Aykırı yazardan aykırı cevaplar!
Abone olÖzlem Gürses, aykırı yazıları nedeniyle medya sektöründe 9 köyü gören ve şu sıralar 10'uncu köyü arayan Fikri Akyüz ile son gelişmeleri değerlendirdi.
Son dönemde medya belki de hiç olmadığı kadar çok tartışılıyor,
neredeyse "gazetecilik" mesleği
itibarsızlaştırılıyor.
Cezaevinde 100e yakın gazeteci var, işsiz kalan ya da tasfiye edilen de çok gazeteci var.
Ancak buna karşın bir de "el üstünde tutulan, sürekli korunup kollanan" gazeteciler de olmaya başladı.
Bu konudaki kiminle konuşabilirim diye düşündüm ve yazdığı
yazılarla kimseye yaranamayan isim geldi aklıma.. O hem bir
hukukçu, hem de son dönemlerde gündemde olan bir
gazeteci..
Fikri Akyüz'den bahsediyorum..
Hani en son Rasim Ozan Kütahyalı ile Aydın Doğan'ın buluşmasını
kaleme aldığı çin Aktüel Dergisi'nin patronu tarafından hesaba
çekilmek istenince istifasını basan gazeteciden..
Fikri bey haftaya Başlarken köşesine hoşgeldiniz.
Hepsini sormak isterim, ama önce hukukçu olduğunuzu da bilerek,
cezaevindekilerle başlayalım.
* Ne düşünüyorsunuz hapisteki gazeteciler konusunda ?
Bu konu her iki tarafta da çok speküle ediliyor. Kartvizitinde
gazeteci titri olan biri suç işler mi? Evet.. Gazeteci
tutuklanabilir mi? Evet.. Konumuzun öznesi olan kişiler, gazeteci
mi? Evet.. Suç isnat edilen kişilerin tutuklanması şart mıdır?
Hayır.. O zaman soruyu şöyle değiştireyim. Avukatlar suç
işleyebilir mi? Evet. Suç işleyen avukatlardan bugün tutuklu olarak
yargılanan var mı? Evet.. Tutuklu olduğu için, "Avukat,
tutuklanamaz, çünkü avukat savunma gibi kutsal bir görevi
üstlenmektedir" diyebilir miyiz? Hayır.. Somut olaya
gelince.. Ben tutuklu olan kişilerden pek çoğunun suçlu olmadığını
düşünüyorum. Ama suçlu olmadığını düşündüğüm bu gazetecilerin de
pek çoğunun iyi gazeteci olmadığını düşünüyorum.
Tabii ki iddianameleri okudum. Beğenmediğim fikirlere sahipler. Pek
çok gazetecinin suçlu olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bu
kişilerin tutuklanmasını bırakınız, iddianame tanzim edilip dava
açılmasını bile doğru bulmuyorum. Suçlu olduğunu düşündüğüm birkaç
kişi var ki onların hakkında dava açılması yerindedir ama
tutuklanmaları doğru değil. Tutukluluk konusu asgariye
indirilmelidir. Hele hele seçilmiş milletvekillerinin TBMM
faaliyetine katılmalarının sağlanmaması yanlıştır. Zira bu
milletvekilleri hakkındaki müsnet suç iddiası, dokunulmazlık
kapsamı dışında.. Dolayısıyla yine yargılama sürecek. Ceza
alırlarsa zaten otomatik olarak vekillikleri düşecek.
* Paul Auster bu nedenlerle Türkiye'ye gelmek istemedi, Başbakan "musevi" dedi, Arınç ise "ne kadar da çok Atatürk"e benziyor"... Ne diyorsunuz ?
Başbakan'ın "O zaten Musevi" dediğini duymadım,
okumadım, dediğini de düşünmüyorum. Çünkü bunu demesi ırkçılığın
tezahürü olurdu. Dediği şu minvaldeydi: "O, İsrail'in
politikalarını benimseyen, bize o yüzden karşı çıkan
biri.." Bu iki cümle arasında ciddi bir fark var. Ha, Paul
Auster'in ben Türkiye'ye gitmem demesi yanlış olmuştur. Ama
neticede adam öyle düşünüyorsa düşünüyordur. Hatırlayınız 1992'de,
daha önce Kenan Evren'e de verilen Atatürk Uluslar arası Barış
Ödülü verilmesi kararlaştırılmıştı.
Mandela ödülü geri çevirmişti. Bugün Tayyip Erdoğan'a kızanlar,
yani Auster'in gelmem demesini destekleyenlerin önemli bir kısmı,
Mandela'nın ödülü geri çevirmesi karşısında Mandela'ya ateş
püskürenlerden oluşuyor. "Mandela kim oluyor da adında
Atatürk ismi bulunan bir ödülü geri çevirir" diyenlerdi
bunlar.. Bu, bir çelişkidir. Ama açıkçası Başbakan'ın yerinde ben
olsam gelmemesini önemsemezdim. Fakat "gelmezsen
gelme" demesini de bu kadar büyütmemek lazım.. Yani
birisinin gelmem deme hakkı varsa, ki vardır, birisinin de
gelmezsen gelme deme hakkı vardır.
Bülent Arınç'ın sözlerine gelirsek..Bülent Arınç'a bu anlamda
katılmıyorum. Çünkü ben Auster'i Atatürk'e benzetemedim.
Atatürk'ün gözleri çakmak çakmaktır. Auster'in bakışları
ise çakmadır. Atatürk'ün milli mücadele yıllarındaki
tipine yani Mustafa Kemal Paşa tipine en uygun tip Selvi Boylu Al
Yazmalım'ın Cemşit'i Ahmet Mekin'dir. Kaldı ki Auster, örneğin
1930'lu yıllarda yaşamış olsaydı, Mason localarını kapattıran
Atatürk'e tepki olsun diye "Türkiye'ye gitmem"
derdi. İnanıyorum ki Atatürk de "Gelmezsen gelme"
derdi.
* Bir de "işsiz ve tasfiye edilen" gazeteciler var... Sonuncusu sizsiniz, ama aslında liste çok kalabalık, Mehmet Altan, Ruşen Çakır, Can Dündar, Nuray Mert tvde değil artık. Banu Güven, Ece Temelkuran işsiz... Üstelik bu furyadan etkilenen muhafazakar yazarlar da var, mesela Star'da Hidayet Şefkatli Tuksal, "kendim ayrıldım" dese de bir yazı üzerine gidişi manidar. Ne oluyor Türk medyasında ?
Medyada taşlar bir türlü yerine oturmadı. Çünkü bütün taşlar
karşılıklı olarak birilerinin elinde.. Elindeki taşı habire
birilerine atıp tutuyorlar. Zaten atıp tutmada bizim medyamız
biliyorsunuz pek mahirdir. E, bütün taşlar ya elde ya havada
olunca, taşları yerine nasıl oturtacaksınız? Türkiye'de eskiden
kartel medyası hükümet kurup hükümet devirirdi. Muhafazakar
medyanın çok büyük çoğunluğu o dönemde bu şantajcı, ajitatif,
manipülatif medyayı yerden yere vururdu. Bu onurlu mücadelelerinde
büyük bedeller ödediler Ama şimdi muhafazakar basının hepsi değil
ama önemli bir bölümü tipik bir 28 Şubat medyası gibi pozisyon
aldı.
Artık hükümet kurup hükümet devirmiyorlar ama kurulmuş olan ve kısa
vadede de gitmeyecek olan hükümete yaslanarak muhalif ve muvafık
pek çok yazarın kurulu köşelerini yerle yeksan ettiler. Bu, bir
rövanşist duygunun yansımasıdır ve en hafif tabirle ayıptır. Ben
iddia ediyorum ki çok sağlam esaslara dayalı bir muhafazakar medya
hem içerikte hem genel yayın politikası konusunda objektif bir
tavır alsa ve tirajları katlamış olsalar iki kişiden birinin oyunu
alan Ak Parti üç kişiden ikisinin oyunu alacak bir duruma gelir.
Zira, Ak Parti tamam bazı yanlışlar yaptı ve yapıyor ama kabul
edelim ki bu Türkiye'ye bir Türkiye daha kattı.
Bugün bir zamanlar bu hükümete ağzını geleni söyleyenler bazı
önemli gazetelerde yazı yazsın diye mi bu bedeller ödendi? Elbette
onlar da yazsın. Yazmalı. Fikri yönden size düşman olan insanları
dost etmek de bir sanattır. Ama 28 Şubat'ta 27 Nisan'da bedeller
ödeyen muhafazakârlardan bir tanesine bile yer verilmiyorsa, ne
oluyoruz deriz. Dediğimiz için fırça yeriz. Fırça yediğimiz için
istifa ederiz. İstifa ettikten sonra da bildiğimizi okuruz.
Canımıza okuyanları da bir gün yazarız.
* Mehmet Altan son olarak verdiği röportajda "cami-kışla kavgasından korkuyorum, çok kan dökülür" dedi. Ne diyorsunuz ?
Mehmet Altan olayında canımı asıl sıkan şu oldu.. İktidara yakın
2-3 medya sitesi "Mehmet Altan kovuldu, Star tirajda
patlama yaptı" şeklinde manşet yaptı. Bu, Tayyip Erdoğan'ı
da rahatsız edecek bir üslup.. Mehmet Altan'ı beğenmeyebilirsiniz,
fikirlerini de artık beğenmeyebilirsiniz hatta iş akdini de
feshedebilirsiniz.
Ama Mehmet Altan gibi, düşüncelerinde kırılma ve savrulma olmayan
bir adamı sırf Başbakan'ın acaba hoşuna gider mi diye
itibarsızlaştırmaya başladınız mı Ak Parti'ye de demokrasiye de
zarar verirsiniz. Yani işgüzarlığın lüzumu yoktur. Ahmet Altan ve
Taraf mesela.. Bazı manşetlerini ben de beğenmiyorum, Ahmet
Altan'ın hakaretvari cümlelerini ben de tasvip etmiyorum. Ama Taraf
gazetesinin yok varsayılması Taraf gazetesini yok etmiyor ki..
* Siz muhafazakar birisiniz değil mi ? Hükümete ve iktidara da uzun süre destek verdiniz, açıkca da söylediniz... Gazeteci-siyasetci ilişkisi nasıl düzenlenmeli sizce ?
Ben, evet hayat tarzı itibariyle muhafazakar biriyim. Ama
düşünce sistematiğim liberaldir. Örneğin ben bir damla içki içmedim
bugüne kadar. Bu anlamda dindarım. İnsanların içkiden uzak
durmasını da naçizane tavsiye ederim. E, içen varsa devletin
görevlerinden biri gençleri ve çocukları içkiden uzak tutmak için
yasal imkanlar temin etmektir. Bir diğer görevi de kamu
kurumlarında içki yasağını engellemektir.
İşte bu düşünce formasyonum itibariyle de liberalim.. Muhafazakarım
ama mutaassıp değilim.. Liberalim ama liboş değilim. Gelelim
iktidar siyasetçi ilişkisine.. Son gelişmeler ya da mevcut iktidar
anlamında söylemiyorum. Genel itibariyle kanaatim şudur: İktidar
icra makamıdır. Gazeteler, yazarlar eleştiri makamıdır. Dolayısıyla
medya uyarır, bilgilendirir. Bakınız bilinçlendirir demiyorum.
Bilinçlendirme, aydınlanma gibi kavramlar jakobenist jargondandır.
Bu bilgileri okur alır, benimser ya da benimsemez. Neticede bir
kamuoyu oluşur.
Çıkan neticeye göre icra makamı bir tavır belirler. Yani iktidar
kalkıp "Sen nasıl böyle düşünürsün ey yazar"
diyemez, dememeli.. Ama bir yazar da sırtında yumurta küfesi
olmadığı için "Sen şunu şunu hemen ama hemen hayata
geçir" dememeli. Ama buna rağmen böyle diyorsa, diyordur..
Onun takdirini de yine okur ya da seçmen ortaya koyacaktır.
* Hangisinde otosansür daha fazla, muhafazakar medyada mı, yoksa "ana akım medya"da mı ? :))
Ana akım medyada hiç çalışmadığım için bilemiyorum. Ama çalıştığım kurumlarda yani İnternehaber'de, Haber7'de, Yeni Şafak'ta, Takvim'de Aktüel'de, TGRThaber'de, Rotahaber'de hiç sansüre uğramadım. Haber7'de bir kez yazım kaldırılmıştı. Ama kaldırmakta haklıydılar. Çünkü Mustafa Karaalioğlu'na çok terbiyesizce bir lafım olmuştu. Bir kez yazım sansürlendi. Kaldı ki yazdıklarımdan bir kez pişman olduğum bir yazı vardır o da odur.
* Sektörde herkes "patronsuz" bir medya özlemi içinde ! Sizce mümkün mü ? Yeni Medya konusunda ne düşünüyorsunuz ?
Patronlu medyanın yürürlükten kalkacağına inanmıyorum. Ama sosyal medyanın süratle gelişeceği belli.. Örneğin ben twitter'dan çok yararlandım. Yazı yazacak bir mecram yoktu. Uygun perspektifle kullandığınız zaman twitter çok etkili bir mecra.. 21.000 civarında takipçim var. Bu röportajdan sonra gece yarısı görüşlerimi aktarıp pardon göğüslerimi çekip tivit atacağım. Sanırım yarın 210.000 olur. Gerçi bu ne biçim bir tip deyip 2.100'e de düşebilir.. !!
* Gazeteciler neden birbirlerinden nefret ediyor ? Yoksa bana mı öyle geliyor ?
Size öyle gelmiyor, bana da öyle geliyor. Bana öyle geliyor ki
bunun sebebi, Türkiye'de vicdan, cesaret, bilgi, zeka dörtlüsünün
ancak birkaç kişide oluşudur.. Bunlardan biri bile eksikse o kişide
hasetlik, gıybet, şantaj, fikr-i sabitlik egemen olmaya başlıyor.
Ama çok temiz insanlar da var tabii.. Medyanın büyük bir çoğunluğu
çamur deryası.. Küçük bir kısmı ise temiz.. Çamurlu medyaya girmek
istemiyorsunuz. Çünkü çamura bulanıyorsunuz. Temiz medyada kalmak
istiyorsunuz. Bu kez de diğer çamurlu medyanın çamur insanları size
çamur sıçratıyor.
Üstünüzü başınızı temizliyorsunuz. Pat, bir daha sıçratıyor. Bir
daha üstünüzü başınızı temizliyorsunuz. Bu sürüp gidiyor. Ondan
sonra işiniz yoksa çamur temizle.. Kazanan, kuru temizlemeciler
oluyor. Zaten medyada tamamen işsiz kalırsam kuru temizleme dükkanı
açacağım. Sizin de geleceğinizi biliyorum. Bilmiyorum ama size de
çamur atan olmuştur ve olacaktır. Bu röportajın hatırına size yüzde
50 indirim yapacağım. Gerçi rotbalansçı da açabilirim. Zira
piyasada şaftı kaymış, ayarı bozulmuş çok yamuk adam da var.
Düzeltmek lazım. Geleceğin meslekleri bunlar..
* Bitirmeden şunu da sormak isterim, yeni bir gazeteci burjuvazisi oluşuyor sanki, Ankara'ya hep "haklısınız, aslansınız, kaplansınız" diyen bir yeni gazeteci grubu. Siz nasıl görüyorsunuz bu süreci ?
Bu durum her daim olmuştur. Meşrutiyet döneminde de tek parti
döneminde de günümüzde de hep böyle olmuştur. Fakat nasıl ki bir
yerlerde cukka adına cuntaya destek verenler oldu. Bu haysiyetsizce
bir tutumdu. Şimdi de bazı kişiler cukka için cuntayı bahane etmeye
başladı. Çıkıp cuntaya da cukkaya da karşıyım demek, böyle bir
irade sergilemek çok mu zordur.
Mesela yandaşlık deniliyor. Yandaşlık ayıp değildir, ben de
yandaşım ve bundan gocunmuyorum. Yalakalık ise suç değildir ama
ayıptır. Yazıktır günahtır. Bir de yanaşma yazarlar vardır.
İktidarın kısa ve orta vadede gitmeyeceğini düşündükleri için
yanaşmalık yapanlar var. Adam öyle yanaşıyor ki değme Formula 1
sürücüsü böyle yanaşamaz. Siz kadınlar daha iyi bilirsiniz.
Arabaları kadınlar daha iyi yanaştıramadıkları için iyi yanaşanlara
hep gıpta ile bakarlar.. Bu yanaşanlar, iyi yanaşırlar ama bazen
otoparktaki araçların tamponuna sürterler. O zaman da işin yoksa
pasta cila ara.. Gerçi pasta kimde var iyi bilirler.. Hele
cilalamayı hepten iyi bilirler..