Bahçeli Sivas'ın doğusuna gidiyor
Abone olMHP Grup toplantısında konuşan Devlet Bahçeli 27 Mart'ta Şanlıurfa'da halka sesleneceğini söyledi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında
sözlerine PKK saldırısı ve Elazığ'da meydana gelen depreme
değinerek başladı. Bahçeli'nin konuşmasından satır başlıkları
şöyle:
Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde PKK terör örgütü tarafından
döşenen mayının patlaması sonucunda, bir askerimizin şahadeti ve üç
askerimizin yaralanmasıyla vuku bulan elim hadisenin hepimizi
yüreğimizden yaraladığını belirtmek istiyorum.
Ayrıca, Elazığ ilimizin Karakoçan ve Kovancılar ilçelerinde meydana
gelen ve 51 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, çok sayıda
vatandaşımızın ise yaralanmasına neden olan depremin üzüntüsü
içerisindeyiz.
Terör saldırısında şehit olan Mehmetçiğimize ve bu doğal afette
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet,
yaralılara acil şifalar, milletimize başsağlığı diliyorum.
SORUMLU BUGÜNKÜ HÜKÜMET
Yaşadığımız bu depremle birlikte ülkemizin talihsiz bir gerçeği ile
tekrar ve acilen yüzleşmek gereğinin doğduğuna inanıyorum.
Elbette ki can ve mal kayıplarının sorumluluğunu yalnızca bugünkü
yönetime yükleyecek bir siyasi fırsatçılığın peşinde asla olamayız.
Ancak görülmemiş kalkınma ve gelişme iddialarının ne kadar temelsiz
olduğunu da görmek lazımdır.
Altı şiddetindeki bu depremin neden olduğu tahribatın boyutu,
milletimizin uzun yıllardır nasıl ihmal edildiğini, medeniyetten
nasıl mahrum bırakıldığını gösterdiği gibi, yaşadığımız acı
derslerden hala sonuç çıkaramadığımızın da uyarısı olmuştur.
Depremin zamanını ve tesirini önlemek mümkün değilse de tahribatını
asgariye indirmek insanoğlunun elindedir.
Bu konuda şuurlanmış toplumlarla, sorumluluk üstlenmiş
yöneticilerin bulunduğu ülkelerdeki depremlerin en az hasarla nasıl
atlatılacağı yaşanan örneklerle sabittir.
Elbette ki ülkemizin ihmal edilmiş sorunlarının boyutları ve
çeşitliliği büyüktür. Ancak insan hayatının doğrudan etkilendiği bu
konuda mutlaka tedbirler alınmalıdır.
TÜRKİYE'NİN BİR NUMARALI SORUNU
Türkiye’nin bir numaralı sorunu olan işsizlik AKP’nin
gündeminde yoktur. Bundan sonra olma ihtimali de
görülmemektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla, Başbakan Erdoğan için işsizlik önemli bir
konu değildir. Emeğiyle evine ekmek götürmek isteyenler, helal
kazancın arayışında olanlar, üretmek ve çalışmak kaygısı taşıyanlar
Başbakan’ın görüş menzili ve siyaset algısı içinde yer
almamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın işsizliğin ortaya çıkarabileceği siyasi ve
sosyal sonuçları ne kadar anladığı ve kendisine dert edindiği başka
bir tartışma konusudur.
Ancak, bu zihniyetin, siyasi gündemi meşgul eden ve şimdilik hiç
yeri ve gereği olmayan meselelerle insanımızı oyalamanın yollarını
aradığı da bir vakıadır.
Son bir yıllık Türkiye manzarasına baktığımızda, tartışma
konularının periyodik olarak çok sık değiştiğine şahit olmamız
mümkündür.
Bu süreçte konuşulmadık ve dile getirilmedik hiçbir konu başlığı
kalmamış, ancak sıra ekonomik sorun ve problem alanlarına
geldiğinde aynı istek nedense yerini birden bire kararsızlığa ve
hatta suskunluğa bırakmıştır.
Maalesef vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, kendi dertlerinin
çözümü için AKP’nin yakasına yapışması gerekirken, iktidar partisi
tarafından kurgulanan kamplaşma ve gerginlik oyunun ortasına
düşmüşlerdir.
Doğal olarak yaratılan yüksek gerilimli siyasi atmosfer içinde,
ekonomik açmazlar hak ettiği ilgiyi görmemiş, aynı zamanda
ciddiyetle ve önemle ele alınmamıştır.
AKP, işsizliğin etki ve kuvvetini zayıflatmak yerine, her şeyi ters
yüz etmiş, mağdur ettiği milyonlarca kardeşimizi alçakça
kandırmıştır.
Artık utanma ve hayâ duygusunu kaybeden zihniyet sahipleri, işsiz
kardeşlerimizin kaygı verici hayat şartlarıyla dalga geçer gibi
konuşmakta; “Laf üretmiyoruz, iş üretiyoruz” diyerek sabırları
zorlamaya başlamışlardır.
ERDOĞAN İŞ TAKİPÇİSİ
Başbakan Erdoğan’ın kimin için iş ürettiği, kimlerin işini takip
ettiği esasen milletimiz tarafından bilinmektedir.
Hal böyleyken, laf cambazlığı konusunda maharet sahibi olan bu
zihniyetin iş üretmekten bahsetmesi; yeni yolsuzluk kanallarının
açılacağını, akraba ve yakınlara yeni iş alanlarının oluşacağını
işaret etmektedir. İş üretmekten bizim de, aziz milletimizin de
anladığı budur.
İşsiz vatandaşlarımız için yeni iş sahaları, çalışabilecekleri
işyerlerinin tesisi ve kurulabilmesi şimdilik hayaldir. Çünkü
Başbakan Erdoğan, yandaşları istihdam etmekten ve onlara
milletimizin kaynaklarını peşkeş çekmekten, başını kaldırıp
durumları çok acil hale gelen milyonlarca işsizimizle ilgilenmeye
vakit bulamamaktadır.
Türkiye ekonomisi uzun süreden beri kriz altındadır. Ve
vatandaşlarımız bundan dolayı son derece bunalmıştır.
Ekonomik krizin sonucu olarak iki alanda endişe verici sonuçlar
ortaya çıkmış ve insanımızın hayat şartlarını etkilemişlerdir.
Bunlardan birincisinin işsizlik olduğu kuşkusuzdur. Diğeri ise
geçtiğimiz ay tekrar iki haneye ulaşan enflasyondur.
2009 yılı işsizlik verileri, toplumsal yapıya bir ateş topunun
düştüğünü göstermektedir. Bu kadar ağır ve vahim bir sorunu
toplumun kaldırması çok zordur.
Meselenin daha düşündürücü tarafı ise, az önce de vurguladığım
gibi, AKP iktidarının yol haritasında işsizlikle ilgili umut verici
herhangi bir hususun olmamasıdır.
Bırakınız bunu, AKP hükümeti ısrarla işsizliği konuşmamaya özen
göstermektedir. Bunu gören herkes, sanki Türkiye’de böyle bir
felaketin yaşanmadığını düşünecektir.
İşsizliğin nedenlerini kendi dışındaki faktörlere yükleyen ve
kaynakların kıtlığına sıkıştıran AKP iktidarının, bu meselenin
çözümü için attığı ilk adım tamamıyla yanlış ve hatalıdır.
ERDOĞAN BUNLARI ANLAYAMAZ
Siyasi ve ekonomi zihniyetini yabancı başkentlerin jeopolitiğinden
kopya eden Başbakan Erdoğan ve partisinin, bizim bu düşüncelerimizi
bu haliyle anlaması ihtimal dâhilinde olmayacaktır.
Milletimizin; çapsız, heyecansız, bitkin, yorulmuş, buna rağmen
cebini de doldurmuş AKP kadrolarının, Türkiye’nin gelecek
perspektifine engel olmasına daha fazla katlanması
düşünülemeyecektir.
Ekonominin hiçbir sorununda muvaffak olamayan iktidar partisi, bu
aczini ve yetersizliğini perdelemek amacıyla sinsi ve habis
senaryolar tertip etmekten çekinmemiştir.
İlkeleri çökmüş olan ve hiçbir sorunu temelinden ele alamayan
hükümet zihniyeti, işsizliğin halli konusunda istekli olmamış,
yoksulluğun azaltılması hususunda lazım gelen hedefleri tayin
edememiştir.
AYRIŞTIRMA KONUSUNDAKİ GAYRETLER
Ancak nedense bu hükümet;
Milletimizi ayrıştırmak konusunda çok gayretli olmuştur.
Habur’da terörist karşılamada çok heyecanlı davranmıştır.
Okyanus ötesinin talimat listelerini tatbik etmede çok acele
etmiştir.
Ermenilere ilişkide, milli onuru ayaklar altına almada coşkulu
görünmüştür.
Bölücülerde heves uyandırmıştır.
Ve bunların karşılığında İmralı’dan takdir almıştır.
Bu hükümet etme zihniyetinin önceliği ve politika esasları
bellidir. Ve bunun içinde ne Malatya’lı işsiz kardeşim vardır, ne
de yoksul Kahramanmaraş’lı hemşerim bulunmaktadır.
Pancar tarlalarında çalışmak için gurbete çıkan Konya’lı topraksız
vatandaşım AKP’nin aklına dahi gelmemiştir.
Karınlarını doyurabilmek amacıyla, memleketlerinden koparak
yüzlerce kilometre uzağa fındık toplamaya giden Mardin’li, Urfa’lı
insanımız AKP’nin hatırında değildir.
Torosların yaylalarında, bir dilim ekmek için ömür tüketen
Yörüklerimiz unutulmuş ve kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.
Takasıyla, kayığıyla rast gele diyerek rızkını denizde arayan
Rize’li, Giresun’lu vatandaşımız Başbakan Erdoğan için bir anlam
ifade etmemektedir.
Onun için varsa da yoksa da; küresel şebekeler, ülkeler üzerinde
sıcak para operasyonları yapan para baronları, Peşmerge
kalıntıları, Kandil kadroları, Bürüksel komiserleri ve okyanus
ötesinden alacağı talimat listesi önemlidir.
Milliyetçi Hareket Partisi, böylesi bir zilleti reddetmektedir. Bu
hayâsız ve seviyesiz yönetim anlayışıyla sonuna kadar mücadele
edecek ve ilk fırsatta bu devrin tüm sorumlularının lekeli
alınlarını adaletin duvarına vuracaktır.
ERDOĞAN BİLİNCİNİ KAYBETTİ
Başbakan Erdoğan bilincini kaybetmiş bir şekilde, her şeyi
çarpıtmaktan ve yalanla, riyayla gerçekleri tahrif etmekten hiç
çekinmemektedir.
“Bu ülkenin fabrikaları tıkır tıkır işleyecek ve üretecek ve
üretiyor. Bu ülkenin esnafı her sabah umutla kepengini açıyor.”
diyecek kadar gözü dönen, nerede yaşadığını unutan ve ülkemizi ne
hale getirdiğini ihmal eden Başbakan Erdoğan’a son olarak diyeceğim
şudur:
Senin hakkından, inen kepenklerinin arkasında gözü yaşlı ve sabırla
önüne konulacak sandığı bekleyen esnafımız gelecektir.
Senin yakandan, toprağında bereketi kalmayan, mahsulü tarlasında
kalmış olan, güneşin altında yanmış çiftçimiz tutacaktır.
Senin hesabını, feryatlarına kulak tıkadığın milyonlarca işsizimiz
görecektir.
Sana bu millet hakkını helal etmeyecek, hayatının geri kalanında
vicdan azabıyla baş başa kalmaktan başka seçeneğin
olmayacaktır.
Sayın Erdoğan sen gideceksin. Devri iktidarın mutlaka sona
erecektir. O zaman Türkiye’de güneş başka doğacak ve üç hilal sevgi
olacak, aş olacak, iş olacak ve huzur halinde vatanımızın her
köşesine yağacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Türkiye’mizin her alanda ağır tahribata maruz kaldığı, dış
dayatmaların ardı ardına geldiği bir dönemde ne talihsiz bir
tezattır ki birkaç gün sonra 12 Mart’ta İstiklal Marşımızın TBMM’de
kabulünün 89. Yıldönümünü kutluyor olmanın gururunu
yaşayacağız.
Üzücü olan, aziz milletimizin bekasına yönelik tehditlerin
sıklaştığı bugünlerde bu eşsiz zafer destanının, kahramanlık
manzumesinin yazıldığı sancılı sürecin bütün belirtileri ve
aktörlerinin yeniden karşımıza çıkmış olmasıdır.
MEHMET AKİF'İ SAYGIYLA ANIYORUZ
Hepiniz bilirsiniz; İstiklal Savaşımızın muhteşem hatırası olan bu
destanı kaleme alan Mehmet Akif Ersoy’un “Tarihi tekerrür diye
tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
mısralarında anlamını bulduğu gibi, milletimiz adına maalesef 89
yıl sonra yine mücadele verilecek vasat başka bir yönüyle
olgunlaşma aşamasına gelmiştir.
Dönemin sömürgecilerine karşı aziz vatanın bütünlüğünü ve milletin
birliğini korumak için yola çıkmış ve zaferle taçlandırmış
kahramanların emaneti yine ciddi tehlikeler içindedir.
1915 Çanakkale’sinden başlayıp 1922 İzmir’ine kadar verilen varoluş
mücadelesi ile Anadolu’da tutunma inancı ve ülküsü yeniden derin
bir kırılma yaşamak üzeredir.
Yokluk ve zorluklara rağmen büyük bir inanç, şuur ve heyecanla
girişilen istiklal mücadelesinin mükâfatı olan Cumhuriyetimizin
temel değerleri bugün tehdit altındadır.
Türk milleti gerçeğine dayanan milli kimliğimiz, bu kimliğin
üzerine şekillenmiş milli devlet yapımız üzerindeki riskler son
derece artmıştır.
Bin yıldır ilmek ilmek dokunan ve bizi bir millet yapan bütün yapı
yıkılmak, asırların eseri olan kardeşliğimiz bozulmak
istenmektedir.
Bazen zaferlerle, bazen yenilgilerle, bazen göçlerle, bazen
fetihlerle yazılmış ve muazzam bedeller ödenerek vücut bulmuş Türk
milleti; birbirinden kopmuş kabileler haline getirilmeye
çalışılmaktadır.
Ve İstiklal Marşımızın abideleştirdiği Kurtuluş Savaşımızın sebebi
olan tarihi defterler yeniden açılmakta, 89 yıl sonra Türk
milletine karşı yine ahlaksızca meydan okunmaktadır.
Kim ne derse desin, nasıl yorumlarsa yorumlasın bir asır sonra da
tehdit aynı tehdittir, hedef aynı hedeftir, hasım aynı hasım, proje
aynı projedir. Ve işbirlikçiler de ne üzücüdür ki o günkülerin
bugün yaşayan torunlarıdır.
1921 yılının o heyecanlı günlerinde Kurtuluş Savaşının yönetim
Merkezi olan bu gazi Meclisin çatısı altında, Hamdullah Suphi beyin
yüksek hitabıyla yankılanan ve “Korkma” diyerek başlayan İstiklal
marşımız aslında bin yıllık bir duruşun, direnişin, mücadelenin ve
var oluşun dünyaya ilanıydı.
Tam on asır boyunca üç kıtaya at koşturmuş, zalime aman dedirtmiş,
mazlumun gözyaşını silmiş; hakkı, adaleti ve hakkaniyeti insanlığa
tanıtmış bir büyük milletin, tarihin imbiğinden geçerek gelmiş
tertemiz hatıralarının özeti ve eseridir.
Bu mısraları bir istiklal marşına çeviren sır yalnızca yazıldığı
dönemin ağır şartları değil, bin yıllık bir derinliğin, millet
ruhunda ve vicdanında taşınan haykırışıdır, bütün insanlığa Türk
milletinin ebedi ikazıdır.
Bu itibarla, İstiklal marşımızın anlamındaki derinliği yakalamanın
yolu, geride kalan asırların aziz hatıralarını ve ecdadın
yadigârını tanımaktan ve bilmekten geçmektedir.
Türk milletinin “ezelden beridir” hür yaşama ve var olma iradesinin
yüksek beyanı olan bu eşsiz mısraları doğru anlamak ve doğru
anlamlandırmak gerekmektedir.
TARİH GERİ DÖNDÜRÜLEMEZ
Bize göre tarih kendi şartları içinde yaşanmış bütün hatıraların
toplamıdır.
Türk milletinin tarihi ise acı veya tatlı anıların, zafer veya
üzüntülerin, başarı veya başarısızlıkların yer aldığı, ama her
zaman iftiharla dile getireceğimiz geride kalan hayatımızdır.
Bizim tarih telakkimize göre, bugün yaşadıklarımız dünün, yarın
yaşayacaklarımız ise dünün ve bugünün eseri ve sonucu
olacaktır.
Tarih yaşanmış, yazılmış, hükmünü vermiş ve defterler kapanmıştır.
Geriye dönmeye, yeniden yaşamaya imkân da yoktur.
Tarihimizde de ne yaşanmışsa aziz hatıraları bugün yaşayan
nesilleri olarak bizim namusumuza emanettir ve bizim
sorumluluğumuzdadır.
Biz Başbakan Erdoğan gibi anlamı kendinden menkul bir anlayışla
tarihle yüzleşeceğiz diyerek ecdadımızı canilikle suçlayamayız, hoş
görüneceğiz diye hasımlarla aynı ağzı kullanamayız.
Biz AKP zihniyeti gibi, isyan elebaşlarını alkışlayıp, çapulcuları
ve eşkıyayı kutsayıp; ayaklanmaları bastıranları
lanetleyemeyiz.
Böylesi bir zihniyetin, 10 Nisan 1919 günü idam ettiği Boğazlıyan
Kaymakamı şehit Kemal Bey’e yaptığı tarihi haksızlık ve vebalin bu
konuda ibret verici olduğunu hatırlatmak isterim.
Bizim tarihimizde, savaş meydanlarında bize karşı kaybedenlerin,
barış masalarında gafil yöneticilerimiz eliyle zafer arayışlarının
sayısız örnekleri vardır.
Mazimiz, bütün gayretlerine rağmen bizimle baş edemeyenlerin,
yaşananları çarpıtarak, ecdadımızı yargılamaya çalışanların
bitmeyen arayışlarıyla doludur.
Ne var ki, bu niyetlerin karşılık bulması için iddia sahiplerinin
ısrarı yeterli değildir. Bu iddiaları sıcak bulan, tarihimize
yabancı gözüyle bakan işbirlikçilere de ihtiyaç vardır. Ve ne
talihsizliktir ki, içimizdeki bu bedhahlardan özellikle günümüzde
yeterince mevcuttur.
Bu itibarla geçtiğimiz hafta sonu Amerika Birleşik Devletleri
Temsilciler Meclisinde ecdadımızı soykırımcı olarak suçlayanların
varlığını çok da önemsememek lazımdır.
Tarihle yüzleşmemiz gerektiğini söylerken ABD Başkanını yüce Meclis
çatısı altında ayakta alkışlayan vekillerin bulunduğu,
Minareleri bile yasaklayan, Islama karşı önyargılı bir devletin
hakemliğinde Ermenilerle kucaklaşan hükümetin olduğu,
Avrupalıların gönlünü hoş tutmak için Türklüğün tanımını gevşetmeye
çalışanların, yabancı vakıflara imtiyaz vermek için ev ödevlerini
yapanların bir biriyle yarıştığı ve,
“Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında
faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” diyerek kendi ceddine hakaret
eden bir Başbakanın bulunduğu ülkede, okyanus ötesinden bir
yabancının bu kararı almış olması asla şaşırtıcı değildir.
Elbette ki muazzam bir mücadele ile tarihi hem yapmış hem de yazmış
binlerce yıllık bir milletin kahraman evlatları olarak,
Edirneli’nin, Vanlı’nın, Trabzonlu’nun, Bitlisli’nin, Sivaslı’nın,
Antalyalı’nın, Hataylı’nın, Iğdırlı’nın, Muğlalı’nın ve onların
eşsiz ecdadının hakkında, hüküm vermek; Nevyorklu’nun,
Vaşingtonlu’nun, Teksaslı’nın, hakkı da değildir, haddi de
değildir.
Üstelik insanlığın acıları, yüz binlerce din kardeşimizin dramı
üzerine hayat bulan, zulüm ve gözyaşı, sömürü ve savaş üzerine
oturanların harcı da olamaz.
Ancak, gelinen bu noktada öncelikle suçlanması gerekenler, ikaz
edilmesi lazım gelenler ABD’li parlamenterler midir, yoksa buna
fırsat tanıyan, göz yuman, taviz üstüne taviz veren ve hatta ön
alan AKP zihniyetinin temsilcileri midir?
Türkiye’nin, AKP ile birlikte süratle üzerindeki ataleti attığından
bahseden, hızla her alanda dinamizm kazandığından dem vuran,
uluslar arası ilişkilerde itibarını iddia edenlerin geldiği son
durak burasıdır.
Hükümetin ve Başbakanın yaşadığı şaşkınlığın nedeni; Ermenistan’la
yakınlaşmaya itilen AKP’nin, bu ev ödevinin diyetini bulamayışının
derin hayal kırıklığı olmuştur.
AKP hükümeti üzerindeki baskıları bir nebze olsun atabilmek için
dayatmalara direneceği yerde Ermenistan’la zamansız ve tek taraflı
ilişki kurma konusunda bir kumar oynamak istemiş, ancak
kaybetmiştir.
Bugün gelinen aşamada, büyükelçimizin Ankara’ya çağrılması,
oylamanın komedi olarak yorumlanması, “ne yapacağımızı
göreceksiniz” diyerek kuru gürültü çıkarılması hükümetin iflasını
gizlemeye yetmeyecektir.
Başbakan Erdoğan, oylama sonucunu sözde ciddiye almadıklarını
göstermek için “Türkiye’nin büyük ülke olduğunu, büyüklüğünü
anlamayanların da anlayacaklarını” ifade etmiştir.
Evet gerçekten de Türkiye, tehditlere kulak asmayacak, iftiralarla
lekelenemeyecek, ecdadının şeref ve haysiyeti yalanlarla
incitilemeyecek kadar büyük bir ülkedir.
İçinde yaşayanlar da çok büyük bir millete mensuptur. Bu tespit son
derece doğrudur.
İNCİRLİK'İ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLSİN
Bahçeli Diyarbakır'a gidecek mi? |
İNTERNETHABER/27 Mart'ta Şanlıurfa'da miting
yapacağını açıklayan MHP lideri Bahçeli'ye Diyarbakır'a da gidecek
misiniz diye soruldu. Bahçeli'nin yanıtı "İnşallah" oldu. Bahçeli partisinin grup toplantısının çıkışında basın mensuplarının sorularını yanıtladı. “27 Mart’ta Urfa’ya gidiyorsunuz. Diyarbakır'a da gidecek misiniz" sorusuna Bahçeli, "Türkiye'nin her tarafına gideceğimi söyledim. İnşallah” dedi. GENEL AFFA TEPKİ Bahçeli'ye CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel affa yeşil ışık yakan sözleri de soruldu. Genel affın "PKK talebi", "AB dayatması" olduğunu ileri süren Bahçeli şunları söyledi: "CHP nerede, neye, nasıl duracağını netleştirmelidir. Böyle gelişigüzel coğrafyaya dağılmış şekliyle siyaset yapılmaz. Herkes nerede konuşursa konuşsun ama esas söz Başkentte olmalıdır". Bahçeli Başkent sözleriyle bu konuda CHP lideri Baykal'ı açıklamaya davet etmiş oldu. |
Ermenistan’la sürdürmekte ısrar ettiğiniz ilişkileri
dondurunuz.
Tek taraflı tavizlerle imzaladığınız protokolleri TBMM’nden geri
çekiniz.
İncirlik üssünün kullanımı konusunda yeni bir düzenlemeye gidiniz
ve bunu ABD’ye iletiniz.
Konuyu 24 Nisan mesajına bırakmadan, Amerika Birleşik Devletlerine
yapacağınız ziyareti iptal ediniz.
Gerçekten bir şeyler yapmayı istiyor ve milletimizin onurunu
korumayı samimiyetle düşünüyorsanız bunları gerçekleştiriniz.
Milletimiz Başbakan Erdoğan’dan bu tepki ve tedbirleri
beklemektedir. Gerisi boş sözlerdir, diplomaside karşılığı
yoktur.
Değerli Milletvekilleri,
Geçtiğimiz Pazar günü komşumuz Irak’ın geleceğini ilgilendiren
seçimler yapılmıştır.
Zor ve sancılı bir süreçten geçmekte olan Irak’ta söz konusu
seçimin demokratik, hür ve güvenli bir şekilde yapıldığını
söylemekten çok uzağız.
Dileğimiz ABD müdahalesi ile keskinleşmiş olan etnik ve mezhep
farklıkların daha da derinleşmeden Irak’ın ve Iraklıların
sıkıntılarını bir an önce atlatmalarıdır.
Ne üzücüdür ki, Irak devletinin yeni siyasal tasarımında Türkmen
varlığı hak ettiği ağırlığa ve demokratik itibara kavuşamamıştır.
Kesin olmayan ilk sonuçlar bunu göstermektedir.
Bunda Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin yıllardır sürdürdüğü
ihmal, Türkmen kardeşlerimizi sindirmeleri noktasında Peşmergelere
verdiği cüret etkili olmuştur.
İşgalci gücün çekilmesiyle ortaya çıkabilecek otorite boşluğunun
yerini siyasetin kural ve çözümlerine bırakmaması halinde komşumuz
Irak’ın bölünme ve parçalanma sürecinin başlaması en büyük
kaygımızdır.
Ama her şeye rağmen, AKP hükümetinin küresel güçlere havale ettiği
“Türkmeneli” coğrafyası asla sahipsiz değildir. Ve oradaki
kardeşlerimizin her şart ve durumda yanında olacağımız iyi
bilinmelidir.
Değerli Arkadaşlarım,
Bildiğiniz gibi AKP’nin yıkım projesinin tahrip ettiği milli
birliğimizin devamına olan inancımızı vurgulamak maksadıyla “Bin
Yıllık Kardeşliği Yaşa ve Yaşat” adı altında seri toplantıların
yapılmasına karar vermiştik.
Bunların ilkini başkent Ankara’mızda büyük bir coşku ile 13 Aralık
2009’da gerçekleştirmiştik.
27 MART'TA ŞANLIURFA'DAYIZ
Mevsim şartları itibariyle ara verdiğimiz bu toplantıların
ikincisini 27 Mart 2010 tarihinde kutlu vatan toprağı Şanlıurfa’da
gerçekleştireceğimizi huzurunuzda açıklamak istiyorum.
Ünvanındaki şanlı tanımının anlamına uygun olarak aziz Şanlıurfalı
vatandaşlarımın kardeşliğinin yaşamasına ve yaşatılmasına tıpkı
tarihte olduğu gibi bugünde sahip çıkacaklarına yürekten
inanıyorum.
GENEL AF TALEBİ AB DAYATMASI
Grup toplantısının çıkışında CHP'nin genel af talebini hatırlatan
gazetecilere Devlet Bahçeli, "Genel af talebi AB'din dayatmasıdır.
CHP nerede duracağını belirlemeli" diye konuştu.