Ayşe Arman kabak tadı verdi
Abone olKöşesinde sık sık özel hayatından kareler sunan Ayşe Arman'ın yazıları kabak tadı vermeye başladı. Arman son yazısında sevgilisiyle doğum dersleri aldığını yazdı.
Köşesinde sık sık özel hayatıyla ilgili karelere yer veren
Hürriyet yazarı Ayşe Arman'ın yazıları kabak tadı vermeye başladı.
"Sevgilimle el ele doğum derslerine gidiyoruz"
diyen Arman'ın doğum muhabbetleri okuru fena halde sıkmaya
başladı:
Oya Ünlü’nün Ömer’i geldi. Hoş geldi. Tuna Kiremitçi’nin Can’ı
geldi. O da hoş geldi. Anlayacağınız, bütün arkadaşlarımın
bebekleri ‘dünya’ya geldi.
Ama bizim kızda tık yok. Hanımefendi, içeride pek rahat galiba!
Merak edenler olur diye, belli bir süre içinde gelirse, doğum,
normal olacak; yok hayır gelmezse, kızımız epidüral sezaryenle
aramıza teşrif edecek. Yine merak edenler olur diye, adı Alya.
Aliye gibi. Müziği olan bir isim değil mi? Bir gazeteci doğuramazsa
ne yapar? Yazar...
Nasıl hoşuma gidiyor anlatamam...
Kalem-kağıt bir sınıfa girmeyeli, pür dikkat anlatılanları
dinlemeyeli, dersten sonra ‘Örtmenim! Örtmenim!’ diye bitmez
tükenmez sorular yöneltmeyeli, o kadar uzun zaman olmuş ki...
Bir süredir her cumartesi, Dubai’deki Amerikan Hastanesi’nin yolunu
tutuyoruz.
Aramıza ha katıldı, ha katılacak -eli kulağında, yakında inşallah
yanımızda olacak- kızımıza hazırlık yapıyoruz.
Bu yaşımızda (ben 35, sevgilim 43), biz resmen yeniden öğrenci
oluyoruz.
Doğum öncesi, doğum esnası ve doğum sonrasında başımıza gelme
ihtimali olan şeyleri öğreniyoruz.
Bazen ağzımız açık kalıyor, şaşırıyoruz, bazen birbirimize bakıp
korkuyoruz, bazen çocuklar gibi seviniyoruz, bütün bir ders boyunca
gizli bir gurur, el ele oturuyoruz...
Ve esas olarak, doğum denilen mucizenin, tek kişilik bir oyun
olmadığını bütün hücrelerimizde hissediyoruz...
*
Zaten kafamıza kakmaya çalıştıkları da bu:
Senin bir antrenörün var, bebeğinin babası olan adam...
O, doğum esnasında sana bir ebe gibi destek oluyor, o zaman senin
acın azalıyor, bilimsel olarak da bu kanıtlanmış bulunuyor.
Yani eskiden olduğu gibi ‘Bismillah’ deyip kendi başına ya da
annenle girmiyorsun doğumhaneye. Kocan dışarıda beklemiyor, sigara
üstüne sigara içmiyor endişe içinde...
Değişmiş.
Dünya değişmiş.
Erkekler de değişmiş.
‘Beni kan tutar, bakamam, göremem, ayılırım-bayılırım’lar yok.
Yeni erkekler, pasif değil aktif rol üstlenmiş vaziyetteler.
Ve bir antrenör kadar bilgililer...
*
Yine de siz sevgilimin, doğumu yapacağım hastanenin derslerine
katılmaya ayıla bayıla ‘Tamam’ dediğini zannediyorsanız, fena halde
yanılıyorsunuz.
O da neticede bir Türk erkeği!
Amerikan filmlerinde olduğu gibi ‘Hadi seninle nefes egzersizlerine
gidelim sevgilim!’ demedi.
Başta çok gönüllü değildi.
Ne yalan söyleyeyim, ben de değildim.
Ben de neticede bir Türk kadınıyım!
Onunla birlikte gideceğim, işin tuhafı, benim de aklıma
gelmedi.
Derslere kendi başıma giderim, akşam eve gelince de ona
öğrendiklerimi anlatırım diye hesap ediyordum. Çünkü ‘Doğum bir
kadın meselesidir. Acıları kadın çeker, bir şekilde halleder,
bebeği doğurur, babasına gösterir, ‘Bak, bu senin çocuğun...’ der’
diye düşünüyordum...
Ya da en fazla, baba, yeşil ameliyat kıyafetleriyle doğuma gelir,
kadına güç verir, o kadar...
O da şahane bir şeydir, baba lütfetmiştir....
Çocuk esas olarak annenindir ya....
Nah sadece annenindir!
Hastaneye benim için kayıt yaptırmaya gittiğimizde birden ne fark
ediyoruz? Bu tür kurslara ‘single parent’ (bekar anne) olmadığın
müddetçe, kadın başına katılamıyorsun... Meğer yadırganıyormuş! Hem
de fena halde. Herkes çift çift hazır ve nazır bulunuyormuş. Aksi
takdirde ‘Partneriniz nerede?’ diye soruluyormuş. Yok hayır, iş
toplantısı, iş seyahati filan da olamıyor. ‘Dünyaya bir çocuk
getiriyorsunuz, bundan önemli ne olabilir ki?’ diye
düşünülüyor.
Diyeceğim o ki, o günden beri biz iki kafadar her cumartesi el ele
doğum derslerine gidiyoruz. Ve şimdi, iyi ki böyle bir işe
kalkıştık diyoruz.
*
Peki neler öğreniyoruz?
Aklınıza gelen her şeyi...
Doğumun bir kadın bedeninde meydana getirdiği fizyolojik ve
psikolojik bütün değişiklikleri: Doğumun işaretleri nelerdir? Doğum
başladığında ne yapmak lazım? Yalancı doğumla gerçek doğumun farkı
nedir? Suyun gelince ne yapacaksın? O su, ne mene bir şeydir? Tadı
nasıldır, kokusu nasıldır? Su geldikten kaç saat sonra doğum
gerçekleşir? Koştur koştur hastaneye gelmek doğru mudur? Ağrılar
her 5 dakikada bire indi diyelim ve siz hastaneye ulaştınız, hangi
kapıdan gireceksiniz? Dosdoğru nereye gideceksiniz? Doğumhane nasıl
bir yerdir? Oradaki aletler neyin nesidir? Duyacağın sesler hangi
cihazlara aittir? Vakum nedir, forseps nedir? Hemşire ve
doktorların arasında geçen diyaloglar neler olabilir? Doğurmak
üzere olan kadının ruh hali nasıldır, bir erkeğin nasıl davranması
gerekir?
Burada bir parantez açmak istiyorum, çok güldüm çünkü, hormonların
bir kadını ne hale getirebileceği bir ders boyunca özel olarak
anlatılıyor. Ve erkeklere sesleniliyor:
‘Çok sabırlı olmanız gerekiyor. Ağrıları yaşarken onun acısını
hafifletmek için masaj yapmak isteyebilirsiniz. ‘Dokunma bana!’
diye sizi azarlayabilir. ‘Senin işin gücün yok mu? Gidip kahve
filan alsana...’ diye sizi odadan yollayabilir. Siz tam odadan
çıkmak üzereyken de, ‘Delirdin mi? Sen nereye gittiğini sanıyorsun?
Bu durumda beni nasıl yalnız bırakabilirsin!’ diye avaz avaz
bağırabilir. Şimdiden hazırlıklı olun yani. Bütün bunlar
normal!’
Demek istiyorum ki, bu derslerde olası bütün ihtimaller bir bir
anlatılıyor. Normal doğuma, sezaryene, epidürale dair pek çok bilgi
veriliyor. İnsan önce biraz afallıyor. Zaten günümüz çiftleri
hamilelikle ilgili pek çok kitap okuyor. Bir de üstüne neredeyse
bir tıp öğrencisinin tıp fakültesinde aldığı bilgi kadar yoğun bir
bilgi...
İlk zamanlar bu durumu biraz yadırgadım ama sonra önüme serilen
bilgilerin işime yarayanını aldım, gerisini bıraktım.
Ve size bir itiraf:
Derslerden birinde normal doğum izledik. Ben hayatımda bu kadar
olağanüstü bir şey görmedim. Bir gazeteci olarak nasıl olur da
bugüne kadar böyle müthiş bir şeyi es geçmişim, bir gün olsun merak
etmemişim, bir doktordan izleyebilir miyim diye rica etmemişim,
kendime çok şaşırdım. O kadar büyüleyiciydi ki. Öyle korkunç ve
ürkünç filan da değildi. İnsanın sadece izlemesi bile onu Allah’a
çok daha yakınlaştırıyor...
Kim bilir, yaşaması nasıldır...
Kısmetse yakında ben de, pardon biz de yaşayacağız.
Kim bilir, belki siz bu yazıyı okuduğunuzda biz çoktan doğurmuş
olacağız...
HAMİŞ: Eğer doğurmamışsam, bana değil sevgilime üzülün. 6 kadın 1
erkek doğumu beklemek, sinir bir şey olsa gerek!!!
Yazı: Ayşe Arman
Kaynak: www.hurriyetim.com.tr