Geçtiğimiz cuma günü 86 yıllık esaret ve hasretlik son buldu
elhamdülillah.
Ayasofya yeniden ibadete açıldı.
Bunun öylesine bir açılış olmadığını o gün yaşanan ilgi ve
tepkilerden çok rahatlıkla görebildik. Bu öyle bir açılıştı
ki dosta sürur, düşmana ise korku saldı…
Ayasofya ile elde edilen kazanımlar ve kaybedilen
imtiyazlar o kadar büyüktü ki “kaybedenler”
safında yer alanlar hemen rövanş arayışına girdiler.
Ve şu anda İstanbul Sözleşmesi üzerinden adeta
bir rövanş yaşatılmaya çalışılıyor.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim,
“Ayasofya’dan sonra sıra İstanbul
Sözleşmesi’nde” demiştim ki gerçekten de İstanbul
Sözleşmesi’nin kaldırılması en az Ayasofya’nın
ibadete açılması kadar önemli.
Çünkü toplumu ifsat etmek ve bozmak isteyen zındıka
komitesi “aile” mefhumu üzerinde proje üstüne proje
geliştiriyorlar.
İstanbul Sözleşmesi işte bu projelerin adeta ete kemiğe
bürünmüş hali.
Nitekim İstanbul Sözleşmesi yaklaşık 10 yıl önce
imzalanıp daha 3-5 yıldır yarım yamalak uygulanan bir sözleşme
olmasına rağmen, toplum ahlakı ve aile üzerindeki tahribatı
inanılmaz boyutlarda. Bir de düşünün bu sözleşmenin bütünüyle
uygulamada ve icrada olduğunu!
Eğer İstanbul Sözleşmesi çok değil 2-3 yıl daha
yarım yamalakta olsa yürürlükte kalırsa, Müslüman ve muhafazakâr
ailenin ruhuna Fatiha okumaktan başka yapabileceğimiz bir şey
kalmaz.
İstanbul Sözleşmesi’nin toplumu bozan gücünün farkında
olan şer odakları Ayasofya’dan sonra ellerinde kalan son
kozlarını kaybetmemek için adeta seferber oldular.
Rollerindeki bütün argümanları kullanarak büyük bir seferberlik
başlattılar. Sosyal medya, yazılı ve görsel medya, sanatçılar,
sivil toplum kuruluşları… Aklınıza gelebilecek ne kadar silah varsa
hepsini birden sahaya sürdüler.
Son olarak ülke ekonomisine yön veren üç büyük ticari grubun
yayınlamış olduğu bildiri, konunun önemini anlayabilmek adına
yapılmış son hamleydi. Eğer bu bile hala gözlerimizi açmaya
yetmediyse diyecek bir şey yok…
Zira yaklaşık 2 senedir inatla uyarı yapmış olduğum bu
sözleşmenin tahribat gücü ve dahi hedefinin ne olduğu aşikâr bir
şekilde tescillenmiş oldu. Bu ticari gruplar son tahlilde
bildiri yayınlama ihtiyacı duyuyorlarsa, onlar için Ayasofya ile
başlayan yeniden diriliş rüzgârı "tehlike" arz etmeye başlamış
demektir.
Bu grupların reaksiyon bildirisi mezkûr sözleşmenin
hangi amaç ve proje unsuru olduğunun delilidir.
Eğer Ayasofya hamlesi ile yapılan “şah”ın
“mat” ile sonuçlanmasını istiyorsak İstanbul Sözleşmesi’nin
feshedilmesi elzemdir.
Yoksa bugün büyük alayişle ibadete açılan Ayasofya’da 5
yıl sonra namaz kılacak gençleri bulmamız mümkün olmayacaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nin yerle bir ettiği toplum
ahlakı ve aile, artık imanlı ve dava şuuruna sahip gençleri
yetiştirmekte yetersiz kalacaktır.
İşte o zaman maalesef Ayasofya'nın da ve dahi
Mescid-i Aksa’nın da ibadete açılmasının bir
kıymetiharbiyesi olmayacaktır. Açılan mekanların içini dolduracak
gençler bulamadıktan sonra bütün dünya Ayasofya-i Kebîr Câmi-i
Şerîfi, Mescid-i Aksa olsa ne ehemmiyeti var…
Ayasofya ile siperlerinden sökülüp atılan din
ve devlet düşmanları İstanbul Sözleşmesi ile kaybettikleri
mevzileri geri almaya çalışıyorlar.
Zafer sarhoşluğuna kapılmanın yeri ve zamanı değil…
Aksine hiç olmadığımız kadar iri, diri, birlik ve beraberlik
içinde olmanın zamanıdır.
Sayın Cumhurbaşkanım, size İstanbul
Sözleşmesi’nin zararlarını anlatan raporlar sunulduğunu ve
sizin de gereğinin yapılması yönünde talimatlar verdiğinizi
bilmekteyiz. Lütfen Ayasofya’yı açarken göstermiş
olduğunuz heyecan ve duruşu İstanbul Sözleşmesi’nin
feshedilmesinde de gösteriniz. Böylece cümle alem sizin oy kaygısı
ile değil dava şuuru ve iman bilinci ile hareket ettiğinizi
görsün.
Verilen talimat gereği karar alınırsa, bu durum son 300 yılın en
büyük hizmet başlangıcı işareti olacaktır.
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi ile
kazandığımız/kazandırdığınız zaferi İstanbul Sözleşmesini
feshederek taçlandırınız…