Geçen yazımda, Yavuz Bahadıroğlu'nun
yazdığı, Muhteşem Süleyman ve Hürrem Sultan kitabından bir hikaye
alıntılamıştım hatırlarsanız.
Bugün yine aynı yazarın aynı kitabından bir başka hikaye
anlatacağım çünkü değineceğim konu için arasam da bulamayacağım bir
örnek...
Efendim günün birinde Muhteşem Süleyman'ın sarayına bir yaşlı kadın
hışımla girer. Çığlık çığlığa, "Padişahla görüşmek
istiyorum" diye bağırır. Karşısına kim çıkarsa çıksın ikna
edemez.
"Padişahla görüşmeden şurdan şuraya gitmem!" diye
diretir.
İnat mı inat!
Sarayı inleten çığlıklar sonunda Sultan Süleyman'ın kulağını da
tırmalamaya başlar. "Getirin şu kadını huzura"
diye buyurur.
Kadın içeri girer girmez ürkütücü bir yüz ifadesiyle,
"Padişahım benim evimi soydular. Neyim var neyim yok
götürdüler" der.
"De bakalım ne zaman oldu bu olay?" diye sorar
padişah. Kadın, gecenin güne devredildiği saatlerde olduğunu
söyleyince Sultan Süleyman, "Hiç mi bir patırtı, gürültü
duymadın" diye tekrar sorar.
"Hayır" cevabı alınca hiddetlenme sırası
ondadır.
"Bu nasıl bir uykudur kadın. Evini yüklenip götürürler de
farkına varmazsın" diye kükrer..
Kadının cevabı tokat niteliğindedir:
"Bağışlayın padişahım.. Sizin imparatorluğunuzun malımızı,
mülkümüzü, canımızı, korumak için uyanık kaldığından o kadar
emindik ki derin uykulara dalmışız!" der ve arkasını döner
gözden kaybolur.
Sultan Süleyman, kadın gittikten sonra acı içinde şu fermanı
buyuracaktır:
"Bize yerimizi ve haddimizi iyi bildirdi. Derhal zarar
ziyanını karşılayın"
Konuya girmeden önce şunu net bir ifadeyle
belirteyim. Niyetim kimseyi kimseye vurdurtmak değil. Bu ülkenin
bir kurumuna karşı insanları galeyana getirmek hiç değil.
Yeltendiğim şeyin sonunda boşa kürek çektiğimi göreceğim de ihtimal
dahilindedir.. Ama en azından bir hileye, bir soyguna dikkat
çekeyim, o bile bana yeter.
Devletin kendi yaptığı aykırılıkların adına
"Hukuk", bireylerin yaptığı aykırılıkların adına
"Suç" dediği bir ortamda dediklerim ne kadar
dikkate alınır bilmiyorum.
Ben en azından içimi rahatlatayım..
Şimdi izin verirseniz bir soru soracağım!
Sizce bir bakanlığın görevi piyasaya sürülen zararlı ürünleri
tespit edip toplatmak mıdır? Yoksa o ürün piyasaya çıkmadan,
vatandaşa madden ve mânen zarar ziyan vermeden el koyup yasaklamak
mıdır?
İkinci şıkkı tercih ediyorsanız, o zaman bu yazıyı yazarak doğru
yoldayım demektir..
O zaman gelin, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nı mercek
altına alalım ve bu bakanlık gerçekten ne işe yarar şöyle bir
tartışalım..
Ben bu bakanlığı, tarım ve köylerle ilgili işleri yasalarla
düzenleyen, tarımı geliştirmeyi, çiftçiyi desteklemeyi amaçlayan,
gıda terörüne önlem alan bir bakanlık olarak biliyorum.
Hak adına haksızlık etmemek için çıkıyorum vicdan terazisine,
yokluyorum yüreğimi ama yok..
Sızı falan yok!
Bulamıyorum!
Bu bakanlığın, tarımla, çiftçilikle, hayvancılıkla, köylerle ya da
gıdayla ilgili şöyle okkalı, şöyle elle tutulur bir icraatına
rastlayamıyorum.
Peki ne yapıyor bu bakanlık?
Kusura bakmayın ama ben son dönemlerde penis büyütücü, meme
küçültücü, popo ovalleştirici, kilo verdirici, sigara bıraktırıcı
hangi ilaca rastlasam, hepsinin üzerinde bu bakanlığın mührünü
var!
Sağa bakıyorum, 73 milyona, sağlığa zararlı gıdalar yediren
şirketlere, "ticari sır" bahanesiyle izin veren
bir kurum görüyorum..
Sola bakıyorum, gücü sadece küçük firmalara yeten, Ankara'da sadece
masa başından denetim yapan bakanlık görüyorum..
Şimdi şöyle biraz geriye gidelim...
Memlekette bir dönem, "Altın Çilek" diye
zayıflatan (!) bir ürün piyasaya çıktı hatırlıyor
musunuz? Aylarca televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda bu ilacın
reklamı yapıldı. Hatta işi o kadar azıttılar ki, "Başbakan
bile bu ilaçla kilo veriyor" dediler.
Şimdi o ilaç nerede?
Yasaklar listesinde!..
Peki neden?
Çünkü zayıflatıcı hiç bir etkisi yok.. Yok ama Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı ilacın üstüne hars diye mührü basmış.
Başbakan bile çıkıp da, "Yahu arkadaş. Ben bu ilacı
kullanmıyorum. Kimdir bu beni konu mankeni gibi kullanarak
milletimin cebindeki parayı çalan" diye araştırma, bir
hesap sorma yoluna gitmemiş..
Ne zaman ki ilacı satan kimliği gizli vatandaş aksırıncaya,
tıksırıncaya kadar halkın parasını yemiş ve kodaman olmuş. O zaman
Sağlık Bakanlığı lütfedip ortaya çıkmış ve "Bu ilaç
yasak" demiş..
Hayatın anlamını penisten ve memeden ibaret gören zavallı beyin
sahiplerinin aylarca söğüşlenmesine göz yumulmuş, yine Sağlık
Bakanlığı sonradan bir zahmet ortaya çıkıp, "Bu da yasak
çünkü bir etkisi yok" demiş..
Sigara bıraktırma hapıyla vatandaşı aylarca adeta uyku hapı
verircesine deşen para tapıcılarına göz yumulmuş..
Kilo vermek isteyenler, "Bu hapı al. Yanında taşıdığın
andan itibaren kilolar pır pır pır uçup gidiyor. O
derece!" diyenlerin dalaverelerine de aynı ölçüde rıza
gösterilmiş..
Sahte bal, sahte yağ, sahte zeytin, organik terör olayına hiç
girmeyeyim..
Şimdi bu ilaçların tamamı yasak..
Kimse de çıkıp, "Yahu biz Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı'nın mührüne güvenerek bu ilaçları veya gıdaları
kullandık. O zaman biz devlet eliyle soyulduk" demiyor,
diyemiyor.
Hukuki yoldan hesap soran kimse yok!
"Yok abi ya. İlacı bazı günler aksattım ya, penis ondan
uzamadı. Hata benim, ilacın hatası değil" diyen erkekler
cirit attıkça...
"Ay kız benim memelerim çok elverişli değildi. Rendelesen
küçülmez ayol! Karpuz kadar şekerim bunlar anca bıçakla
küçültülür" diyen kadınlar var oldukça...
Şöyle sarayı padişahın başına geçirmeye giden yaşlı nineden ders
alacak bir kaç yürekli insan çıkmadıkça..
Siz, devrin Sultan Süleyman'ı olarak adlandırılan Recep Tayyip
Erdoğan'ın, "Vatandaşlarımın zarar ziyanını
karşılayın" diyeceğine inanıyor musunuz?
Şayet inanıyorsanız, beyin geliştirici ilaçlar piyasaya çıktı
çıkıyor..
Koşun! Bitmeden yetişin!
Bol suyla kullanmanız tavsiyemdir!