Bakan eşcinsellere kızdı
Abone olBakan Akdağ, Eşcinsellerle ilgili neler dedi? Kızı açılırsa ne yapar? Akdağ bilinmeyenleri anlattı.
Geçtiğimiz hafta küçük oğlunun intihar girişiminde bulunduğu
haberleriyle üzülen Sağlık Bakanı Recep Akdağ, "Oğlumun intihar
ettiği söylentilerine hastanede zehir tetkiki yapılması yol açtı"
diyor. Ailesine düşkünlüğüyle bilinen Bakan Akdağ eşine bağlılığı
konusunda ise şunları söylüyor: "Benim eşime olan aşkım çok iyi
bilinir. Bizimki vuslata erince bitmediği gibi, her geçen gün
arttı. Eşime hala çok aşığım".
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'la ilgili ilk söylenebilecek
"çocuklarına, ailesine çok düşkün biri" olabilir. Onlar için içi
gidiyor. Öyle ki oğlu düşüp hastaneye kaldırıldığında çıkan
"intihar etti" haberleri bile umurunda olmamış. Aynı sevgi selini
karısına yönelik de yaşıyor. Karısından söz ederken "aşk"
sözcüğünden hiç vazgeçmiyor. Tutku ve aşk kavramlarının kendisine
hiç de uzak olmadığını söylüyor. Ama ne yazık ki bu aralar ardı
ardına talihsizlikler yaşıyorlar. Geçtiğimiz hafta oğlu Ramazan
dengesini kaybedip düşünce hastaneye kaldırıldı. Bakanı yurtdışı
seyahatinden acil olarak döndüren kaza için "intihar" dendi. Ondan
kısa süre önce de büyük oğlu Muhammed bir trafik kazası geçirmiş,
kazayı kırıklarla atlatmıştı. O yüzden röportaj boyunca Bakan
Akdağ, sık sık çocuklarına ve eşine duyduğu sevgiyi dile getirdi.
Biz de onun çok farklı bir yönüne tanıklık ettik. Diyebilirim ki bu
söyleşide karşımızda Sağlık Bakanı Recep Akdağ'dan çok, bir baba
olan Recep Bey vardı.
- Moraliniz nasıl?
Her anne baba gibi biz de
çocuklarımızın başına en ufak bir şey gelse üzülüyoruz. Büyük oğlum
bir trafik kazası geçirdi, küçük oğlum geçen hafta hastaneye
kaldırıldı biliyorsunuz. Bir taraftan da şükrediyoruz, sonuçta
çocuklarımız sıhhatli olarak bizimle birlikte diye. Arka arkaya
geldi bunlar.
- Bunları bir tür sınanma olarak mı görüyorsunuz? Biz
takdire inanırız.
İnsanlar tedbirlerini alırlar,
hayatı yaşarken önceden hazırlanmak gerekir. Tedbiri alıp takdire
de katlanacağız. Bu tür sıkıntılara karşı bizi en güçlü kılan husus
da budur.
- Şu günlerde baba Recep mi, Bakan Recep Akdağ mı, hangisi
daha ağır basıyor?
Baba Recep ön planda olsun
isterim. Ama o çok mümkün görünmüyor. Bakanlık oldukça önemli bir
sorumluluk gerektiriyor. Çocuklarımıza, ailemize biraz daha fazla
zaman ayırmak gerektiğini bir kere daha görmüş olduk. En azından
çocuklarıma ayırdığım zamanın daha kaliteli olması için gayret
edeceğim.
-Oğlunuzun intihar girişiminde bulunduğu haberleri
çıktığında ne hissettiniz?
Böyle bir şey tabii ki yok.
Evde ani bir tansiyon düşüklüğü oluyor. Çocuk da kısa süreli şuur
kaybı yaşıyor ve kafasını yere çarpıyor. Bu nedenle hastanede
yatması gerekti. Ama kendini toparladı hamdolsun.
- Ateş olmayan yerden duman neden çıkıyor
peki?
Oğlumun intihar ettiği söylentilerine hastanede zehir tetkiki
yapılması neden oldu. Bir hekim olarak da söylüyorum: Bir hasta
şuur bulanıklığıyla getirildiği zaman, teşhis koymadan önce ön
tanılar koyarsınız. Tetkikler yaparsınız ve sonra onlardan biri
teşhisiniz olur. O on teşhisden biri de ilaç zehirlenmesi şeklinde
oldu ve bu tetkikler yapılmaya başlandığı için de intihar
söylentileri çıktı. Bu tabii bir şeydir.
Kızdınız mı ihtihar haberlerine?
- O haleti
ruhiye içinde o haberlere kızacak, birilerine öfkelenecek halim
yoktu. Kendi çocuğumla meşguldüm. İlgilenmedim bile.
Tahriklere kapılmıyor, çabuk
öfkelenmiyorsunuz?
- Ben arkadaşlara her zaman şunu
söylüyorum: Bir siyasetçi için ne söylediği önemlidir, ama ne
söylemediği daha önemlidir!
BİZİM EVDE DEMOKRASİ VAR
- Ne demek o?
Bir dost sohbetinde bir ekstrem
fikrinizi bile kolayca söylersiniz. Böyle olması da iyidir. Bu,
düşünceyi de zenginleştirir. Ama siyasetçi olarak iyi niyetli bile
olsa başka tarafa çekilecek bir cümle kurarsanız, kullanılabilir. O
yüzden siyasetçinin sinirlerinin alınmış olması lazım.
Evde de sinirleriniz alınmış mıdır? Sizin evdeki yönetim
şekli nedir? Bizim evde demokrasi var.
-Abdüllatif Şenir'in oğlu küpe takıyor. Siz de müsaade eder misiniz
çocuklarınızın bu türden kararlarına?
Tabii
olarak çocuklarımızla davranış biçimleri hususunda konuştuğumuz
olmuştur. Ama her zaman onların tercihlerine de saygı gösterdim.
Bu, yaşam biçimi olarak da böyledir. Bir örnek vereyim size: Ben
çocukken, hatta erken gençlik çağında Fenerbahçeliydim. Daha sonra
Galatasaray'ın çok başarılı olduğu yıllarda etrafımdaki gençlerden
de etkilenerek, ben de onlarla birlikte Galatasaraylı oldum.
- Ne yaptınız siz!
Olmaz mı?
- Dinini değiştir, takımını değiştirme demişler! Duymadınız
mı hiç?
Ben fanatizme karşıyım. Öyle oldu ne yapalım!
Benim büyük oğlum Beşiktaş'ı tutuyor mesela. Onu Galatasaraylı
yapmaya çalışmam. Ben şunu söylüyorum. Herkes istediği takımı
tutar. Bir de tabii ben fanatik biçimde taraftar olmayı kabul
edemiyorum. Sadece futbolda değil, her alanda fanatizme karşıyım.
Dinde fanatizme de karşıyım. Her alanda fanatizmin düşünceyi dumura
uğrattığına inanırım.
'EŞCİNSELLERİ HOŞGÖRMEM'
- Sizin görüşlerinize göre, farklılıklar zenginlik mi,
yoksa birliği bozan ayrık otları mı?
Farklılıklar
kesinlikle bir zenginliktir.
- Bu fikriniz ne bileyim mesela eşcinseller için de geçerli
mi? Eşcinsellerin de topluma zenginlik, farklı bir bakış açısı
kattığına inanıyor musunuz?
Ben şahsen rahatsız
olurum. Benim kendi şahsi kültürüm bundan rahatsız olmamı
gerektiriyor. Kendi inançlarım.... Ama bu şekilde yaşayan birinin
de yine bu toplumun içerisinde horlanmasına, itilmesine,
cezalandırılmasına da tabii ki razı olmam. Ama benim
hoşgörmeyeceğim bir şeydir.
Arkadaşlık etmez misiniz?
- Etmem değil de
kolay kolay belki arkadaş olamam. Arkadaşlık zorlamayla olmaz. Ama
şunu da söyleyeyim İngiltere'de moleküler biyoloji labaratuvarında
çalıştım. Bizim çalıştığımız katta bir de homoseksüel arkadaş vardı
sizin söylediğiniz gibi. Kendisiyle konuşuyordum tabii, niye
konuşmayacağım.
Yoksulluk içinde mi büyüdünüz, varlık içinde
mi?
- Rahmetli babam Erzurum'da esnaftı. Sonra süt
ürünleri imalatına da başladı. Çok zengin değildik. Orta halli bir
esnaf ailesinin çocuğuydum ben. 12 yaşına kadar iki amcamın
ailelerinin de bulunduğu eski bir ahşap evde yaşadık. O evde babam,
ben ve iki kardeşime düşen bölüm sobalı bir oda, odanın yanında
bahçeye geçilen bir hol ve küçük bir banyoydu. Bahçeye doğru küçük
bir oda yapmıştı babacığım, o yapılınca ben evimiz bir saray oldu
gibi hissetmiştim. Yani ben ilkokulu kardeşlerim ve ailemle tek göz
odada okudum. Anne, baba ve kardeşler aynı odada yatıyorduk. Sonra
yine sobalı ama 100 metrekarelik bir daireye geçtik. O zaman da o
ev bana tam bir saray gibi gelmişti. Fakat bu süreç içerisinde bir
para sıkıntısı hissetmedik. Azla yetinmeyi biliyorduk o
zamanlar.
- Muhafazakar bir aile miydi sizinki?
Dini
değerlerin yaşanması açısından zengin bir ortamın içinde büyüdüm.
Muhafazakarlıktan neyi kastettiğinize bağlı biraz da sorunun
yanıtı.
-İçinde bulunduğunuz, dindar olmayan insanlara parmak
sallanarak "cehenneme gideceksiniz" denen bir ortam mıydı, yoksa
herkese hoşgörüyle yaklaşılan bir muhafazakarlık mıydı
bu?
- Hayatta böyle bir şeyi hiç yaşamadım. Böyle bir
şeyin nasıl olabileceğini de hiç anlayamamışımdır. Aslında bizim
toplulumumuzda genelde böyle bir problem de yoktur. Gerek dindarlar
tarafından.. Aslında dindar lafından da çok hoşlanmıyorum. Dinin
şekli esaslarını daha yoğun yaşayan diye düzelteyim. Böyle aileler
böyle yaşamayanlara tepki göstermemiştir. Tam tersi de olmamıştır.
İnsanlar nasıl yaşarlarsa yaşasınlar birbirleriyle iyi ilişkiler
içindedirler. Anadolu'da bu böyle olmuştur. Küçük gruplar
arasındaki suni birtakım tartışmalar Anadolu'da hiç yaşanmadı.
Birilerine bakacaksınız da başka bir hayat yaşıyor diye onu hor
göreceksiniz. Ben bunun nasıl bir duygu olduğunu pek bilmem.
Başkalarının bize böyle baktığı olmuş mudur? Doğrusu onunla da pek
karşılaşmadım. Erzurum için söylüyorum bunu.
'DİN VİCDANİ BİR İŞTİR'
- Erzurum dışında? Ankara'da?
Ankara'da olduğumuz
dönemlerde zaman zaman rastladığımız olmuştur. Ama söylediğim gibi
bunu yalnızca toplumun küçük bir kesiminin yaptığına inanıyorum
ben. Dini kim ne şekilde anlıyor ve yorumluyorsa, ne şekilde de
yaşamak istiyorsa yaşamalıdır. Kendi coğrafyamız içindeki ülkeler
arasında bunun en rahat algılandığı ülke Türkiye'dir. Bunu da
geliştirmek zorundayız. İnsanlar kendi kişisel yaşamlarında hür
olmalıdır. Birisi şöyle giyinmek ve yaşamak ister, öbürü böyle
ister. Din hakikaten bir vicdani iştir. Kişinin kendi gönlünde
yeşerir. Kişi kendi gönlünde ne yeşermişse onunla hayatına devam
eder ve her şey de şekil değildir. Niyet çok önemlidir mesela.
Buradan şu anlam çıkmamalı: O zaman dinin birtakım şekli
özelliklerini yaşamaya çalışanlar beyhude uğraşıyor. Hayır öyle
değil. Onun anlayışı ne noktadaysa ona da saygı duymak gerekir. Bu
saygı tek tarafa da olmamalı, karşılıklı olmalıdır.
Elif KORAP
Sabah