Sosyal medya çok acımasız bir mecra.
Bir anda kendinizi milyonların önünde, hakaret ve övgüler
arasında bulabiliyorsunuz. Ki çoğu zaman bilen bilmeyen, gören
görmeyen eski Türk filmlerindeki “vurun kahpeye”
zihniyetine benzer bir linç kampanyası ile üstünüze
gelebiliyor.
Hatta bir tür “recm edilmek” gibi… Önce köyün
önde gelenlerinden biri eline taşı alıp suratınıza fırlatır, sonra
o konudan haberli ya da habersiz olan tüm köy ahalisi de bir bir
yerden aldıkları taşları atmaya başlar.
Bunun son kurbanlarından biri de, katıldığı televizyon
programında “Asker yanlış bir şey yapmaz” diyerek
12 Eylül askeri darbesini savunan “Ayten Gökçer”
idi.
Peki, Gökçer’in söyledikleri ne anlama geliyordu? Ne demeye
çalıştı? Biraz da biz bakalım.
Ayten Gökçer'in, programda söyledikleri Türkiye’de oldukça
kalabalık bir kitlenin sözleriydi aslında. Emin olun, bırakın
sokaktaki insanları, yazar, bürokrat, kaymakam, vali gibi farklı
kesimlerden birçok kişi bu konuda Gökçer ile aynı fikirdedir.
Örneğin yazar Ertuğrul Özkök, daha çok yeni TBMM Darbeleri
Araştırma Komisyonu’nda darbeyi savunmuştu. Ve daha birçok isim bu
listeye kolaylıkla eklenebilir.
Bu düşünceyi savunanların temel argümanlarından biri,
“sokakta her gün birileri ölüyordu”,
“…rahatladık”, “o dönem dışarı dahi
çıkamıyorduk”, ”ülke huzur buldu” gibi
iddialardır.
Dikkat edin, söylemleri dile getirenlerin ortak özelliği,
darbenin üstlerine çizik atmadığı, yargılamadığı, ezmediği,
yakınlarına zarar vermediği insanlardır. “Bana
dokunmayan yılan bin yaşasıncılardır”.
İşte bu argümanı savunanlar ile savunmayanlar arasındaki
kırmızıçizgi; “yılanın dokunup,
dokunmadığıdır”.
Yılan dokunmamışsa, hiçbir sorun yoktur. Asker başarılı bir
müdahale yapmış ve hayatları normale dönmüştür. Ama tabi hayatı
tamamen anormalleşen yüzbinlerce aileyi görememişlerdir!
Bu konuda Thomas Hobbes, “İnsan bencildir, kendisi için
iyi olana yönelir” der ve bunu bir eleştiri olarak değil,
insanın doğal bir özelliği olarak belirtir. “Bu özellik
insanın özünde vardır” der. Tamamen
“faydacılıkla” niteleyebileceğimiz bir durumdur.
Yani toplumun geneli iyi durumdaysa, onlar için sorun yoktur.
Diğerleri “ne halleri varsa görsünler”dir.
Ayten Gökçercilerin savunmalarındaki bir diğer dayanak da;
“askerin asla yanlış yapmayacağıdır. Asker ne yapmışsa
doğru yapmıştır!”
Yani askere duyulan tam bir güven söz konusudur.
Çünkü “asker”, her şeyi bilir. Cumhuriyeti ve
değerlerini, yani rejimi korur. Üstümüzden çıkar elde etmek isteyen
devletlere bizi yem etmez, savunmasını bilir.
Bu yaygın ve öğretilmiş bir kanıdır. Bu yüzden “darbe
yapılmışsa, kesinlikle haklı bir nedenle yapılmıştır.”
Ama bu, Cumuriyet ve onun değerleriyle ne kadar çelişkili bir
düşüncedir değil mi?
Çünkü böylelikle siz, cumhuriyet ve onun değerlerinin
korunmasından bahsederken; eylem de ise “iradenizi temsil
ettirmiyor, tamamen teslim ediyorsunuz”.
Yani toplum kötü, dolayısıyla onların seçtiği temsilciler de
kötüdür. Fakat Cumhuriyetin bekçisi olan silahlı ordu, her şeyin
üstündedir ve onlar her şeyi daha iyi bilir.
Aslında bu kendinizi yok saymanız demektir.
Kötü olduğunu düşündüğünüz toplumu değiştirmek,
tutunduğunuz değerler ile galip gelmeye çalışmak varken, hile
yapıp silah gücüyle bunu başarmaya çalışmak demektir. Zayıflık,
hatta acizliktir. Mücadeleden kaçmaktır.
Yani darbeleri savunmak, siyaset arenasında çözüm
bulamayanların, mağlup olanların tutunduğu ince kırılgan bir
daldır.
Bu nedenle, evet, tabi ki ordunun komuta kademesinin kararları
önemli kararlardır. Uzmanlık isteyen bir bilgi, birikim ve tecrübe
gerektirir.
Fakat geleceğinizi onlara teslim etmek ise, sıkıca tutunulan
evrensel demokrasi ve hukuk anlayışı ile çelişmektir.
Sahi, bi’ 18 yaş muhabbeti vardı,
n’oldu?
Başbakan gençler siyasete girsin dedi.
Muhalefetin bir kısmı da ayıp olmasın diye destekledi. Eh bir
kısmı da “olmaz öyle şey” dedi.
Çoğu partinin gençlik kolları tamamen pasif çalışırken,
Parti üst yönetimlerinde çalışanların, yani abilerinin daha
doğru düzgün söz hakkı yokken,
Eğitim gördükleri okullarda tamamen “otoriter ve
baskıcı” yönetimlerin, öğretmenlerin elleri altında
yetiştirilirken,
“Büyüğe cevap vermek ayıptır” düsturuyla
büyütülürken,
Hangi demokrasiye ısınma turundan bahsediliyor anlamıyorum.
Yani anlayacağınız bu demokrasi, zaten bu çocuklara “XL”
gelir.
Ha olsun, büyüyünce giyerler dersen, o ayrı mesele.