Altı aydır konuşuyorduk. İki ay daha konuşacak gibi
görünüyoruz.
“Neyi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Merakınızı artırmak için
sorunun cevabını yazının sonlarına saklayacak değilim.
ABD seçimlerinden bahsediyorum.
Biden mı, Trump mı?
Trump mı, Biden mı?
Diyerek; güzide Türk Matbuatı çarşaf çarşaf yayın yapıyor,
kanallar gece programlarını büyük şeytana ayırıyorlardı.
Yarış keyifsiz bir hal almaya, heyecan iyice azalmaya başlamıştı
ki,
Allah’tan, Amerikan müesses nizamı durumu fark etti de,
imdadımıza yetişti.
Yaşlı Joe’yu taça, Kamala Harris’i piste attılar. Hoş, ne zaman
Kamala Harris ismini duysam, aklıma, çocukluğumda Anadolu’da
kullanılan Massey Harris traktörleri gelir.
Başladık yeniden papatya falı açmaya...
Trump mı, Kamala mı?
Kamile mi, Trump mı?
Doğal olarak Kamile, yarışa hızlı başladı. Fille arasındaki
mesafeyi bi’ eşek boyuna kadar çıkardı.
Eşek rüzgarı ve nefti arkasına almıştı, bi’ kere; ta ki, Trump’a
suikast girişimine kadar.
Bir suikastçı, Trump’ı kulağından vurdu. Bir nevi, kulağını
çekti; kirli oyununu kurdu.
Rahmetli Tevfik Fikret yaşasaydı, başarısız girişime çok
üzülür,
“Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın!
Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!” diye bir şiir
döktürür;
Mahmut Şevket Paşa, kongre binasını korumak için Harekat
Ordusu’nu Colorado’dan Washington DC’ye sürerdi.
Suikast seçime yeni bir heyecan katmış, bizi dertten derde
salmıştı.
Strese girmiş, tansiyonumuz yükselmişti.
Nihayet, Başkanlık seçimi 5 Teşrin-i Sani’de bitti.
Derin bi’ “oh” çektik, başka kaza bela olmadan tamamlanması
dünyayı büyük bir kaostan kurtardı. Zira, Amerikalının derdi bizi
germişti.
Donald Abi’nin seçilmesine sevindirik olduk. Barak Hüseyin Obama
seçildiğinde de çok mutlu olduyduk. Barak, Burak demekti. Hüseyin
adı, Peygamberimiz ’in torunundan geliyordu. Aynı zamanda adam
siyahiydi, belki de Müslüman coğrafyalara felahı getirecek Molcolm
X’di. İran’a uranyum, Ortadoğu’ya Deaş getirdi. Araplar’a bahar
yerine hazanı yaşattı.
Umut, fakirin ekmeği misali seviyorduk bu halleri. Boris
Johnson, Başbakan olduğunda da çok ümitlendiydik. Ne de olsa Ali
Kemal’in torunuydu. Hatta, Kral Charles gizli Müslüman’dı. Bu durum
o kadar gizliydi ki, bir tek Nazım Kıbrısi biliyordu. Sade Müslüman
olmak yetmezdi, bir paye de gerekiyordu. Babasının Yunan, annesinin
Alman köklerine rağmen o bir Seyyid’di. Küre’nin manyetik
durumundan dolayı Asya kıtası ile Avrupa kıtası, 20’inci yüzyılda
yer değiştirdiğinden İngilizler Arap, Araplar İngiliz’di.
Arabistanlı Lavrence, Ingiltere’nin Cidde kentinde dünyaya
gelmişti. At yalanı, çıkar inananı...
Masaya yatıracağımız daha çok konu vardı. Endişelenmeli miydik,
ümitlenmeli miydik?... Gece ajansları olmadan bilemezdik. Donald
Trump ‘ın referans olabilecek bir başkanlık geçmişi vardı ama
konjonktür aynı mıydı?
Hele bir kabine şekillensin babından ihtiyatlı yaklaşımlar
sergiledik. “Kabine nasıl olacak?” sorularına geçtik.
Şimdi, Trump’ın kabinesine kafa patlatıyoruz. Müstakbel dönemi
ve gelişmeleri isimler üzerinden okumaya çalışıyoruz.
Akşamları pijama, terlik, televizyon (PTT) yaparak tüm
dikkatlerimizi oraya veriyoruz. Çayımızı içer, çekirdeğimizi
çıtlatır 20 Ocak’a kadar da böyle oyalanırız. Gelsin yeni
seçimler...
Yukarıda Ukrayna, aşağıda Suriye, bizde Bahçeli olmasa Trump’a
mahkum olacaktık ki; gelişmeler Trump’u ikinci plana attı. Yine de
gündemle ilişkilendirmekte pek bi’ mahiriz.
Biz, ülke olarak güçlü olmak, birlik ve beraberliğimizi tahkim
etmek durumundayız. İster Trump olsun ister Kamala... Türkiye için
değişen bi’şey olmaz. Sonuçta, hepsi aynı lacivertin tonları...