AYM başörtüsü kararının gerekçesini açıkladı
Abone olDuruşmaya alınmayan başörtülü avukatın hakkının ihlal edildiğini belirten AYM, gerekçeli kararını açıkladı.
Anayasa Mahkemesi'nin, başörtüsüyle duruşmaya alınmayan
avukat hakkında verdiği ihlal kararıyla ilgili gerekçesi kurumun
internet sitesine konuldu.
Başörtülü bir avukat, duruşmaya alınmadığı gerekçesiyle haklarının
ihlal edildiğini savunarak, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuş, Yüksek Mahkeme, oy çokluğuyla, kadın avukatın haklarının
ihlal edildiğine karar vermişti.
Kararın gerekçesinde, Danıştay 8. Dairesince Türkiye Barolar
Birliği bülteninde yayımlanarak yürürlüğe giren meslek kurallarının
20. maddesindeki "başları açık" ibaresinin yürürlüğünü durdurduğu
anımsatıldı.
Ankara Barosuna kayıtlı çalışan kadın avukatın bu kararın ardından
duruşmalara başörtülü katılmaya başladığı anlatılan gerekçede, bir
hakimin kadın avukata duruşmalara başörtüsüyle katılamayacağını
söyleyip, müvekkiline kendisini yeni bir avukatla temsil ettirmesi
için sonraki celseye kadar süre verdiği aktarıldı.
Bireysel başvuru için olağan hukuk yollarının tüketilmesi
gerektiğine işaret edilen gerekçede, Anayasa Mahkemesinin olağan
hukuk yolları henüz tüketilmeden bir başvuruyu kabul edip
incelemesinin kural olarak mümkün olmadığı belirtildi.
Buna karşın her olayın kendi koşullarında değerlendirilmesi
gerektiğinin altı çizilen gerekçede, şöyle denildi:
"Danıştay 8. Dairesinin kararını uygulamaması nedeniyle İlk Derece
Hakimi hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK)
şikayette bulunulması mümkün ise de HSYK'nın, ilk derece
mahkemesinin ara kararını denetlemesi ve kaldırması mümkün
olmadığından bu yol, başvurucunun şikayetine giderim sağlayacak bir
yol olarak değerlendirilemez. Her ne kadar başvurucunun 11. Aile
Mahkemesinin verdiği ara kararın gözden geçirilmesi ve kaldırılması
için aynı mahkemeye başvurması mümkün ise de İlk Derece Mahkemesi
bu konuda görüşünü daha önce açıkladığından ve bu kararını
değiştirmesi ihtimal dahilinde görünmediğinden bu yol etkili bir
kanun yolu olarak kabul edilemez. Mevcut koşullarda hukuk
sistemimizde, davaya konu ara kararlarına karşı gidilebilecek, İlk
Derece Mahkemesinin bu ara kararını denetleyerek hukuka aykırılığı
tespit edecek ve gerekiyorsa mahkemenin verdiği ara kararı
kaldıracak etkili ama aynı zamanda pratik olarak da yeterince
belirgin bir idari veya yargısal başvuru yolu bulunmamaktadır. Bu
sebeplerle başvuru, kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul
edilebilir niteliktedir."
BAKANLIK GÖRÜŞÜ
Adalet Bakanlığının başvuruyla ilgili görüşünde, din ve vicdan
özgürlüğünün demokratik toplum için öneminin hatırlatıldığı
belirtilen gerekçede, bu kapsamdaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihatlarına atıfta bulunulduğu aktarıldı.
Bakanlık görüşünde ayrıca AİHM'in yerleşik içtihatlarında din ve
vicdan özgürlüğüne ilişkin düzenlemelerde devletlerin geniş bir
takdir hakkı bulunduğunu değerlendirdiği, geçmişte benzer konuda
AİHM'e yapılan başvurularda AİHM'in iç hukukta yer alan kısıtlayıcı
bazı düzenlemelere ve yargı kararlarına dayanarak takdir hakkı
doktrini çerçevesinde değerlendirmeler yaptığı, ancak son yıllarda
hükümetlerin demokratikleşme ve özgürlük alanlarının genişletilmesi
neticesinde başörtüsü de dahil olmak üzere kılık ve kıyafete
ilişkin sınırlandırmaların kaldırıldığı belirtildi.
Anayasa'nın 24. maddesine göre, herkesin, vicdan, dini inanç ve
kanaat özgürlüğüne sahip olduğu belirtilen gerekçede, din ve vicdan
özgürlüğünün Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik
devletin vazgeçilmez unsurlarından olduğu vurgulandı.
AİHM'in de din ve vicdan özgürlüğünü Avrupa kamu düzeninin temel
unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul
ettiği anlatılan gerekçede, AİHM'in ilgili kararlarından örnekler
verildi.
Din özgürlüğünün, evrensel ve bölgesel düzeyde insan haklarına
ilişkin uluslararası bildiri ve sözleşmelerin birçoğunda korunan
bir hak olduğuna işaret edilen gerekçede, din ve vicdan
özgürlüğünün ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı ile
temellendirilen bir demokraside korunabileceği kaydedildi.
Gerekçede, başvurucunun, giyinme tarzının, mensup olduğu İslam
dininin mutlaka yerine getirilmesi gereken kurallarından biri
olduğunu, bu sebeple, kendisinin avukat olarak duruşmada bulunduğu
sırada hakim tarafından mahkemeden çıkartılmasının dinini serbestçe
açığa vurma hakkına açık bir müdahale olduğunu savunduğu
hatırlatıldı.
Ayrıca, başörtüsü takmasının veya duruşmada çıkartmayı reddetme
davranışının İslam dini bakımından yerine getirilmesi gerekli bir
uygulama olduğuna ilişkin açıklamalarını, Kur'an-ı Kerim'de yer
alan konuyla ilgili ayetlere, hadislere ve Diyanet İşleri
Başkanlığının bu konudaki görüşlerine dayandırdığı, başörtüsü
takmasının ve bir mahkemenin duruşmasında çıkartmayı reddetmesinin
İslam dini bakımından gerekli olduğunu ortaya koyduğu
anlatıldı.
Gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Bu bakımlardan, kadınların İslam dininin bir emri olduğu inancıyla
başörtüsü takmasının, Anayasa'nın 24. maddesinin olağan anlamının
kapsamında değerlendirilebilecek bir konu olduğunun kabul edilmesi
gerekir. Başörtüsü kullanmanın din özgürlüğü içinde
değerlendirilmesi gerektiği, AİHM tarafından kabul edildiği gibi,
BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin
tarafı olan ülkelerde uygulanmasını gözlemlemek amacıyla kurulmuş
olan İnsan Hakları Komitesince de kabul edilmiştir. Bu itibarla,
dini inanç gereği başörtüsü takma hakkının yeri ve tarzı konusunda
sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin kişinin dinini
açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiği kabul
edilmelidir."
Hak ya da özgürlüğe yapılacak müdahalenin "kanuni" bir dayanağının
bulunması gerektiği belirtilen gerekçede, Anayasa'nın 13.
maddesinin, bir kanun hükmü olmaksızın yürütme ve idarenin bir hak
ve hürriyeti ilk elden düzenleyici işlemle sınırlamasına izin
vermediği aktarıldı.
Gerekçede, "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin
bir düzenlemenin ilk elden idari düzenleyici işlemlerle yapılması
Anayasa karşısında mümkün değildir. Dolayısıyla mevcut durumda
başvurucunun din ve inanç özgürlüğünü sınırlandıran ve Anayasa'nın
13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların
keyfi davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine
yardımcı olacak, erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte bir
kanun hükmünün bulunmadığı anlaşılmaktadır" değerlendirmesinde
bulunuldu.
KANUNİLİK ŞARTI
Türk hukukunun bazı alanlarında, hakimin yarattığı hukukun, insan
hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması gibi tamamen biçimsel
kanunilik ilkesi temelinde örgütlenen bir alanda hiçbir zaman
"kanun" niteliğinde kural özelliği kazanamayacağı vurgulanan
gerekçede, Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hakların
sınırlandırılması için mutlaka kanuna ihtiyaç olduğu
belirtildi.
Avukatların duruşmalara başları açık olarak katılacaklarına dair
bir kanuni sınırlama bulunmadığının altı çizilen gerekçede, "Gerek
AİHM'in Leyla Şahin kararı ve gerekse de AİHM'in dayandığı ve
Türkiye'de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın
dayanağı haline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli
kararları, Anayasa'nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin
ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan
'kanunilik şartı'nı taşıyan kurallar olarak kabul edilemez. Somut
olayda gerçekleşen din ve vicdan özgürlüğüne yönelik müdahalenin
kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır" denildi.
Öte yandan, hakimlerin Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik
ilkesini uygulamakla görevli oldukları belirtilen gerekçede,
başörtüsü takmayan tüm kadın avukatlar duruşmalara girebiliyorken
yalnızca başörtülü olması nedeniyle başvurucunun duruşmalara
alınmamasındaki zorlayıcı toplumsal sebeplerin gösterilmesinin
gerektiği kaydedildi.
Ankara 11. Aile Mahkemesinin, başvurucunun başörtülü olarak
duruşmada görev yapamayacağı ve bu nedenle duruşmanın
yapılamayacağına ilişkin kararını "başörtüsünün laiklik karşıtı
güçlü bir dini simge ve siyasal simge" olduğu gerekçesine
dayandırdığı anlatılan gerekçede, şu ifadelere yer verildi:
"Laiklik, devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlığını
sağlayan, devletin din ve inançlar karşısındaki hukuki konumunu,
görev ve yetkileri ile sınırlarını belirleyen anayasal bir ilkedir.
Laik devlet, resmi bir dine sahip olmayan, din ve inançlar
karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış
içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir
hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına
alan devlettir. Devletle dinin ayrılığı, din ve vicdan hürriyetinin
bir gereği olmanın yanında, dinin siyasi müdahalelerden korunması
ve bağımsızlığını sürdürmesi için de gereklidir."
Laiklik gerekçesinin makul bir temeli olduğundan bahsedilebilmesi
için, başvurucunun dini bir gereklilik olarak taktığını ileri
sürdüğü başörtüsünün saldırgan ya da başkalarının inançlarına
müdahale eden, baskıcı, tahrik edici, kendi inancını zorla dayatma
amacı bulunduğunun veya toplumsal işleyişi tahrip ettiğinin,
birtakım karışıklıklara ve düzensizliklere neden olduğunun
gösterilebilmesi gerektiği ifade edilen gerekçede, bu tür bir
iddianın Ankara 11. Aile Mahkemesinin kararında gösterilmediği
belirtildi.
Gerekçede, "Bir dinin herhangi bir dışa vurum davranışının tek
anlamının laik devlete dini bir meydan okuma olarak yorumlamak ise
bu dinin mensuplarının kendi eylemlerini tanımlama kapasitesini yok
saymak anlamına gelir. Anayasa'da güvence altına alınan herhangi
bir hakka yönelik sınırlandırmanın meşru kabul edilebilmesi
kaygılar ve varsayımlarla değil, yalnızca tartışılmayacak olan
gerçekler ve hukuki olarak şüphe götürmeyecek nedenlerin ortaya
konulması ile mümkün olabilir" değerlendirmesinde bulunuldu.
Somut olayda başvurucuya yöneltilen farklı muamelenin din özgürlüğü
hakkından yararlanma ile ilgili olduğu kaydedilen gerekçede,
"Başvurucunun başörtüsünün başkalarının hak ve özgürlüklerinden
yararlanılmasına engel olduğuna ilişkin olarak Ankara 11. Aile
Mahkemesinin soyut değerlendirmesi dışında somut olgular ileri
sürülmediği gibi temel bir hak ve özgürlüğün sınırlandırılmasından
önce çoğulculuğu korumak için hangi önlemlerin alındığı da
gösterilmemiştir. Bu durumda başvurucunun başörtülü olarak
duruşmalara kabul edilmemesinin ölçülü olduğundan söz edilemez"
denildi.
KARŞI OY
Anayasa Mahkemesi'nin kararına üyeler Osman Paksüt ve Zehra Perktaş
karşı oy kullandı.
Paksüt, kanuni dayanak, demokratik bir toplumda zorunluluk ve
ölçülülük noktasında, başvurucunun Anayasa'nın 24. maddesindeki
temel hakkının ihlal edildiği kararına katıldığını ancak bu ihlal
tespitinin, başvuruya ilişkin özel durum için geçerli olduğunu,
diğer bütün kıyafetler gibi, dini kıyafet veya sembollere her hal
ve şart altında ve her ortamda mutlak bir serbesti tanınması
gerektiği anlamına gelmeyeceğini savundu.
Osman Paksüt, bu nedenle başvurucunun din ve vicdan özgürlüğüne
yönelik ihlalin giderimi ile doğrudan ilgisi bulunmayan "ayrımcılık
yasağı" açısından, karar gerekçesinde yapılan değerlendirmelere
katılmadığını kaydetti.
Perktaş ise başvurucunun kamusal nitelikte bir görevi yürüttüğü
gözetildiğinde, kamu düzeni bakımından Anayasa'nın 24. maddesinde
belirtilen din ve vicdan hürriyeti ile 10. maddesinde belirtilen
kanun önünde eşitlik ilkesine göre bir hak ihlali bulunmadığını
ileri sürdü.