerektiriyor.Kendini öldürüyor: Bu rol benim çok beğendiğim bir rol. Adaleti arıyor çünkü. O yüzden komplolar kuruyor. Herkesi öldürmeye niyetli ama ben de suçluyum diyor ve sonunda da kendini öldürüyor. Hâkim olarak benim de hatalarım var. Belki de haksız yere birçok ölüm cezası verdim. Aslında oyunda ölüm cezalarının ne kadar yanlış olduğu mesajı da var’''Tiyatro, mıknatıs gibi insanı çekiyor'' yorumu da size ait. Tekrar bir tiyatro oyunu düşünür müsünüz?İyi bir karakter rolü olursa yeniden tiyatroda yer almak isterim. Bu sanatta yer almaktan çok memnunum. Benim gibi her sanatçıda bir üçüncü göz vardır. Bu göz, halkın size baktığı gözdür. Yer alacağım rolde halkın beni beğenip beğenmeyeceğini anlarım. Bu rolde de halkın beni beğeneceğinden hiç şüphem yoktu. O yüzden eften püften rollerde çalışmam. Gelen senaryoyu beğenirsem başka bir tiyatroda da yer almak isterim. Tabii ömrüm yeterse. Belki de bu benim izleyicime son mesajımÖvgüleri kabul ederken mutlaka yönetmene de teşekkür edip ismine yer verdiğinizi görüyorum. Unutulmaz aşk filmlerinde imza attınız. Ancak ‘teknoloji hayatımıza girdiğini andan itibaren de aşkların da sinemanın da eski ruhu kalmadı’ ifadesi yine size ait. Türk Sineması artık teknoloji olarak çok ilerde. Modern sistemleri kurup takip eden bir yapısı var. Aktör ve aktrislere de gelirsek çok başarılı çocuklar var. Sanat kimsenin tekelinde değil bunu unutmamak gerekiyor.Dikkate alınmıyor: Sinema dalında genç, yaşlı birçok yeteneğimiz var. Ama iyi bir senaryo iyi bir de yönetmen gerekiyor. Çünkü günümüzde halkı sinemaya çekmek çok zor bir şey. Halk evinde oturup dizi seyretmeyi daha çok tercih ediyor. Gerçi diziler de artık birbirinin benzeri durumda. O yüzden de bence, izleyiciye de bir kanıksama durumu oldu. Bizim zamanımızdaki gibi sesler, efektler artık yok. Türkçe’yi iyi konuşan da var ama konuşamayanlar da var. Bunlar pek dikkate alınmıyor. Sektör yavaşladı: Bugün beğendiğiniz aktörlerden belki sadece George Clooney, Brad Pitt, Angelina Jolie’yi sayarsınız. Ama ben size bizim yıllarımızdayken 50 tane isim sayardım. Ama artık Hollywood’da bile az çıkıyor. Çünkü sektör yavaşladı. Artık farklı bir zaman doğru gidiyoruz. Belki de 2050’den sonra canlı aktörde de gerek kalmayacak. Hepsi robot olacak. Tabii teknolojiyle birlikte romantizmde biraz değişti. Eskiye nazaran aşklar biraz daha düşük seviyede gidiyor gibi gelse de gençler yine âşık olabiliyor. Aşk, sevgi gözyaşı bu dünyada asla bitmezSinema dönüşümünü ve yeni nesil yönetmenleri nasıl değerlendiriyorsunuz, beğeni ile takip ettiğiniz bir isim var mı? Sanat kimsenin tekelinde değildir. 5 yaşındaki bir çocuk çıkar öyle bir oyun sergiler ki size tüm bildiklerinizi unutturabilir. Onun için kimse kimseden üstün değildir. O ‘ben çok büyük aktörüm’ diyenlere falan kulak asmayın, biz hep öğrenciyiz. Bakın hâlâ öğrenmeye devam ediyoruz. Çok izleme fırsatım olmadığım için yeni dönem sinemasındaki birçok ismi bilmiyorum. Ancak, Çağan Irmak benim için önemli bir yönetmen. Çağan, ruhuyla senaryoya sarılıyor’’Türkiye'nin ilk ekoloji yazarları arasında yer alıyorsunuz. İklim değişikliği ile ilgili sizin yıllar önce kaleme aldığınız uyarıları yaşıyoruz. ''Yaş kesen baş keser'' diyorsunuz mesela. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Dünya popülasyonunun artması çok önemli bir şey ama bu artış sorunları da beraberinde getiriyor. Her doğan çocuk milli hasıladan payını alıyor, almak da zorunda.Kaotik bir ortamı getiriyor: Artan nüfusla birlikte küresel iklim değişikliği tetikleniyor, karbon emisyon miktarları da artıyor. Örneğin; 1850’li yıllarda 280 PPM olan rakam şu an 415,60. Yani yüzde 50 oranında artmış vaziyette. Bu durum iklimsel değişikliklerine neden olurken beraberinde de kaotik bir ortamı getiriyor. Bir tarafta aşırı soğuklar aşırı yağışlar olurken diğer tarafta bunun tam tersi durumlarını yaşıyoruz. İnsan eliyle yükseltilen karbon seviyesi yüzünden bu durumlarının yaşandığını biliyoruz.Üzerinize işlenir: Şu konuda da oldukça hassasım; bana istediklerini deyip kızabilirler ama ‘yaş kessen baş keser.’ İnşaat yapıyoruz diye bütün o ağaçları kesiyorlar ama o ağaçların da birer canlı olduğunu ve bize fayda sağladığını unutuyorlar. Ben ilahi kudrete inanan bir insanım. Bir bitkinin dahi hayati kudreti var. Mesela Almanya’da bir tapu aldığınız zaman oradaki bahçenizde yer alan ağaçların isimleri de üzerinize işlenir. Elini vicdanına koysun: Ve siz onları izinsiz kesemezsiniz. Bütün ağaçlar numaralıdır. Ağaç kesenler ‘sıkıntıya girer’ diyerek herkesi uyarıyorum. Ağaçları korumamız gerekiyor. Hayvanlar, bitkiler ve insanlar, hepimiz aynı gruba aitiz. Bir iş yapmadan herkes elini vicdanına koysun.