Aykırı gazeteci Aksiyon'a konuştu
Abone olGazeteci-yazar Fehmi Koru, Aksiyon Dergisi'nden Faruk Mercan'a konuştu. Koru, AK Parti'den ekonomiye, medyadan AB'ye kadar tüm konulara açık cevaplar verdi.
Gazeteci-yazar Fehmi Koru, AK Parti hükümetini genelde başarılı
buluyor. Aralıktaki AB zirvesinde tarih verilmez ise partinin
gücünü zayıflatacak bir sürecin başlayabileceğini söylüyor. Fehmi
Koru, 18 yıldır aralıksız olarak Ankara kulislerini izliyor. Turgut
Özal döneminden AK Parti iktidarına kadar, Ankara’nın nabzını
tutmak ve olup bitenleri öğrenmek isteyenler hep onun sütunlarına
baktı. Türkiye’ye gelen ve Ankara’nın havasını öğrenmek isteyen pek
çok yabancı da, her dönemde korumayı başardığı “bağımsız gazeteci”
kimliği sebebiyle ona başvurdu. Amerikan Başkanı Bush, onun kendisi
hakkında neler yazdığını bu yüzden merak etti. Peşine düştüğü ve
ulaştığı gerçekleri yazarken zaman zaman cumhurbaşkanları ve
başbakanları “küstürmeyi”, gezi ve davet listelerine alınmamayı
göze alan Fehmi Koru bir “Ankara gazetecisi”, ancak katıldığı
televizyon programları sebebiyle 1,5 yıldır bir ayağı da artık
İstanbul’da. Koru ile Beyoğlu Cihangir’de, İstanbul Boğazı’na nazır
evinde; zinaya ceza getiren maddesi tartışılırken özgürlükleri
kısıtlayıcı kısımları uzun süre fark edilmeyen ceza kanunu
tasarısından, AK parti iktidarının gidişatına uzanan geniş bir
konuşma yaptık. -Son olarak yeni ceza kanunuyla zinaya hapis cezası
getirme girişiminde gördük. Hükümet, daha önce de imam hatipler,
bazı orman bölgelerini yerleşime açma, bedelli askerlik gibi
konularda geri adım attı. Türk siyasetindeki “hükümet olursunuz ama
iktidar olamazsınız” deyimi AK parti için de söz konusu mu?
Sorunuzdaki bu kabulü pek doğru bulmuyorum. Çünkü bu konuların bir
kısmı cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. Bazısı belki Anayasa
Mahkemesi’ne gidebilir. Bir bölümü de iyi düşünülmeden ortaya
konulmuş, toplumdan yeterince destek almamış projeler. Bu konular
iyi planlanmış birer proje olarak gündeme taşınsaydı, başarılı
olurdu. Mesela, imam hatipler olayının bir meslek liseleri sorunu
olduğu gösterilebilseydi, bunun Avrupa Birliği ile irtibatı doğru
kurulabilseydi, olurdu. Çünkü, bire bir irtibat var. Mesleki ve
teknik eğitimin Türkiye’de kökleşmesi lâzım, bunu yapabilmek için
de meslek liselerini adaletsiz uygulamalardan kurtarmak gerekiyor.
Ama hükümet bunu bu şekilde takdim etmedi, olayın sadece bir imam
hatip meselesiymiş gibi sunulması karşısında da doğrusunu
söyleyecek şekilde davranmadı. AK Parti’de olayları birer halkla
ilişkiler projesi olarak değerlendirme ve bunu en uygun şekilde
yapma noktasında bir eksiklik görüyorum. Söylediğiniz sorunlarla
karşılaşmasının en önemli sebebi de budur. -Bu da bir iktidar
zafiyeti değil mi? Hayır. Stratejik düşünme eksikliği var. Olayları
sayısal güç ile halletmenin banko olduğunu zannediyorlar. Böylece
de sizin sorunuzda yatan, bir parti hükümet kuracak çoğunluğa sahip
olsa bile, Türkiye’de iktidar olamıyor kanaatinin pekişmesine yol
açıyorlar. Ama AK Parti’nin şu ana kadar genel hatlarıyla
sergilediği performans hataları iktidar olamama kuralını kendileri
için doğrulamıyor. -Türk Ceza Kanunu tasarısında özgürlükleri
kısıtlayıcı bu kadar maddenin yer almasının arkasında ne vardı?
Hatta Nazlı Ilıcak zina tartışmasıyla tasarıdaki yasakçı maddelerin
perdelendiğini, bunun yeni bir “andıç” olabileceğini yazdı. Haklı,
ama cevabı kolay olmayan bir soru. Hem zina konusunun ele
alınışının hem de tasarının içerisine serpiştirilmiş fikir
özgürlüğünü kısıtlayıcı, örgütlenme özgürlüğünü zedeleyici
tuzakların hiçbir mantığı yok. AK Parti’nin böyle bir şeyi
istemesinin de, zina yasağını koymak için çaba göstermesinin de, o
tür tuzaklara göz yummasının da mantığı yok. Dolayısıyla sorunuzun
da cevabı yok. Askerin ortada görünmediği bir ortamda, askerin
etkileme ilişkisi içerisinde bulunmadığı bir siyasi kadroda
yürütülen bir olayda andıç nasıl olabiliyor? Bunun bir mantığı yok.
-Eski başbakan Bülent Ecevit’in, “Ankara’da gizli görevliler var”
sözünü biliyoruz. O söz Ecevit’e yakışır da AK Parti’ye yakışmaz.
Ecevit açısından, her karşılaştığı olağanüstülüğü gizli ellere
vermesi anlaşılır bir şey. Ama AK Parti’nin böylesine önemli hukukî
süreçler içerisine kadrolarını devreye soktuğu bilindiğine göre
gizli görevliler iddiası biraz havada kalıyor. Dolayısıyla bu
sorunuzun cevabı yok. Tasarıdaki bu tür maddeler nereden çıktı?
Bilemiyorum. Gizli eller mi, zannetmiyorum. Andıç mı, sanmıyorum...
Eğer feministlerden başörtülü kadınlara kadar herkes bu tasarıda
kendisini rahatsız edecek maddeler buluyorsa, bu çok ciddi bir
hazırlıksızlık, ön çalışma eksikliği anlamını taşıyor. -Şöyle
yaygın bir senaryo var. Eğer AB Türkiye’ye tarih vermezse içeride
bir hesaplaşma başlayacak. Hatta eski başbakan Mesut Yılmaz, “AB
tarih vermezse, dinci bir iktidar ya da askerî bir diktatörlük
gelir” dedi. Mesut Bey’in bu tür tahlilleri doğru olsaydı, şimdi
hâlâ siyaset yapıyor olurdu. Bugün için Mesut Yılmaz’ı önemli bir
politikacı olarak görmüyorum. Eğer Türkiye gün alamazsa AK Parti
iktidarının için nasıl bir gelecek bekliyor sorusunun cevabı şudur:
Zor bir gelecek bekliyor. Ama bunun, demokrasi dışı bir gelişmenin
bahanesi olacağı yönündeki tahminleri haklı çıkartacak bir gelişme
olacağını zannetmiyorum. Öncelikle Türkiye’nin gün alacağına,
müzakere sürecinin başlayacağına inanıyorum. Müzakerenin de tahmin
edildiği gibi uzun sürmeyeceği kanaatindeyim. Tersi olması halinde,
belki AK Parti’yi eski gücünden eksiltecek bir süreç başlayabilir.
Mesela bir erken seçim söz konusu olabilir. Ve bugünkü parlamento
gücünü seçim sonucunda belki görmeyebiliriz. Ama demokrasiyi
zedeleyecek bir gelişmenin artık Türkiye’nin gündemi için söz
konusu olacağını zannetmiyorum. -Aralık’taki AB zirvesi öncesinde
Türkiye’de bazı gelişmeler olabilir mi? AK Parti’nin hükümeti ona
zehir edecek bir dönemle karşılaşabileceğini düşünüyorum. Ama bu,
AK Parti’nin veya demokrasinin sonu anlamına gelmiyor. Olumlu adım
atabileceği hususunda fazla umutlu olmadığımız bazı konularda
hükümet bu adımları atarsa, karşılaşacağı bu sorunlar kolayca
çözülebilecek şeyler. Ama o adımları atmazsa, sorunlar devleşirse
bile bunlar da yine demokratik yönden çözülecektir. Türkiye için
yakın ve uzak gelecekte demokrasi dışı senaryoların söz konusu
olacağını düşünmüyorum. Dünyanın geldiği nokta ve Türkiye’nin dünya
içerisinde işgal ettiği yer sebebiyle Türkiye demokratik olmak
zorundadır ve AB ile irtibatlı, ABD ile ters olmayan bir ülke olmak
durumundadır. Bir hükümet bunu okuyamadığı takdirde olabilecek şey,
fazla uzak olmayan bir gelecekte iktidardaki varlığını ya
zayıflatması ya da yitirmesidir... AK Parti açısından, alternatifi
ortada olmadığı sürece, siyaset o kadar büyütülecek bir sorun
değil. Ancak AK Parti bir iddianın partisi ve geçmişte yapılmış
olan yanlışları, büyük günahları işlememeye azmetmiş olan
insanlardan kurulu. Bu kimlikle toplumun karşısına çıktı. Topluma
verdiği sözleri yerine getirmediği takdirde iktidarda kalmaya devam
edebilir, ama varlık sebebini yitireceği için, o iktidar onun için
bir oyun haline dönüşür. AK parti açısından esas tehlike budur.
-Böyle bir tehlike var mı peki? Henüz öyle bir tehlike ile karşı
karşıya olduklarını düşünmüyorum. Çünkü bir çırpınma, doğruyu bulma
arayışı sürüyor. Türkiye gibi her yerine mayınlar yerleştirilmiş,
siyaseti gerçekten zor bir ülkede, yeni bir partinin üstelik
sırtına büyük kamburlar yüklenmişken, her şeyi doğru yapması
imkansız denecek kadar zordur. -Turgut Özal, ANAP’ın ilk iki
yılında çok hızlı bir icraat sergilemişti. AK Parti, ilk iki yılda
neden bu düzeyde performans gösteremedi? Turgut Özal iktidara
geldiğinde ilk bir- iki yıl içinde devrim mahiyetinde birtakım
şeyler yapmıştı. AK Parti’de benim beklentilerim o yönde değildi.
Çünkü Anavatan Partisi ile AK parti arasında belirgin bir fark var.
ANAP, gerçi bir darbe sonrasında iktidara taşınmıştı; ama, önü
açılmış iki üç partiden biriydi. Dolayısıyla önünde bir beyaz kağıt
vardı. İktidara geldiği zaman iktidar onun için meşruydu. AK Parti
ise genel başkanı milletvekili seçilemeyecek, siyasi yasaklı bir
partiydi. Adayları seçim öncesinde kapatılmış ikinci partinin
saflarında politika yapmış olan insanlar. Medya açısından, suçlu
olmayanları bile suçlu görülen bir parti. Dolayısıyla bu partinin
ilk yapacakları, ANAP’ın ilk dönemde yapacağı şeyler zaten
olamazdı. AK Parti daha çok kendisinin meşruiyet damarını
zorlayacak ve bir zemin hazırlayacak işler yapmak zorundaydı. Bunu
yapmaya çalışıyor. AK Parti’den ekonomide, siyasette devrim
mahiyetinde şeyler beklemek abestir. Ama ne oldu? AK Parti’nin
elinde bir AB fırsatı var. AB genel başlığı altında pek çok
iyileştirme, düzeltme yapılabiliyor. Bunların, AK Parti’nin kendi
dinamikleri ile yaptığı kendi projeleri olması şart değil. Zaten AB
böyle bir proje. O projenin bir parçası haline dönüştüğünüz zaman,
kendi iddialarınız istikametinde bir şeyler yapmış oluyorsunuz. -18
yıldır Ankara’da gazetecilik yapıyorsunuz. Hemen her iktidar
döneminde Ankara kulislerini en iyi izleyen gazetecilerden biri
olmayı başardınız. Ama aynı zamanda bağımsız gazeteci kimliğiniz de
hiç zedelenmedi. Bunu nasıl başardınız? Aslında o yaptığınız bence
iyi bir gazetecinin tanımı. Söylediğiniz sıfatları üzerinde
taşımayan arkadaşlar varsa, artık o kişiyi ben gazeteci olarak
kabul etmiyorum. Hatta çeşitli televizyon tartışmalarına
çağrıldığımda, orada tartışmaya katılacak isimler içerisinde,
gazetecilik sıfatına fazla uymayan kişiler olduğunu öğrendiğimde o
programlara katılmamayı tercih ediyorum. Çünkü gazetecilik bağımsız
olmayı, hatta gerekirse kendine karşı da insafsız olmayı gerektiren
bir uğraş alanıdır. Gazetecilerin her biri bu sorumluluğu üstlenir.
Ama Türkiye’de oluyor mu? Olmuyor. Çünkü ilişkiler ahbap çavuş
ilişkileri. -Peki siz böyle kalabilmek için çok çaba sarf ettiniz
mi? Okurlarınızın doğru bilgilenmesi gibi bir derdiniz varsa,
katlanacağınız şeyleri de katlanmaya hazırsanız bunu becerirsiniz.
Ama ben doğrusu çok şeylere katlanmam gerektiğini de düşünmüyorum.
Gazetecilik dilinde, çıkarlardan ve ilişkilerden bağımsızlığın bir
formülü de vardır: Yanağınızda öpücük yerine tokadı hissetmeye
hazır olun. Ben her zaman o tokatları hissetmeye hazırım. Bazen
elini görüyorum o tokadın, bazen de sadece kızarıklığını.
Dolayısıyla her dönemde bu tür olaylarla karşılaşıyorum.
-Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı eleştiren yazılarınız oldu. Önce size
kızdığını, ama daha sonra hak verdiğini biliyoruz. Necmettin
Erbakan’ı da başbakan iken bazı gazetecileri Konut’taki yemeğe
davet etmediği için açıkça eleştirdiniz. Onun da size karşı bir
çıkışı oldu. Daha sonra Erbakan size hak verdi mi? Şimdi Özal’la
çok yakın ilişkileri bilinen meslektaşlarımız vardı. Hatta bazıları
“Özköşk” diye bahsedildi. Benim öyle bir şeyim olmadı. Biliyordum
ki Özal beni seviyor. Bundan öte bir ilişkiyi, gece yarısı aranmayı
beklemedim. Veya bunu teşvik edecek bir davranış içerisinde
bulunmadım. Evet, hoşuna gitmeyecek şeyler yazdığımda bana
kızdığını zannediyorum, ama bir küsme olmadı. Sonradan haklı
olduğumu söylediği bazı uyarılarım olmuştu. Bu seviyeli ilişkiyi
hep böyle muhafaza etmeyi başarmıştık. Necmettin Erbakan farklı bir
başbakanlık sergiledi. Bir kısım medya dediği gazetelerde çalışan
meslektaşlarımızı özel toplantılarına çağırmadı. Sadece kendi bir
kısım medyası olarak gördüklerini çağırdı. Ben o bir kısım medyası
içerisindeydim, ama her seferinde “niye diğer arkadaşlarımız
çağrılmadı” deme ihtiyacını duydum. Beni azarlamasının sebebi ise
bu konu değildi. 28 Şubat günlerinde MGK kararlarının bir genelge
ile bütün devlet kurumlarına bildirilmesi ile başlayan süreçte
yapılanların nereye kadar varacağını sormuştum. Çünkü o zamanın
hükümeti her şeyi tevil etmeye başlamıştı. Daha önce kendisinin
eleştirdiği yanlışlar içerisine girdi. Bizden de o yanlışları
olumlu karşılamamızı bekledi. O zaman diğer meslektaşlarımın
yanında benim azar olarak kabul ettiğim bazı sözleri bana karşı
söyledi. Sonra hak verdi mi? Ne o zaman, ne de şimdi Necmettin
Erbakan ile çok görüşen bir insan değilim. Belki karşı karşıya
gelsek, bu konular açılsa, onu dinlemek isterdim. Ama haklı olduğum
herhalde 28 Şubat’ın sonunda ortaya çıktı. -Bu bağımsız duruşunuza
rağmen AK Parti iktidarını kastederek, “Hükümetin ileri gelen
üyelerinin hemen her konuda ne düşündüğünü çoğu kez sormadan tahmin
edebilecek kadar onların zihin dünyalarına vâkıfım” diyorsunuz.
Bunu nasıl sağlayabiliyorsunuz? Çünkü, beraber yürüdük biz bu
yollarda. Hükümetin pek çok üyesi çok uzun yıllardır, yollarımızın
çeşitli yerlerden kesiştiği insanlar. Aynı toplantılarda bulunduk,
aynı kitapları okuduk, aynı dergilerden beslendik. Aynı mitinglerde
beraber bulunduk, aynı yürüyüşlerde yer aldık. Dolayısıyla onların
nasıl düşündüğünü ve hangi etkilere ne tür tepkiler verebileceğini
tahmin edebiliyorum. -Buna rağmen, “Yazılarımı, acaba hükümet ne
yapmaya hazırlanıyor diye okuyan, yorumlarımı AK Parti’nin bu
konudaki niyeti ne diye okuyanlar yanılıyor. Ben sadece kendi
vardığım gerçekler ile kendi doğrularımı savunuyorum. Bu da, bir
yorumcu olarak beni bazen iktidarın bazen de muhalefetin yanına
savuruyor” diyorsunuz. Politikacı günlük yaşar ve o anın
tercihlerinde bulunur. Bu tercih kendisi ve partisinin çıkarlarını
gözeten bir karardır. Siz ise gazetecisiniz. Bir daha seçilme derdi
olmayan, tribüne oynaması gerekmeyen gazeteci ile politikacı
arasında zaman zaman farklılaşmalar oluyor. Böyle olunca ben her
zaman kendi doğrularımı savunuyorum. AK Parti’nin yanlışı varsa,
onu belirtmeyi de görev biliyorum. -Artık İstanbul’da da eviniz
var. Ankara’dan sıkıldınız mı? Ankara sıkmıyor, kendine özgü bir
cazibesi var. Ankara’ya 1984’te gittim. Yirminci yılım doluyor. Ama
artık Ankara’da takip edildiğinde bana getireceği ve benim de
okurlarıma sunabileceğim şeyler çok sınırlı. Gerçi AK Parti
hükümeti ile birlikte hareketlenmeler biraz arttı, gazeteci olarak
sorumluluğumun da arttığını düşünüyorum. Ankara’dan kopmamaya
dikkat ediyorum. Ama, İstanbul’un da benim açımdan başka bir
cazibesi var. Onu da zaman zaman buraya gelerek karşılıyorum. Zaten
televizyon programları sebebiyle İstanbul’a gelişim bir tür mecburi
hizmet gibi. Siyasi başkent Ankara ile ekonomik ve kültürel başkent
olan İstanbul arasında gidip gelmenin ve ikisinden de beslenmenin
benim gazeteciliğime olumlu katkıda bulunduğunu düşünüyorum.
-Okurların çok merak ettiği, Ankara’da yaşanan olayları konu alan
bir gerilim romanı projeniz vardı. O roman başlanmış bir proje.
Oturabilsem, başka bir işle meşgul olmaksızın üç-dört ay sadece
roman üzerinde çalışabilsem öyle zannediyorum ki ilgi çekecek ve
benim açımdan faydalı olacak bir roman ortaya çıkar. Ama bırakın üç
ayı, bu sene sadece bir hafta izin kullanabildim. Allah ömür verir,
sağlığımızı koruyabilirsek, önümüzdeki dönemde belki de birbiri
ardına çıkartabilirim. Ama şunu söyleyeyim. Türkiye’de gerilimli
ortamlar hiç bir zaman bitmiyor ve hayatın kendisi romanlardan daha
gerçek. Roman konusu yaptıklarımız, hayatın kendisi tarafından daha
da büyütülerek her gün önümüzde. Bu sebeple benim böyle bir roman
yazmamamın şu anda bir eksiklik olduğunu hissetmiyorum. Zaten
yazılarımda, her gün o romandan parçalar yazdığımı
zannediyorum.