Bahadır Yenişehirlioğlu Kerime'yi anlattı
Abone olKerime'nin yazarı Bahadır Yenişehirlioğlu kitabıyla ilgili tüm soruları İnternethaber'e cevapladı...
Hatice Kübra
İNTERNETHABER- Ezan'ın yasaklandığı Türkiye'nin 1930'lu dönemlerini, toplum içinde yaşanan gelgitlerin ailelere nasıl yansıdığını uzman bir tarihçi gözüyle anlatan gerçekçi ilk roman olma özelliğini taşıyan, amcası da Adnan Menderes zamanında Demokrat Parti'nin milletvekillerinden olan Bahadır Yenişehirlioğlu'nun yazdığı "Kerime" son zamanların en çok okunan kitabı olarak büyük ilgiyle karşılanıyor. Kerime, o yıllarda yaşanan devlet-toplum-aile çatışmasını tüm gerçekliğiyle okuyucuya sunuyor. Biz de Kerime'yi yazarından dinledik, bukadar çok okunmasının sebebini ve 1930'lu yılları Bahadır Yenişehirlioğlu'na sorduk.
Bahadır Bey, hukuk eğitimi aldınız, ailenizde eski siyasetçiler var, sizin de siyasete ilginiz olmuş, çok yönlü bir yazar olarak sizi henüz bilmeyen okuyucular için bize kendinizi anlatabilir misiniz?
Paris e gidip empresyonistlerin izini takip edeceğime annemin kulağı kesik Van Gogh gibi mi olacaksın demesi üzerine hukukçu olmaya yöneldim. Demek ki çok istememişim yada o günün şartları bilemiyorum. Ama evet hukuk eğitimi aldım ve bunun faydasını da ilerleyen zaman içerisinde çok gördüm. Dünyanın geldiği nokta itibari ile hukuksuzluğun toplumları ve insanları ne hale getirdiğini gördükten sonra hele...
Ailemin de kendi aile tarihleri boyunca siyasetin içerisinde oldu doğru. Büyük büyük dedem de 1892'de İzmir'in ilk belediye başkanı ve valisi Yenişehirli Ahmet Efendi'dir.
Zaman içerisinde ailemden milletvekilleri, akademisyenler de çıktı. Amcam Menderes'li Demokrat Parti döneminde DP'nin milletvekillerinden birisiydi. Benim de bir dönem iki kez milletvekilliği denemem oldu; birinde 82 oyla, ikincisinde ise 100 oyla milletvekilli seçilemedim. Demek ki nasip değilmiş. Diğer yandan evliyim ve iki evladım var efendim.
Bir avukat olarak yazmaya ne zaman karar verdiniz?
Bütün dünyayı dolaştım neredeyse, insanlar ve toplumlar üzerine çok fazla incelemelerde bulundum ve bunun beni inanılmaz biçimde zenginleştirdiğine inanıyorum. Dinler tarihiyle ilgili önemli ne kadar yer mekan varsa oralara da gittim ve yaşadım, içimi bunlarla doldurmaya hep gayret ettim. Dinler insanlığın tarihinin başladığı noktadır. Dinleri anlamak insanlığın da tabiatını anlamak demek bir bakıma bence.
Bütün bu gelişimim süresince daha fazla dayanamadım sanırım, içimdeki konuşmaları, gördüklerimi, okuduklarımı susturamadım ve kağıda aktarmam gerektiğini farkettim. Zamanı geldi belki de, bilemiyorum... Ben hayatta hiçbir şeyin ve olayın rastlantı ile tezahür ettiğine inanmıyorum. Tevafukla her şey bir plan dairesinde gelişiyor ve zamanı geldiğinde gerçekleşiyor. Zamanı gelmiş demek ki...
İkinci kitabınız "Kerime", Beyaz Usta Siyah Çırak kitabınız kadar ilgi çekti. Dönem kitabı yazmanın bir takım zorlukları var galiba, siz Kerime'yi yazarken ne gibi zorluklar yaşadınız?
Evet Beyaz Usta Siyah Çırak'ta çok güzel tepkiler almıştım saolsun okuyanların memnuniyetleri beni çok mutlu etti. Meydan Yayınları'ndan çıkmıştı o da; Sayın Başbakan'ın Küresel Barış Vizyonu kitabını yayınlayan yayınevidir. Ama şuna inanıyorum Beyaz Usta Siyah Çırağın etkisi zaman içerisinde daha iyi anlaşılacak; zamansız bir kitap çünkü; her döneme ışık tutuyor. Satır aralarını okumak denen şeyi gerçekleştirdiğinizde size bambaşka kapılar açıyor. Büyüsü olan bir kitap diyebilirim...
İkinci romanım KERİME oldukça ilgi çekti, Everest Yayınları'nda çıkması da kitabın okunurluğunu, bilinirlirliğini farkedilir oranda arttırdı. Çünkü bir yazarın kitabının iyi olması onun okunurluğunu arttırmaya tek başına yeterli bir faktör olamıyor, iyi bir yayınevi kitabın iyi olması kadar önemli. Bu yüzden Everest ile çalışmış olmayı ve romanımın onlar tarafından beğenilerek basılmış olmasını çok önemsiyorum.
Kerime 1930 yıllar içerisinde geçtiği için, dönem kitabı da diyebiliriz. Bu dönemi bütün gerçekliği ile ortaya koyabilmek için doğru bilgileri okuyanlara doğru hisler ve doğru çarpıtılmamış tarih bilgisiyle geçirmek gerekiyordu ve bununla alakalı tıpkı uzman bir tarihçi gibi uzun çalışmalarım, araştırma dönemim oldu. Yorum katmadan o dönemi bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya, muhafazakarlar ile kemalistlerin çatışmalarını ve toplumsal kırılmaları doğru bir zeminde vermeye çalıştım . Yorumu ise okuyuculara bıraktım. Bu dönem romanlara konu olmamış daha önce; Kerime de yanılmıyorsam bu dönemi anlatan ilk romandır. Bu yüzden de dikkat çekici oldu sanırım. Ama ben bir yandan dönemi verirken aynı zamanda Kerime'nin travmasını anlatmaya çalıştım. Felsefik olarak (baskının) altını çizmeye çalıştım. Siyasi erkin topluma uyguladığı baskı ile bir babanın kızına uyguladığı baskıyı ve birbirinden tamamen farklı bir siyasi ve dini argümanlar ile bu konuyu irdeledim. Bu farklı kesişme enteresan ve keskin oldu. Aslında gerçeğin ta kendisi ile yüzleşti okuyucu. İronik bir durum oluşturdu doğrusu.
Kerime'nin bir de Türkiye'nin komşu ülkeleriyle olan ilişkisini de anlatan bir tarafı var değil mi?
Bahadır Yenişehirlioğlu: Kesinlikle evet. Evrensel olarak baskının ve dayatmanın hiçbir çözüm sunmadığı tarihi bir vakıa olarak karşımıza çıkar. Bütün ülkelerde bu böyledir. Osmanlı'dan kopuş sürecinde rol alan Türkiye içerisindeki oyuncuların var etmeye çalıştıkları devrimin simgesi olarak görülen ezanın Türkçe okutulması sürecinin sancılarını da anlatıyor Kerime.
Ulus devlet oluştuulmaya çalışıldığı bir dönemde amaç aynı zamanda genç Türkiye'yi diğer İslam ülkelerinden ayırmak ve bunu Türkçe ezan üzerinden perçinlemekti. Romanda sosyolojik olarak bu hususları, erkin toplum üzerine kurmaya çalıştığı bir baskı olarak anlattım. Özelde psikolojik olarak muhafazakar bir babanın kızları üzerinde oluşturduğu bir baskı olarak işledim. Tamamen zıt biçimde. Baskının nereden gelirse gelsin kırılmalara ve infilaklara sebebiyet verdiğini göstermeye çalıştım. Günümüz Türkiye'sinde geldiğimiz nokta itibari ile demokratikleşme çabalalarının var ettiği özgürlük otamının gelişmesi son derece önem arzediyor ve bu durum aynı baskıları yaşayan komşu ülkeler için de bir bahar ortamının ivmesini oluşturuyor. Arap Yarımadası ve Ortadoğu'daki Arap Baharı olarak adlandırılan demokratikleşme süreci de bunu kanıtlar niteliktedir. Demokratik bir bilincin yerleşmesi yolunda şu anda Türkiye ciddi bir örnek olarak bu toplumlara ışık ve vizyon sağlıyor. Geçmişin sıkıntılarını Osmanlı'nın bünyesinde yaşayan diğer ülkelerin de üzerinden atabilmesi için bizim yakın tarihimizi bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizim yakın tarihimiz onların da yakın tarihi, onların yakın tarihi bizim de yakın tarihimizdir...
Kerime'deki karakterler tamamen kurgusal mı?
Karakterlerin tamamı kurgusal evet ama olayların tamamı gerçektir.
Kerime'de 1930'lu yıllarda muhafazakar bir aile içindeki kızların yaşadığı baba baskısı ve muhafazakar yapıdaki ailenin yaşadığı ahlaki çöküntü anlatılıyor. Henüz okumayan okuyucular için biraz daha detaylı anlatabilir misiniz?
Bahadır Yenişehirlioğlu: Kerime'nin kahramanlarının tamamı kurgusal olmakla birlikte gerçek, bu günde yaşanan, yarında yaşanacak olan olayları anlatıyor bize. İçimizdeki derin travmalar... Bu olayların dönemle bir alakası yok. Ezan'ın Türkçe okunduğu ve o günün travmalarını konumuz dışında tutuyorum tabi ki. Ama Kerime ve kız kardeşi Nezihe'nin yaşadıkları bugünde yaşanan olaylardır.
Ben ayrıca genel ve özel olarak kimseyi kınamamakla birlikte muhafazakar bir hayat yaşayan insanlarda da toplumun genelinde yanabilecek olayların yaşanabileceğini bunun aslında hiç de uzak olmadığını anlatıyorum.Bir eleştiri, belki bir yüzleşme... Avukat olarak adliyelerde karşılaştığım o kadar çok olay var ki, bunlar adliyelere intikal edenler yada etmeyenler. Var mı, var; oluyor mu, oluyor. Her kesimde az yada çok ama oluyor ve olmaya da devam edecek. Ben bunun altını çizmeye çalıştım. Kerime'nin babası şeriye katibinin yaşadığı olay ve ruh dünyası, bir muhafazakar babanın ne hale geldiği, nasıl erezyona uğradığı ve bunların aile içerisinde oluşturduğu derin yansımaları anlatmaya çalıştım. Kerime, psikolojik tahlilleri olan bir eser.
Kerime'nin dönem dizisi ve aynı zamanda sinema filmi için de çok uygun bir yapısı var, dizi veya sinema filmi haline getirmeyi düşünüyor musunuz?
Evet, okuyuculardan da bunu çok sık duyuyoruz ve Kerime'nin mutlaka dizileştirilmesini öneriyorlar. Format olarak da çok uygun ve konu olarak çok çarpıcı, derin tahlilleri, güçlü karakterleri var. Aslında Kerime'yi hem dizi, hem de sinema filmi olarak çekmek gibi bir düşüncemiz var. Diziyi ülke içinde çekmeyi planlıyoruz. Sinema filmini de uluslararası bir film olarak düşünüyoruz. Çünkü biraz önce söylediğim gibi yakın tarihimizin sadece bizi değil, komşu ülkelerimizi de yakından ilgilendirmesi açısından komşu ülkeler için de 1930'lu yıllarımzızın bilinmesi gerekiyor. Bu açıdan filminin yapılması gereken bir roman. Filmimiz için de Doludizgin Creative Films yapım şirketiyle çalışma sürecimiz devam ediyor. Yönetmen sevgili Koray Demir de saolsun Kerime'yi sinema izleyicileriyle buluşturmak için de sıkı bir şekilde çalışıyor. Ayrıca tanıtım, reklam ve halkla ilişkiler ajansımız Meva Ajans ve Build Brand şu anda tanıtım çalışmaları için de yoğun bir şekilde çalışıyor.
Reklam ve halkla ilişkiler ajansı dediniz, edebi değeri olan bir kitabın bu denli yoğun frekansta tanıtımı yapılmalı mı sizce, bu tanıtım eserlerinizin edebi değerini düşürmez mi?
1930'lu yılları yazdım ama o yıllarda yaşamıyoruz artık. Her gün milyarlarca kitap basılıyor, internet var, TV, radyo, gazeteler, dergiler, el kitapçıklarının yerini e-kitaplar aldı, Ipad'lerde, Iphone'larda bookstore'lar var. Bir kişi her gün milyonlarca ticari mesaja maruz kalıyor ve bütün bu bilgi, algı, fikir karmaşası, iş, aile sosyal yaşam debdebesi içinde sizin kitabınıza ilgi duyup almasını başka nasıl sağlayabileceksiniz?
Eğer fikirleriniz evrensel ahlak kriterlerine uyuyorsa, doğru çizgide olduğunuzu düşünüyorsanız ve düşünüyorlarsa, bu konuda girişimlerde bulunmak yazarın ve yayınevinin pek tabii en doğal hakkıdır diye düşünüyorum. Tanıtım mecralarını kitabın fikirlerini, bilgiyi daha hızlı yayabilmesi için, dışında bir yapı değil de, tam tersine kitabın sayfaları gibi önemli, kitabın uzantısı gibi görüyorum. Avrupa ve ABD'de sırf yayınevlerinin kitaplarının tanıtımıyla ilgilenen reklam ajansları var. Yazarları için de ayrıca uluslararası edebiyat ve sanat dünyasında yer edinebilmeleri için çok yoğun lobi faaliyetleri yürütüyorlar. Bu milyonlarca insana iş imkanı sağlayan ayrı, devasa bir endüstri. Bu açıdan bakıldığında artık bizim de yazarlarımızın dünyada söz sahibi olması bu endüstriyi yönetebilecek yetkinlikte olması, bu toprakların fikir tohumlarını dünya edebiyat ve diğer sanat alanlarında büyük çınarlara dönüştürmesi gerekiyor.
Bir yazarın artık sadece "kitabımı yazdım işim bitti" demesi annenin çocuğunu doğurup işim artık bitti demesi kadar saçma olur. Biz de modern pazarlamanın, sinema endüstrisinin tüm enstrümanlarını kullanmaya çalışıyoruz. Ajans seçim sürecimiz de tıpkı bir firmanın ürünlerinin nasıl, nerede, ne zaman, kimler tarafından tercih edilmesini istemesi ve bu istekleri sonucunda konkur ( ihale) açtığı şekilde profesyonel bir biçimde yürütüldü. Biraz önce bahsettiğim gibi biz de yayınevleri ve yazarlar alanında kendini kanıtlamış Meva Ajans ve Build Brand adlı iki ajansla aynı anda çalışıyoruz. Meva Ajans Türkiye'deki tanıtım faaliyetlerimizi yürütürken, Build Brand de uluslararası tanıtım faaliyetlerimizi yürütüyor.
Peki her yazı ve kitabın bir mesajı olduğunu düşünürsek, Kerime'de okuyucuya iletmek istediğiniz mesaj nedir?
Baskı nereden gelirse gelsin suçtur. Bunu devlet de yapıyorsa, fertler de yapıyorsa suçtur. Hiçbir travma saklanmamalı, üstü bastırılmamalı. Zihin asla unutmaz ve insanlar, toplumlar infilak edebilirler Derin yaralar yaşarız. Büyük acılar üretiriz. Bu nesillerimizin yok olmasına sebep verir. Acı üretmek can yakar, kötü izler bırakır. Tarihimizle yüzleşmeli ve hesaplaşmalıyız. Bundan korkmamalıyız. Tarihleri ile yüzleşmemiş toplumlar faşizme doğru kayarlar. Yakın ve uzak tarihi bilmeyen, gerçek tarihi öğrenmeyen toplumların ötelere taşıyacağı hiçbir şey yoktur. Zihinleri iğdiş etmenin kimseye faydası dokunmamıştır, aksine büyük acılar doğurmuştur.
Kerime'de Nezihe'nin yaşadığı ciddi bir aşk da var galiba? Sizce aşk nedir?
Bahadır Yenişehirlioğlu: Buna Kerimenin kardeşi Nezihe cevap versin isterseniz.
"Dudaklarını cama değdirdi ve öptü usulca. Geri çekildi vitrinin camında dudaklarının izleri öylece kala kaldı. Silmeye kalkışmadı, varsın oracıkta kalsınlardı, her daim öpmeye ve öpülmeye hazır.
Aşk ağının içinden incileri çıkarmadıktan sonra ve bu inciler sözlere dönüşmedikten sonra aşk tamamlanamaz ki. Tamamlanmadı da. Zira aşk ağzını hiç açmamıştı ona. Kendi içinde yazmış ve oynamıştı demek ki .Bunu neden anlayamamıştı. Bu kadar kör ve bu kadar sağır mıydı gerçeğe?
Birinin hayatında değilsen yapayalnızsındır. Başkasının senin hayatında olması senin yalnızlığını ne kadar yok eder ki. Çaremi olur. Olmaz tabi. Olmadı da, yetmedi de. Ulaşamadı ki bu aşk diğer kalbe onda bir yankı bulamadı ki. Bir tepeden diğer tepeye doğru sana aşığım diye bağırış sünger gibi emildi, kaldı ama emildiği tepe bunu bilmedi bile. Şeffaftı, geçip gidiyordu ötelere. Muhatabına ulaşmayan sözler yankı bulamaz ki. Ne kadar derin gönderilirse gönderilsin çıkmıyorsa dudaklardan sözler nafile.
Ben aşkı senin gözlerinin içine bakmak için yaşadım. Aynı şeyleri görmek için, aynı aşka tutulmamız için sevdim seni. Ama bunu sana söyleyemedim.Artık söylememede gerek kalmadı ki...
Hem doğusunda, hem batısında güneşi olan bir gezegen gibiyim, bütün gölgelerim içimde kaldı. Ne kuzeye uzayacak, ne güneye, ne doğuya ne batıya hiçbir tarafa. Gölgesiz olmak nedir biliyor musun? Yok olmakla bir.
Aşk bana adil olmadı... Bundan sonra adaleti beklemek beyhude. Alevler hiçbir yerime dokunmuyor ki artık...
Bütün aşkını kusuyordu derin öğürtülerle .Ne varsa aşka dair çıkartıyordu hepsini arz üzerine. Kustukça insanlığı ölüyor,hayatı eksiliyor, nabız atışları yavaşlıyordu... Gözleri kan çanağı gibi kustukça kusuyordu...
Aşkın beni aşüfte, sevda, meczup, cunun ,mecnun, Şeyda yaptı. Bana böyle desinler artık gideceğim yerde .
Meczup oldum, cezbolundum, şiddetle çekildim aşka.
Sevda oldum, kapkarayım artık, zifiri karanlık hem de.
Aşüfte oldum, aklım bozuldu, perişan oldum.
Cünun oldum, mecnun oldum, gece gibi çöktün artık. Seni kendimden bile saklamalıyım artık.
Şeyda oldum, beynim karmakarışık, perişan...
Diz çökmeyeceğim aşksızlığımın önünde, dimdik gideceğim çok öncelere, sonralara sonsuzluğa, zamansızlığa... Bir kez yıkılır isem sonuna kadar virane olurum.
Diz çökmeyeceğim aşksızlığımın önünde...
Ben aşkı seçmedim ki... Aşk beni seçti... Neden ben kusurlu oluyorum... Neden kirli hissediyorum.
Aşkın hayatımı mahvettiğine mi yanayım, onca gördüklerime rağmen seni silemediğime mi yanayım, aşkı hiç yaşamamış olmamamı...