Avusturya Türkiye'yi konuşuyor
Abone olAvusturya basınında ve kamuoyunda 3 Ekim öncesi Avusturya'nın tutumu ve Türkiye-AB müzakereleri tartışılıyor. Gazeteler Türkiye hakkında olumsuz bir tutum içinde.
Özellikle son günlerde medyada yer alan haberlerin önemli bir
bölümünü Türkiye'nin AB'ye üyeliği ve 3 Ekim'de başlaması öngörülen
müzakereler oluşturuyor. Avusturya basınında ve kamuoyunda yer alan
haber ve yorumlarda Türkiye'nin AB'ye üyeliğiyle ilgili olumsuz
tavır ön plana çıkıyor. Dıe Presse'nin Türkiye ile ilgili ayrıntılı
haber, yorum ve röportajında batılı siyasetçilerin ve diplomatların
değerlendirmelerine geniş bir şekilde yer verildi. Türkiye-AB
İlişkileri, Kürt sorunu, basın özgürlüğü, Ermeni meselesi,
Kıbrıs'ın tanınması, ceza yasası, Orhan Pamuk davası gibi birçok
konu ele alındı. DIE PRESSE: Avusturya, Türkiye konusundaki sert
tutumu nedeniyle, AB ortakları ile katı bir cepheleşme ve
uluslararası sahnede gerginliğe yol açma riskini göze alıyor.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül İngiliz meslektaşı Jack Straw'a,
müzakere çerçevesinde yer alan formüllerin son halini görmeden,
Pazartesi günü Lüksemburg'ta başlayacak olan giriş müzakerelerine
gitmeyeceğini söyleyerek tehdit etti. Türkiye'de Avusturya'nın
çerçeve belgesinde Türkiye'nin tam üyeliğine seçenek getirilmesi
isteğinin bardağı taşıran son damla olabileceği söyleniyor.
Diplomatlar, AB dışişleri bakanlarının Pazar akşamı Lüksemburg'ta
yapacakları kriz toplantısına ''zorlu görüşmelerin'' hakim olmasını
bekliyorlar. Halbuki yalnızca Avusturya'nın talepleri konusunda
tartışılacak. AB Dönem Başkanlığı, Viyana'nın Türkiye ile müzakere
çerçevesinde yapılmasını istediği değişikliklerin Aralık 2004'teki
AB zirvesinin kararları ile bağdaşmadığını ima ediyor. Avusturya
zirvede Türkiye ile müzakerelere 3 Ekim'de başlanmasını
onaylamıştı. AB içinde AB zirvesinde alınan kararların sorgulanması
tabu sayılıyor. Viyana ise, Ankara ile müzakerelere başlamaya hazır
olduğunu, ancak giriş müzakerelerinin başarısızlıkla sonuçlanması
ihtimali göz önünde bulundurularak, şimdiden bir çarenin
düşünülmesi gerektiğini ileri sürerek, kendini haklı çıkarmaya
çalışıyor. Avusturya'nın AB Büyükelçisi Gregor Woschnagg, dün
diplomatların ihtilafa son verme teşebbüsünde de tam üyeliğe
seçenek getirilmesi talebinde ısrar etti. AB Dönem Başkanı
İngiltere başta olmak üzere hiç bir AB ülkesi bu konuda taviz
vermeye yanaşmıyor. Söylentilere göre AB büyükelçileri
Avusturya'nın bu konuda gösterdiği katılığı anlamakta zorluk
çekiyor. Yakında dönem başkanlığını devralacak olan Avusturya'nın
bu tutumuyla imajının oldukça zedelenmesi riskine girdiği, çünkü
Ankara ile giriş müzakerelerinin başlangıcının suya düşmesinin
ihtimal dahilinde bulunduğu belirtiliyor. ABD de olayları dikkatle
izliyor. Viyana'daki ABD Büyükelçiliği Sözcüsü William Wanlund, AB
ile giriş müzakerelerinin gerçi ''AB'nin ve AB adaylarının
meselesi'' olduğunu, ancak ABD'nin Türkiye'nin AB'ne tam üyeliğini
''hala kuvvetle desteklediğini'' belirterek, ''Giriş müzakerelerine
Ekim'de başlanmasının AB'nin, Türkiye'nin ve hatta ABD'nin çıkarına
olduğuna inanıyoruz'' diyor. Avusturya hükümeti gerçi Türkiye ile
görüşmelere başlamayı, kesinlikle Hırvatistan sorununa bağlamıyor,
ama arada bir bağlantı olduğunu da inkar etmiyor. Örneğin Başbakan
Schüssel, ''International Herald Tribune''un kendisiyle yaptığı bir
söyleşide, ''Hırvatistan ile derhal görüşmelere başlamanın
Avrupa'nın çıkarına olacağına'' işaret etti. Ancak İskandinav AB
ülkeleri söylentilere göre Hırvatistan'a karşı yumuşamamakta
kararlı görünüyor. İÇ POLİTİKADAKİ BASKI İç politikada da hükümete
baskı artıyor. SPÖ Başkanı Alfred Gusenbauer Perşembe günü Başbakan
Schüssel'den yumuşamamasını istedi. Gusenbauer, Schüssel'in Türkiye
konusunda bugün söyledikleri, gelecek hafta da geçerli olmalı''
dedi. ÖVP çevrelerinde de Pazar akşamı Steiermark eyalet meclisi
sonuçları açıklandığında, AB düzeyinde çark edildiğinin
duyulmasının hoş bir manzara yaratmayacağı konuşuluyor. TÜRKİYE
İHTİLAFINA ÜLKELERİN BAKIŞ AÇILARI: İsveç ve Finlandiya:
Türkiye'nin tam üyeliğine güçlü destek var. AB'nin bir Hıristiyan
kulübü olmadığı ve giriş şartlarının bütün adaylar için eşit olması
gerektiği savunuluyor. Danimarka: Tam üyeliğe kuşkulu yaklaşım söz
konusu, ama AB'ye sadakatten dolayı tam üyelikten yana. Polonya:
Yeni AB üyelerinin en büyüğü olan Polonya, hevesli bir NATO üyesi
sıfatıyla stratejik işbirliği ve gelişme düzeyi düşük olan en büyük
üye ülke olarak AB yardımlarının el birliğiyle kabul ettirilmesi
açılarından Türkiye'ye muhtemel bir ortak gözüyle bakıyor. DOĞU
AVRUPA ÜLKELERİ: Nispeten tarafsız ve soğukkanlı. Yeni AB ülkeleri
giriş müzakereleri sırasında edindikleri kendi tecrübelerine
dayanarak, aday Türkiye'ye sempati ile bakıyorlar. Yalnız Çek
Cumhuriyeti kuşkulu. Yunanistan: Zorlu tarihi ilişkileri telafi
etmek umuduyla, açıkça Türkiye yanlısı bir tutum izliyor. Türkiye
ekonomi alanında en önemli ortağı. Yalnız Kıbrıs konusunda ihtilaf
var. Güneybatı Avrupa ve Fransa: Türkiye'nin tam üyeliği keyifsiz
bir şekilde destekleniyor. Bunun ardında stratejik düşünceler ve
laik De Gaulle'ciler ile laik Türkiye arasındaki tarihi bağlar
yatıyor. Türklerin 1. Dünya Savaşı'nda Ermenilere soykırımı ihtilaf
konusu. ABD ve İngiltere: İngiltere Türkiye yanlısı tutumuyla
aslında ABD'nin çıkarlarını da temsil ediyor. ABD güvenlik
stratejisi açısından Türkiye'nin Batı'ya bağlanmasını istiyor.
Londra Türkiye'nin tam üyeliği sayesinde serbest ticaretin
güçlenmesini ve AB içinde siyasi entegrasyonun bastırılmasını
umuyor. Almanya: Bölünmüş durumda. SPD açıkça katılımdan yana.
İktidara gelme hevesinde olan CDU ise Avusturya'nın çizgisinde ve
seçenek bulunmasını istiyor. AB TÜRKİYE'NİN ARKASINDAN KOŞMAMALI
Die Presse: AB'nin Türkiye ile giriş müzakereleri konusunda daha
başlamadan bu kadar zorluklarla karşılaşıldığı göz önünde
bulundurulacak olursa, sizce müzakerelerin başarıyla sonuçlanma
ihtimali var mı? Ankara, AB karşısında giderek daha katı bir tutum
sergilemeye başladı, örneğin Kıbrıs konusunda. Avrupa Parlamentosu
Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok: Türkiye'ye daha
müzakere sürecinin başında, AB'nin en önemli şartlarını
müzakerelerin ilk 2 yılı içerisinde yerine getirmesi gerektiğini
ülkeye açıkça söylememiz lazım. Ankara'ya hiçbir şeyi sürüncemede
bırakamayacağını açıklamak zorundayız. Kıbrıs'ın tanıması sorununa
ve Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere soykırıma hemen açıklık
getirilmesi gerekiyor. Ancak AB kesinlikle Türkiye'nin arkasından
koşmamalı. Zaten daha şimdiden her türlü otoriteyi kaybetmek üzere.
DP: Büyük bir koalisyon kurulması halinde CDU, Türkiye ile
imtiyazlı ortaklığın müzakere hedefine seçenek olarak kabul
edilmesinden yana çaba harcamaya devam edecek mi? Brok: CDU
iktidara geldiğinde müzakerelere başlanmış olacak. Önce geçerli
olan vaatlerin yerine getirilmesi gerekir. Ancak CDU liderliğindeki
bir hükümet SPD-Yeşiller hükümeti kadar yumuşak olmayacaktır. Bütün
kriterlerin yerine getirilmesine son derece dikkat edeceğiz.
Müzakere çerçevesinde hedefin açık bırakılması ibaresinin daha çok
vurgulanması için çaba harcayacağız. Tam üyelikten başka seçenekler
üzerinde de konuşulacak. Yalnız imtiyazlı ortaklık değil,
Türkiye'nin AB'ne sıkı bir şekilde bağlanmasını sağlayacak,
güçlendirilmiş bir ekonomik işbirliği gibi modeller de söz konusu
olabilir. Kapı kapatılmamalı. Türkiye'ye bir Avrupa perspektifi
verilmeli. DIE PRESSE : ''TÜRKİYE'NİN TOTALİTER YAPISI' Avusturya
Dışişleri Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Albert Rohan'ın 15 Eylül
tarihinde yayınlanan ''Anadolu ne kadar Avrupalı?'' Başlıklı
yorumuna cevap: Albert Rohan yine Türkiye konusuna eğilmiş, her
şeyi fevkalade bulmasına şaşmamak gerekir. Önasya'daki şartları
bilen herkes, böyle bir tanımlamanın tamamen mantıksız olduğunun
farkına varır. Ama asıl konu bu değil. Rohan, yazar Orhan Pamuk'un
izini takip ettiğini söylüyor, keşke böyle bir şeye kalkışmasaydı,
çünkü Pamuk, totaliter yapısı Avrupalılar için yalnız dehşet verici
denilebilecek bir Türkiye'nin başlıca görgü şahidi. Almanya
Yayınevleri Barış Ödülü'ne layık görülen Pamuk Türkiye'de Ceza
Yasası'nın 301/1. maddesine göre, ''Türk kimliğini ve Türklüğü
aşağılamak ve zarar vermek'' suçundan dava ediliyor. Bu suçun
cezası 3 yıla kadar hapis. Pamuk bu suçu şöyle tasvir ediyor:
''Burada 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse hiç
kimse bunu dile getirmeye cesaret etmiyor. Öyleyse ben dile
getiriyorum. İşte bu yüzden de benden nefret ediyorlar'' TÜRKİYE
USULÜ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ 'Die Welt am Sonntag'' kısa süre önce bu
konuda: ''Bu dava düşmediği ve 301/1 gibi lastikli bir madde
varolduğu sürece, AB'nin Türkiye ile müzakerelere başlamaması
gerekir. Kıbrıs konusunda varsın taktik uygulasın, ama insan
hakları konusunda bu olmaz'' diye yazmıştı. Burada Bilecik'teki
milliyetçi bir gösteride Pamuk'un kitaplarının alenen yakıldığını
da hatırlatmak gerekir. Kitap yakmanın ne demek olduğunu biz
Almanlar da biliriz. Ya oradaki Vali'nin Pamuk'un kitaplarını
kütüphaneden attırması- işte size Türk usulu düşünce özgürlüğü.
Türkiye'nin 2 milyon 400 bin Kürt'ü sürdüğü, yaklaşık 3 bin 400
köyü yerle bir ettiği, Türkiye'de hala 3 bin 500 siyasi tutuklunun
bulunduğu, Hıristiyan azınlıklara ayrımcılık yapıldığı ve bunların
takip gördüğü de bir gerçek. Bir yandan Türkiye'deki yasal düzeni
övüp, öte yandan mahkemelerin hala Türklere sığınmacı statüsü
verdiğini (yüzde 5 oranındaki İranlılardan sonra yüzde 4,9 ile
ikinci sırayı alıyorlar) bilen Alman hükümetinin mantığına diyecek
yok. Türkiye'deki insan hakları örgütü ''Human Rights Foundation''
geçen yılın ilk 6 ayında 600'den fazla işkence olayının
kaydedildiğini söyledi. Geniş çaplı işkence yok mu demiştiniz Sayın
Rohan? Rohan'ın ''namus cinayetlerini'' gülünç gösterme eğilimi de
beni dehşete düşürdü. BM'in verilerine göre her yıl dünya çapında 5
bin kadın ''namus'' uğruna öldürülüyor. Önümüzdeki günlerde
Berlin'de ''namus cinayeti'' yüzünden mahkemeye verilen 3 erkek
kardeşin duruşması başlayacak. Kız kardeşleri bir Alman gibi
yaşamak istediği için, caddenin ortasında yüzüne 3 kurşun sıkılarak
öldürüldü. Sayın Rohan, sizin deyiminizle güya bir namus cinayeti
mi bu? 1996'dan bu yana Almanya'da ailenin namusunu korumak üzere
49 cinayet işlendiği tespit edildi. Böyle bir konuyu ''gülerek''
geçiştiren biri nasıl bir maneviyat içinde yaşıyor olmalı? Türk
hükümetinin düşünce ve basın özgürlüğü konusundaki tutumuna
gelince, ne Anadolu'da ne de Türkiye'nin başka bir yerinde
Avrupa'dan eser var. Televizyon ve radyo kanalları resmi RTÜK adlı
kurumun denetimi altında bulunuyor. Bu Orwell misali, bütün
programları denetleyen sekiz kişilik bir mercii. rogramlar
''hakaret edici'' ya da ''tehlikeli'' oldukları için, ''nefret ve
kini körüklediklerinden'' ya da ''bölücü propaganda'' yaptıkları
için yasaklanıyor. Bağımsız bir medya projesi (BIA)'nın yıllık
raporuna göre, geçen yıl 12 bölgesel radyo kanalı, toplam 360 gün
kapatıldı, bölgesel kanalların 44, ülke çapında yayın yapan
kanalların 16 programı yayından çıkarıldı ve 242 uyarı yapıldı.
Gazeteciler hakkında sürekli dava açılıyor. Bir arkadaşımız 2001
yılından beri hapiste. Türkiye Reporters sans frontiers'in basın
özgürlüğü listesinde 167 ülke arasında Ruanda ile 113'üncü sırayı
alıyor, listenin en sonunda Kuzey Kore var. HAYALE KAPILMAYALIM
Almanya'da yaşayan Türk asıllı İbrahim el Zayat'ın şu sözlerine
burada yer vermek istiyorum: ''Bu toplumda yalnız kimliğimizi ve
dinimizi muhafaza etmeyi başarırsak, bu toplum için bir kazanç
teşkil edebiliriz ve İnşallah lider rolünü üstlenebiliriz. İslam bu
toplumun sorunlarına verilecek somut bir cevap ve çözümdür.
İslam'ın ülkemiz Almanya'da geleceğini şöyle şekillendiriyoruz.
Önemli olan bu ülkede din özgürlüğüne sahip olmamız. Bu ülke bizim
ülkemiz. Allah'ın da yardımıyla bu ülkeyi dünyadaki cennet haline
getireceğiz ve İslam ümmeti ile insanlığın tümüne sunacağız'' (Hans
Peter Raddatz'ın ''Türk Tehlikesi'' kitabından, Herbig Yayınevi,
Münih 2004). Kimse el Zayyat'ın Almanya ile yetineceğini hayaline
kapılmasın. ORF2: ''GUSENBAUER AB VE TÜRKİYE HAKKINDA: HÜKÜMET İLE
MUHALEFETİN BU KONUDA BİRLİKTE HAREKET ETMELERİ ÖNEMLİ'' SPÖ
Başkanı Alfred Gusenbauer, ÖVP ve SPÖ'nün Türkiye'nin AB'ne
katılımı konusunda müşterek bir çizgi izlemelerini olumlu
değerlendiriyor. ''Avrupa'da ne elde etmek istediğimiz konusunda
hükümet ile muhalefet arasında müşterek bir anlayışın bulunduğunu
görmek çok önemli. Bu birçok ülke için söz konusu değil'' diyen
Gusenbauer, hükümetin ''kendisine şantaj yapılmasına ve dize
getirilmesine izin vermemesi'' gerektiğini de vurguladı.
Gusenbauer, oy birliğiyle karar alınması gereken konuda görüş
birliğinin sağlanamaması halinde, müzakerelere daha sonra
başlanması gerektiğini açıkladı. ''Federal hükümetin Türkiye
konusunda ayakta kalması gerektiğini'' vurgulayan Gusenbauer,
Başbakan Schüssel'in kendisi ile anlaştığı noktalara uyacağından
yola çıktığını, aksi takdirde hayal kırıklığına uğrayacağını
belirtti. Bu hükümetin AB ile Türkiye arasında başka ortaklık
şekillerinin de çerçeve belgesinde yer alması konusunda ısrar
etmesi gerektiği anlamına geliyor. Hükümetin daha Aralık 2004'te
SPÖ'nün de isteği doğrultusunda, ikinci bir seçenek üzerinde ısrar
etmemiş olmasının gerçi ''ağır bir hata olduğuna''işaret eden
Gusenbauer, ''Ama bu hata hiç düzeltilmeseydi daha da kötü olurdu''
dedi. Bu yüzden şimdi müzakere çerçevesine başka ortaklık
şekillerinin eklenmesi için her fırsattan yararlanılması
gerektiğini vurgulayan Gusenbauer, ne Türkiye'nin AB olgunluğunda,
ne de AB'nin de şu anki haliyle yeni üye alacak güçte olduğuna
değindi. SPÖ Başkanı'nın görüşüne göre, AB'nin şimdi ''mantıklı bir
rota izlemesi''zaruri, çünkü ''tehlikeye atılabilecek çok şey var''
Gusenbauer, AB'ndeki birçok ülkenin bu konuda Avusturya'nın
arkasına saklandığını belirterek, ''Şimdi tam üyelik yönünde
mecburi istikamet seçilecek olursa, bunu sonradan düzeltmek çok zor
olur'' dedi. Ayrıca halkın arzularının da göz önünde ulundurulması
gerektiğine işaret eden Gusenbauer, büyük bir çoğunluğun AB'nin
Türkiye ile giriş müzakerelerinde bulunmasına karşı çıktığını
sözlerine ekledi.