Bağdat 'Saddamgrad' mı olacak?
Abone olAlmanya'nın sonunu hazırlayan savunma bugünün gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor siz karar verin.
Irak'ın ABD karşısında hiçbir şansı olmadığını iddia edenler,
'işgal' bir haftada tamamlanamayınca Stalingrad savunmasını
hatırladılar; Irak'ın o destansı savunmaya öykündüğünü söylemeye
başladılar. 60 yıl önce 'saldırgan'ın sonunu hazırlayan 'savunma'
bugünün gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor; siz karar verin. Adolf
Hitler 30 Eylül 1938'de Sovyetler Birliği'yle bir Saldırmazlık
Paktı imzaladı. Ardından 'yıldırım savaşları' ile Avrupa'nın büyük
bir bölümünü (Polonya, Norveç, Hollanda, Fransa, Belçika,
Avusturya) ele geçirdi. Kendini yeterince güçlü hissettiği bu anda
21 Haziran 1941'de Rusya steplerine yönelik Barbarossa Harekatı'nı
başlattı. Plana göre tek bir büyük harekatla Kızıl Ordu'nun ana
güçleri yok edilecek ve 1941 sonbaharında Volga'ya kadar tüm Sovyet
toprakları işgal edilecekti. Alman general 'iki hafta' vade
biçmişti. Tüm dünyanın şaşkın bakışları altında Kızıl Ordu Alman
birlikleri karşısında çaresiz kaldı. Daha 1 ay bile geçmeden Alman
birlikleri 10 Temmuz'da Baltık Bölgesi'ne dek 450 kilometre
ilerlemişti. 3 Temmuz'da General Halder, Hitler'e verdiği raporda,
'Dnieper ve Dvina önlerinde bulunan Rus Ordusu'nun büyük kısmı yok
edildi. Rusya saldırısının 15 günde başarıya ulaşacağını
söyleyebilirim' diyordu. Oysa Hitler'in Sovyetler Birliği'ne açtığı
savaş bitmemiş, yeni başlamıştı. Sovyet Hükümeti ve Genelkurmayı
istilacılara karşı savaşması için halkı silahlandırmaya başladı. 30
Haziran'da Stalin başkanlığında Savunma Komitesi toplandı. Ulusal
ekonomi yeniden yapılandırıldı ve savaş gereçleri yapımına hız
verildi. Hedef petrol 2 ay içinde Almanlar'ın Orta Grup Ordusu,
Dnieper'in batısına doğru 200 kilometre kadar ilerledi. Ama bu
Alman Genelkurmayı'nın istediği kadar mükemmel değildi. Hitler,
generallerinin Moskova'ya saldırma önerilerini reddederek, 23
Ağustos'ta Ukrayna ve Kırım'a girmeye karar verdi. Ukrayna tarım ve
sanayiin merkezi, Kırım ise Sovyet petrolüne giden geçitti.
İstilacıya her şehir bir kabus Ne ki, Sovyet halkı Kiev, Moskova ve
Leningrad'dan sonra Stalingrad'ı da savunmaya kararlıydı. Kentin
çevresindeki siperlerin kazılmasında 2 ay boyunca 500 bin sivil
askerlerle birlikte çalıştı. Almanlar siperlere saldırmadan önce
uzun bir süre kenti bombardımana tuttular. Dış mahallelerine kadar
sokuldular. Gene de Almanlar'ın kente girme ve Fin Ordusu'yla
birleşme çabaları Sovyet Birlikleri'nce önlendi. Hitler kenti
kuşatma yoluyla ele geçirmeye karar verdi. Ava giden, av oldu
General Paulus'un komutasındaki 6. Ordu, 22 Ağustos'ta Stalingrad
önlerine ulaştı; kentin düşmesine az kalmıştı. Bu arada Hitler'in
Genelkurmayı'nın korktuğu başına geldi: Ruslar'ın direnci
yoğunlaştı ve Romen, Macar, İtalyan birliklerini zayıf desteğindeki
öncü ordu, Sovyet karşı akının saldırısına uğradı. 300 bin kişilik
Paulus Ordusu birkaç gün içinde yenilgiye uğrayıp Kızıl Ordu
tarafından çevrildi. Artık ava giden Almanlar avdı. Ve amansız
düşman: Hava koşulları 12 Aralık'ta General Hoth Kış Harekatı'na
başladı. Önce başarıya ulaşır gibi görünse de, bu da durdu. Soğuk,
açlık ve kanlı sokak çarpışmalarından yorgun düşen, yeterince
cephane ve sıhhiye olanağı bulunmayan birlikler, at ve kedi eti
yiyerek siperlerde barındılar. General Paulus, 1 Şubat 1943'te 90
bin askeriyle teslim oldu. Güdümlü Alman Basını ordunun can
çekişmesini bir 'kahramanlık destanına' dönüştürmeye çalıştı. Oysa
Stalingrad direnişi tüm dünyada Alman imajını yerle bir eden ve
onların da yenilebilir olduğunu ispat eden bir olguydu. Yine de
Almanlar gerçeği ancak esir askerlerin yazdıkları mektuplardan,
notlardan, bir de geriye dönebilenlerin ağzından öğrenilecekti.
KURALSIZ VE AMANSIZ PARTIZANLAR Her yer ormanlar, bataklıklar ve öç
almak isteyen insanlarla dolu. Sanki yeraltından fışkırırcasına en
beklenmedik anda saldırıyorlar. Her yerde onlar var. Onlardan hiç
kurtuluş yok... (Beyaz Rusya'da partizanlar tarafından öldürülen
bir Alman askerin günlüğünden.) Sovyetler Birliği'nin işgal edilen
kesimlerinde yaşayan halk, Almanlar'a pasif bir biçimde boyun
eğmedi. Alman faşist işgalinin daha ilk gününde kasabalarda, işçi
bölgelerinde, fabrikalarda, maden ocaklarında, köylerde düşmana
karşı bazen açık bazen gizli savaş açıldı. 1941 yazında Alman
faşist orduları Baltık civarını, Beyaz Rusya, Ukrayna ve daha
birçok bölgeyi işgal ettiğinde, yönetim partizanlara kaldı. 1943
yazında düşman hatlarının gerisindeki 200 bin kilometre kareyi
aşkın bir alan partizanların yönetimindeydi. Güçlüklerle dolu
1941-42 kışı partizan eylemi için çetin bir sınav oldu, ama bundan
sonra olgunlaştılar. Açık çatışma şeklindeki taktiklerini
değiştirdiler. Bunun yerine sabotaj eylemlerine başvurdular.
Yeraltı savaşlarıyla demiryollarını bozdular, tahta köprüleri
yaktılar, yollara mayınlar döşediler, telgraf hatlarını kestiler.
Düşman bölgesindeki Sovyet halkının savaşı, son derece güçlü
silahlara ve disiplinli bir orduya sahip Nazi Almanya'sının
yenilgisinde çok önemli rol oynadı. CEPHEDEN BİR MEKTUP Sevgili
baba... Tümen savaş için tekrar hazırlandı ama böyle bir savaş
olmayacak. Sana mektup yazıyorum, hem de resmi adresine yazıyorum
diye şaşıracaksın. Fakat bu mektupta söyleyeceğim şey, erkekler
arasında konuşulacak bir mesele. Sen de anneme gereğince, istediğin
gibi anlatırsın. Bugün biz buradakiler, 'Çok şükür, henüz mektup
yazabiliyoruz' diyoruz. Sevgili baba, sen albay, hem de kurmay bir
albaysın, bunun ne demek olduğunu anlarsın. Bu yüzden duygulu
açıklamaları kalkışmama gerek yok. Artık tamam. Öyle sanıyorum ki,
en fazla 8 gün sürer. Sonra da bu iş biter. Durumumuzla ilgili
olumlu ya da olumsuz yorumlar yapmayacağım. Nedenler önemsiz artık.
Hem yararsız da... Bizim tümenden geriye 69 kişi kaldı. Elimizde 2
makineli tüfek ve 400 atımlık cephane var. Bir de bazuka ile 10
bomba. Ötesi sadece duman ve yorgunluk. Mektubuma son verirken,
bir-iki kişisel şey söylemek isterim: Her şeyin ağırbaşlı bir
biçimde sona ereceğinden emin olabilirsin. 30 yaşında biraz erken
oluyor, biliyorum. Ama duygulanmanın yeri yok. Lidia ve Helen'in
ellerini sıkarım. Annemi ve Gerda'yı öperim. Geri kalan herkese
selam. Baba, üsteğmen, eli miğferde, sana selam verip ayrılıyor.
GERTRUDE BELL KİMDİR? Gertrude Bell (1868-1926), Oxford
Üniversitesi'ni bitirdikten sonra Avrupa'yı gezdi, İran'gitti, iki
kez dünyayı dolaştı. Arapça öğrendi, Ortadoğu'nun tüm arkeolojik
yerlerini gezdi. 1. Dünya Savaşı'nda İngiliz Hükümeti onun ülke ve
aşiretleri hakkındaki bilgisine başvurdu. Arap liderlerini
yanlarına çekmek isteyen İngilizler, T.E. Lawrence'in askeri gücüne
Gertrude Bell'in beyin gücünü eklemek istemişlerdi. Savaştan sonra
hem Paris hem de Kahire'deki barış konferanslarına katıldı, modern
Ortadoğu'nun yaratılmasında etkin rol oynadı. Savaşın ardından
Irak'ın geçici yönetimine Yüzbaşı Arnold Wilson atandığında, onun
yardımcılığına getirildi. Sonra Bağdat'taki İngiliz Yüksek Komiseri
Sir Percy Cox'un Şark Sekreteri oldu. Yeni Irak devletinin
sınırlarının çizilmesinde çalıştı. O dönemde Amerikalı bir misyoner
onu şöyle uyaracaktı: 'Irak'ın çevresine bir çizgi çizip de buna
siyasal bir devlet demeye kalkarsanız, tarihin 4000 yılını hiçe
saymış olursunuz! Asur ülkesi ile Babil toprakları daima birbirine
ters yönlere bakmıştır. İkisini birleştirmek istiyorsanız,
beklemeniz gerek; bu iş yavaş yavaş yapılmalı.' (David Fromkin, A
Piece to End All Peace, s. 449 vd.) Irak'ın 'Taçsız Kraliçesi'
olarak da tanınan Gertrude Bell, Faysal'ın Irak kralı olmasına
önayak oldu. Bağdat'ta Irak Müzesi'ni kurdu ve Antik Eserler
Müdürlüğü'nü yürüttü. 1926'da Bağdat'ta çalışmalarını sürdürürken,
ezildiği yalnızlık duygusu altında aldığı fazla sayıda uyku ilacı
ile yaşamına son verdi. Gezi kitapları, ailesine renkli bir anlatım
diliyle yazdığı 1600 mektup, 16 günlük ve 1915-1918 arasında
Ortadoğu'daki antik yerlerinde çektiği 7000 fotoğrafı vardır.
BELL'DEN ERMENİSTAN PLANI Irak sınırlarının çizilmesinde en etkili
isimlerden biri olan Gertrude Bell, 1. Dünya Savaşı'nda tıpkı
Arabistanlı Lawrence gibi İngiliz İstihbarat Servisi'ne çalıştı;
savaşın ardından Bağdat'taki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Percy
Cox'un Şark Sekreteri olarak, Haşimi Ailesi'nden Faysal'ın krallığa
getirilmesi için mücadele etti. Bell, Ermenistan Devleti'nin
kurulma planlarını da günlüğüne özenle kaydetmişti. 18 Ekim 1919
Cuma Yemekten sonra Dr. Altunyan'ı görmeye gittim ve ondan geniş
Ermeni programını dinledim. Ermeniler için bir yurt istiyor,
Fransızlar'ın ne olursa olsun Kilikya'dan Sivas'a kadar manda
gücünü alacaklarını umuyor ve Rusya ile Balkanlar'dan dönecek 2
milyon Ermeni'ye güvendiklerini söylüyor. Bu rakamın Van
cumhuriyetini de içerdiğini sanıyorum; Van'da şimdilik İngiliz
Birlikleri'nin kalmasını ya da hiç değilse Ermeniler'e silah ve
mühimmat vermemizi umuyor. Ermenistan'da yabancı birliklerin çok az
süreyle kalması yeterli; sadece 1 yıl sonra kendi başlarının
çaresine bakabilecek durumdalar. Resmi dil Ermenice olmalı ve
başlangıçta ne Müslümanlar'a, ne Kürtler'e ne de başka bir gruba
resmi görev verilmemeli. Kürtler devlet hizmetine girmek isterlerse
Ermenice öğrenmeli. Diyarbakır'ın kuzeyindeki Kürtler'in çoğunun
Müslüman değil Kızılbaş olduklarını vurguladı. Ayrıca Ermeniler'e
karşı her zaman dostça davranmışlar. Dışarıdan kışkırtma olmasaydı
(Ermeni) katliamının hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olduğunu
düşünüyor. Eğitim düzeyi Ermeniler'de Kürtler'dekinden çok daha
yüksek. Misyoner okulları sayesinde okuma yazma bilmeyen Ermeni çok
az. Eğer bir Kürt eyaleti olacaksa, bunun Urfa'dan, Diyarbakır'ın
kuzeyine ve doğusuna kadar uzanan bir kuşakta yer alması en doğrusu
olur. Lord Salisbury'nin Ayastefanos Antlaşması'nı bir yana bırakıp
yerine Van antlaşmasını koyması yüzünden, Ermenistan'da olan
bitenden bizim sorumlu olduğumuza dair tarihsel argümanı ileri
sürdü. Bu olmasaydı Rus himayesinin, Rus işgali olmaksızın,
Anadolu'nun batısına doğru genişletilebilecekti dedi. Burada
Ermeniler onlara karşı yükümlülüklerimizi yerine getirmediğimiz
için bize çok kırgınlar. Hem Antep ve Maraş'a döndüklerinde,
Türkler'in eline geçen mülklerini geri alamayacaklar; hem de barış
antlaşması şartlarından birini oluşturduğu halde, katliamların
başlıca sorumlularını cezalandırmak için henüz hiçbir adım atmadık.
Sözlerine, kötü ya da zayıf bile olsa, İtalyan veya Yunan bile
olsa, Türkler'e geri dönmektense herhangi bir Hıristiyan mandasını
ter cih edeceklerini söyleyerek son verdi. Artık Türkler'e
dönmeleri imkansızdı. Bir Fransız mandasına itirazları olmayacağını
ve Araplar'ın da bu emrivakiyi kabul edebileceğini düşündüğünü
söyledi, ama kızı bir Fransızla nişanlı olduğundan belki tarafsız
olmayabilir. GÜL ÇAGALI GÜVEN / STAR