Aykutun Özal aşkı
Abone olKadınlara siyasette şans verilmediğinden yakınan Aykut, Özal'ı çok özlüyor. İşte nedenleri...
Türkiyenin seçilmiş ilk kadın bakanı İmren Aykut, sendikacılıkla uğraşırken birden kendini aktif politikanın içinde buldu. Hem de 12 Eylül sonrasının çetin yıllarında altı kez bakanlık koltuğuna oturarak. Günde 17 saat çalışan ve ANAP hükümetlerinde kabinenin tek kadın bakanı olarak görev yapan eski milletvekilinin kendi tabiriyle politikadan evlenmeye bile fırsatı olmadı. Şimdi sakin bir hayat süren Dr. İmren Aykut, aile özlemini başkanlığını yürüttüğü Çevre Sağlık Eğitim Vakfındaki (ÇESAV) kız çocuklarıyla gideriyor. Anne babası olmayan kız çocuklarını okutuyor, evlendiriyor, onlara iş imkânı sağlıyor. Terk edilmiş kız çocuklarına ablalık yapıyor. Kendi çocuğum olmasa da 44 tane kızım var, umarım bu sayı 4 bin 444 olur. diyor.
Parlamentoda bayan vekil sayısının artmasını arzulayan eski bakan, kadının her alanda olduğu gibi siyasette de engellendiği inancında. Ona göre, siyasette yer bulabilmek için ya siyasi parti liderlerinin ya da eşlerinin tanıdığı olmak gerekiyor. Kadını siyasete girdiğinde de zorlukların karşıladığına değinerek, Malatya Çocuk Esirgeme Kurumunda yaşanan üzücü olayları hatırlatıyor. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçuya kadın olduğu için bu kadar yüklenildiğine inanıyor.
İmren Aykut, bakanlığını yaptığı Anavatan Partisinin artık eski ruhuna sahip olmadığı görüşünde
Zaten yapılan yanlışlara ortak olmak istemediği için partiden ayrılmış. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özalı anlatırken ise gözleri doluyor ve onu çok özlediğini anlatıyor: Bu kadar sevilen ama onun kadar saldırıya uğrayan biri yok Türkiyede. Politikayı hiç özlemiyorum ama onu çok özlüyorum. diyor. İmren Aykutla kadını, siyaseti ve Turgut Özallı günlerini konuştuk.
-Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz?
Siyasete girmek gibi bir düşüncem hayatım boyunca olmadı. Fikir olarak bana çok uzaktı; ama sendikacılık yapıyordum ve bu iş politikaya yakındı. Halkın belli bir kesimiyle çok iç içeydim, diyaloglarım son derece iyiydi. Başkalarının isteğiyle girdim, çıkmam da zor oldu. Parlamentoda uzun süre görev yaptım. 12 Eylül gibi bir dönemin sonunda kabinelerde çalışmanın zorlukları vardı. Yaraların sarılması, ekonomik çöküntüden çıkılması, insanların tekrar güvenli bir hayata kavuşturulması kolay değildi. Aşırı çalışmak gerekiyordu. Nitekim 18 yıl boyunca günde 17 saatten aşağı çalıştığımı hatırlamıyorum. Bayram, yılbaşı, tatil hiçbir şey yoktu.
-Bu yoğunluktan dolayı mı evlenmeye fırsat bulamadınız, yoksa gerek mi duymadınız?
Bu sualin sorulmadığı bir an olmadı hayatımda (Gülüyor). Tabii yoğunluk ve politikanın ön plana alınması evliliğin geri plana atılmasına sebep oluyor. Hayatını belli şekilde sürdürmek mecburiyeti getiriyor. Görevinizi hakkıyla yapmak istiyorsanız politika bir hayat tarzı haline geliyor.
-Bu anlamda, hiç aile ve çocuk özleminiz olmadı mı?
Hayır olmadı. Çünkü benim 44 kızım var. Terk edilmiş kız çocuklarına bakıyorum. Tuhafınıza gidebilir ama kendi çocuğum olsun diye bir arzum olmadı. Bütün çocukları çok seviyorum. Yollarda annelerinin kucağından alıp onlarla ilgileniyorum. Çocuklara ve hayvanlara karşı büyük zaafım var. Evimde 4 tane köpek besliyorum.
-Türkiyenin seçilmiş ilk kadın bakanısınız. Siyasette kadını ne gibi zorluklar bekliyor?
Türkiyede kadın siyasetçi olmak çok zor; bunu yaşayan bilir. Kadınlarımız siyasete buyursun nutuklarının hiçbiri samimi değil. Kabinede tek kadın bakan olarak çalıştım, daha sonra başka bir kadın arkadaşımız katıldı. İki kişiden öteye gidemedik. Kadınlar evvela partilere üye ve delege olamıyor. Yöneticiler istekli değil. Böyle olunca da daha üste geçemiyorlar. Ya parti genel başkanının yakını olacaksınız ya da eşinin. Kadınların aday olması biraz utanılacak bir biçimde göz önüne geliyor.
-Yani kadınlar siyasette engelleniyor mu?
Evet, kadınlar girişimde bulunsa bile engelleniyor. Üstelik bu göreve layık o kadar çok kadın var ki, hepsinin acısını çektim ben. Tabii önlerine konulan bu tür demokratik olmayan engeller yüzünden kadınlar parlamentoda yeteri kadar temsil de edilemiyor. Görüyorsunuz bu parlamentoda kadın vekil oranı yüzde 4,4. Avrupada yüzde 12-13, bazı ülkelerde yüzde 50lerde. Bizde yüzde 4 olmamalı. Bu durum nüfusun yarısının ülke yönetimine katılamaması; kadın bakış açısının, yeteneğinin, beyninin ülkenin emrine sunulamaması demek.
-Parlamentoda beğendiğiniz bayan vekiller var mı?
Bir değerlendirme yapamıyorum çünkü herhangi bir girişimlerini, verdikleri bir kanun teklifini duymadım veya komisyonlarda gösterdikleri bir aktiviteye şahit olmadım. Ben kaçırmış olabilirim ama ellerinden geleni yaptıklarına inanıyorum. Onlara çok fazla şans verilmediği kanaatindeyim. Muhakkak bir şey yapmak istiyorlardır. Mesela bütçe görüşmeleri geldi geçti bir tek CHP Ankara Milletvekili Oya Araslının konuşmasını duydum. Bunun haricinde hiçbirinin bütçede sözcü olarak kürsüye çıktıklarını görmedim.
-Bu anlamda hükümetin kadına bakış açısı nasıl sizce?
Umut verici bir bakış açısı değil, onu söylemek zorundayım. Ben özelikle bu konuda vizyon üstlendim. Kadın Statüsü Genel Müdürlüğünü kuran kişiyim. O sayede şu anda hükümette kadın yer alıyor. Eğer onu kurmasaydım bir tek kadın dahi olmayacaktı. Bununla övündüğüm falan yok, ama bu aşılamadı bir türlü. Bunu da belirleyen başbakan. Ben Turgut Özal sayesinde ilk kadın bakan olmuştum. Ama kadınların artık başka bakanlıklara da getirilmesini istiyorum. Enerji Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığına neden bir kadın getirilmiyor? Ülkemizde o tecrübede ve donanımda kadınlar var. Kadınların kaymakam olması da benim dönemimde gerçekleşti. Şu anda 7 bayan kaymakamımız var. İnşallah ilerde vali olurlar.
-Malatya hadisesinden sonra Nimet Çubukçuya tepkiler yöneltildi. Sonra kadın olduğu için bu kadar tepki verildiği söylendi. Katılıyor musunuz?
Bence onda gerçek payı var. Nimet Çubukçu kadın olduğu için aşırı tepki aldı. Olay çok vahimdi, bir vahşetti. Ama bu olay sadece orada olmuyordu. Başka bakanlıklarda da başka kötü olaylar oluyor, ama onlara daha anlayışlı davranılıyor. Nimet Çubukçu kadın olduğu için daha acımasız davranılıyor. Hem Nimet hanım daha yeni gelmişti göreve. 3 aylık bakan, daha teşkilatı tanıma aşamasındaydı. Yani bu derece saldırıyı hak etmemişti. Bu da bir psikolojik rahatsızlık herhalde. Parti başkanları ve parti yönetimleri kadının yönetimde yer almasını sindiremiyor. Benim defalarca kabinede yer almamın sebebi halkın desteğiydi. Yoksa Türkiyede bir gün bile oturtmazlar insanı o sandalyede. -Artık siyasete dışardan bakıyorsunuz. Ben olsaydım şunu yapardım veya yapmazdım dediğiniz şeyler var mı?
Tabii ki var. Pek çok şey için söylüyorum bunu. Ama bazı konularda da çok ciddi sorunlar yaşıyorum. Endişem daha çok rejimle ilgili. Sık sık hukukun çiğnendiğini, kişiye göre uygulandığını görmek beni üzüyor.
-Anavatan Partisi ile ilişkileriniz devam ediyor mu?
Özaldan sonra bir süre devam ettim, ama daha sonra ayrıldım. Ayrılma nedenim birçok şeyin yanlış olduğunu görüp en ufak bir etki edememekti. Açıkçası yanlışlara ortak olmak istemedim. Turgut Beyden sonraki gelişmeler çok hayal kırıcıydı. Parti içinde bir süre dayandık, olumsuz gelişmeleri durdurabiliriz diye ama ben hiç etkili olamadım.
-Olumsuzluklara sessiz mi kaldınız yani?
Hayır. Hayır. Hiç sessiz kalmadım, aksine sessiz kalsaydım ilişkilerim çok daha iyi gidebilirdi. Sessiz kalmamak, yanlışları söylemek hiç hoşa gitmedi. Fakat ben bu yanlışları basın toplantısı yaparak millete duyurmadım. Bunu meşru zeminlerde parti platformlarında dile getirdim. Zaten parti liderlerinin en büyük sıkıntısı eleştiriye açık olmamaları. Bu özelliği Özal da bulabiliyordum belki de onunla çalışmış olmaktan mutlu olmamın tek sebebi buydu.
-ANAP ya da AKPden çağırsalar gider misiniz?
Artık herhalde politikayla işim olmaz. Tecrübelerimden yararlanacaklarına inansam seve seve yardım ederim. Ama Türkiyede böyle bir kültür yok. O kadar tecrübeli insanlar var, ama bundan yararlanmak isteyenler yok.
AKPYE GÖSTERİLEN HOŞGÖRÜ ÖZALA GÖSTERİLMEDİ
-Semra Özalla görüşüyor musunuz?
Semra Özal çok saygı duyduğum bir kadındır. Kimseyi incitmemiş, kimsenin kalbini kırmamıştır. Bir kişi için olumsuz bir şey söylediğini duymadım şu ana kadar. O İstanbulda bende Ankarada olduğum için sık sık görüşemiyoruz. Ama telefonlaşıyoruz.
-Turgut Özalın sizin hayatınızda önemli bir yeri var. Sizce bu kadar saldırıyı hak etmiş miydi Özal?
Fevkalade sevdiğim, çok saygı duyduğum bir insandı. Onun cenazesi o kadar kalabalıktı ki, herkes onu sevdiği için oradaydı. Ama ne kadar tezat ki tarihte en çok saldırıya uğrayan başbakandır. Yani halkının bu kadar çok sevdiği ama belli bir zümrenin acımasızca, insafsızca tarihte görülmediği şiddette saldırılarına uğrayan tek kişidir. O dönemin gazetelerine bakılırsa bu açıkça görülür. Nihayetinde Özal da bir insandı, hataları olabilirdi. Çünkü en zor dönemin başbakanıydı; ama ona hoşgörüyle bakılmadı. Şu anda gösterilen hoşgörüye bakıyorum da içim sızlıyor. Çünkü sonsuz bir hoşgörü var, ama ona birazcık bile hoşgörü gösterilmedi. O da beni çok üzüyor, çünkü Turgut Özal, bu ülkeye kendini vakfetmişti. Başbakan uyumuyorsa, siz de gidip yatamıyorsunuz. Çünkü her an bir şey soruluyor, kararname imzalatıyor. Turgut Özal çok çalışkandı, insan vücudunun taşıyamayacağı bir performans gösterirdi. Ama ben şimdi anlıyorum ki kendini çok zorladı. Rüzgâr gibi geldi, rüzgar gibi geçti.
-Saldırıya uğradığında ne hissediyordunuz?
Çok üzülürdüm, hem de çok. Bir gün dayanamadım, yanına gittim Efendim ben size çok üzülüyorum, sizinle paylaşmak istedim üzüntümü dedim. O da çok üzülürdü ama bize belli etmezdi. Çünkü hepimizin moralinin bozulmasını istemezdi. Kolumdan tutardı ve okşayarak Üzülme İmren Hanım derdi. Öldüğü gün bir güneş battı diye başlıklar atıldı. Halbuki en ağır hakaretlere maruz kalmıştı.
-Eleştirdiğiniz yönleri yok muydu?
Vardı tabii, çok inatçı biriydi. Eleştirilerimi kendisine gayet açık bir şekilde söylerdim. Hele bir gün telefonda o kadar tartıştık ki, iş yasasıyla ilgili bir şeydi. Ben değiştirilmesini istiyordum, o istemiyordu. Daha fazla ısrar edersen telefonu kapatırım dedi. Bende dedim ki: Bir başbakan olarak son söz size ait ama ben de bunu söylemek zorundayım. Gecenin ikisi miydi neydi kapattık telefonu. Bir defaya mahsus böyle bir tartışma yaşadık aramızda. Sonra da değiştirmedi ve benim dediğimi yaptı. Zaman zaman onun da hataları oluyordu. Ama bunları kendisine söyleyip tartışabiliyorduk. Çünkü o rahatlığı bize veriyordu. Çok iyi kalpli biriydi. İnsanlığı da beni çok etkilemişti. Ben bir kişiye bile sesini yükselttiğini, kötü söz söylediğini işitmedim. Ama çok kırıldı. Zaman geçtikçe toplum bunu bir şekilde anlıyor. Ama insan istiyor ki o ölmeden önce kıymeti bilinsin.
-Özlüyor musunuz?
(Gözleri doluyor) Çok özlüyorum onu, çok güveniyordum ona.
SENDİKACILAR BENİ ÇOK ARAR
-Bakanlığınız döneminde sendikacılarla kavgalarınız olmuştu. Eski bir sendikacı olarak şu anki durumu nasıl buluyorsunuz?
Sendikacılarla olan tartışmalarımız tatlı tartışmalardı. Çünkü onlar zaman zaman kendi menfaatlerini düşünürlerdi. Ben ise daha uzun vadeli işçi çıkarlarına göre hareket edilmesini isterdim. Elbette görüş ayrılıklarımızın olduğu zamanlar oldu. Fakat onların her zaman güçlü olmaları yolunda adımlar attım. Şimdi sendikacılar beni gördüğünde Ah İmren hanım ah! Sizi çok arıyoruz. diyorlar. Ben de Siz bana çok çektirdiniz, çok ararsınız. diyorum. Sendikacılığın kimyası değişti o dönemdeki sendikacılık yok artık. Grev, eylem yapmak eskide kaldı. Şimdi işsizlik sorunu sendikacıların belini büküyor.
-İki kez Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev yaptınız. Yeni Sosyal Güvenlik Yasa tasarısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu anda Çalışma Bakanının durumunu düşündükçe çok üzülüyorum. En zor durumda olan kişi o bence. Çünkü sosyal güvenlik toplumun yarısından fazlasını ilgilendiriyor. Bu kadar çok insanı ilgilendiren bir yasa hazırlanıyor ve bu yasa köklü bir rejim değişikliğini beraberinde getiriyor. Dolayısıyla burada gayri memnunlar da olacak. Herkesi memnun etmeye kalksa bu kez yasa sağlıksız çıkacak. O yüzden çok zor bu iş. Sosyal güvenlik öyle bir konu ki bir tuğla çekerseniz bina çöküyor. Kazanılmış haklar var, onları geri alamadığınız için sistemi düzeltmeniz en az 25-30 seneyi alır. Ben de bakanlığım dönemimde başlamıştım, ama zaman müsaade etmedi. Birbirinden farklı kurumlar arasında bir norm birliği oluşturup sonra bunların birleşmesini hedeflemiştim. O zaman da söylemiştim hesabımıza göre 20-30 seneyi alır demiştim.
DR. İMREN AYKUT KİMDİR?
1964 yılında İstanbul Üniversitesi (İÜ) İktisat Fakültesini bitirdi. İngiltere Oxford Üniversitesinde ihtisas yaptı. İÜ İktisat Fakültesinde doktorasını tamamladı. 1981de Danışma Meclisi üyesi olarak başladığı siyasi hayatına 1983-1999 yıllarında 4 dönem milletvekilli olarak devam etti. 46. hükümette (2 defa) ve 47. hükümette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev yapan Aykut, 55. hükümette Çevre Bakanı oldu. Aykut, halen kurucusu olduğu Çevre, Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vakfında başkanlık yapıyor.
EVLENMEDİM, AMA YEDİSİNİ EVERDİĞİM 44 KIZIM VAR
Ben Çocuk Esirgeme Kurumunda da görev yaptım. O zaman terk edilmiş çocukları gördükçe ileride kendimi bu çocuklara vakfedeceğim diye kendime söz verdim ve böyle bir yer açtım. ÇESAVda şu anda 44 kızım var. Anne ve babaları tarafından bir sebeple terk edilmiş çocuklar. Eğitimi, geleceği, evlilikleri hepsi beni ilgilendiriyor. Onlar bana abla diye hitap ediyor. Bugüne kadar 7 kızımı evlendirdim. Bu çocukların toplum içinde heba olmasına yüreğim el vermiyor. Mesela yetiştirme yurtlarına gittiğimiz zaman çocuklar bacaklarımıza sarılıyor beni sev beni sev diye. Onlara getirilen hediye veya çikolatalar onların umurunda değil. Onlar bıkmış artık bunlardan. Çocuklar sevilmek istiyor.
Ama Çocuk Esirgeme Kurumuna karşı da acımasız olmamak lazım. Neden derseniz orası bir devlet kurumu ve o sistem artık miadını doldurdu. Devletin çocuk bakması olayı dünyada kalmadı. Devlet sadece koruyup kollayacak; ama mekanizmalar geliştirilecek. Ben Türkiyede ilk defa böyle bir şeyi uyguluyorum. İşte o mekanizma bu mekanizma. Kendi imkânlarımla açtığım ÇESAVda 44 kızım oldu; umarım bu sayı 4 bin 444leri bulur ve çocuklar kurtulur.
Aksiyon